Dijital dünyanın tam orta yerinde
doğanların, içinde neşvü nema ettikleri mekânın özelliklerini
taşımamaları tabii ki düşünülemezdi. Fakat insan, yaşıyor
olduğu çağın özelliğini taşımaktan ziyade artık kendisini de
dijital dünyanın bir öğesine dönüşmeye başladığından beri işler
yolunda gitmiyor.
Büyük ve köklü değişimin
kapılarını aralayan teknoloji, insana has özelliklerden yalnızca
birini fakat tahrip gücü en yüksek olanını taşıyor;
"vefasızlık". İnsanın yaşam mücadelesinde öne süregeldiği
bahaneler için kestirme bir araç olan teknoloji, baş döndürücü
gelişimi ve dur durak bilmeyen yenilikleri ile aslında insana
kattığının kat be kat fazlasını geri alıyor.
Çıkış noktası olarak masum ve haklı
onlarca argümanı olan, aynı zamanda vazgeçilmezler arasında ilk
sıralarda yer bulan cep telefonu ve onun suç ortağı internet de bu
araçlardan sadece biri. Araçların amaca dönüşmesi ve internetin
herkesçe ulaşılabilir olması, cep telefonlarını gerçek amacından
oldukça uzaklaştırarak sosyal ilişkilerimizi yok eden bir silaha
dönüştürdü. Bu aşamada her şeyi bildiğini iddia edenler, yeni bir
kart açarak "sosyal medya" kavramını uydurdu. Cep telefonu
ve internetin mutlu birlikteliğinde insan sürekli çevrimiçi
tutulurken; yaratılıştan sosyal olan insan ise çevrimdışı konuma
getirildi.
Sosyal medya uygulamaları insanı,
ağır aksak olsa dahi gerçek olan sosyal konumundan alaşağı ederek
diji-sosyal bir varlığa çevirdi. Beklediğini bulamayan
insan sukutuhayale uğrarken ve sosyalleşme kavramı yüzyıllık
yalnızlığını yaşarken, sosyal medyada takılan maskeler de yerini
iyiden iyiye kalıcılaştırdı.
Sosyalleşme kavramının kökü olan
'sosyal' kelimesinin yanına 'medya' sözcüğü iliştirildiğinden beri
kişiye, mensubu olduğu toplumda nasıl davranacağını öğretme
görevini de ifa etmede zorlanır oldu. Hal böyle olunca,
neredeyse tüm medeniyetlerin süt emdiği kadim coğrafyanın
mensupları, toplumsal ilişkilerini ve onun lokomotifi olan ahlakı,
olması gerektiği seviyeye yeniden çıkarmak için özüne ve kitabına
değil; önüne konanlara bakınca büyük ve yok edici bir hatanın
içinde debelenir hale geldi.
Sosyal medyaya insan olarak
uzatılan el, bu mecra sahiplerinin sürekli ellerini ovuşturmasından
dolayı havada kaldı. Sosyal medya uygulamaları, kârlı
olmamasından dolayı insani güncelleştirmeyi bir türlü
alamadı. Buna rağmen insan, sosyal medya ile iç içe
olmasına karşın onu özümseyecek kadar kendine ihanet edemedi.
İnsan, bu itaatkârsızlığının bedelini samimiyet kavramının içinin
boşaltılması ile öderken, sosyal medya kendini olduğundan çok daha
farklı gösterenlerin doluştuğu bir mekâna dönüştü. Bu
mecranın afili reklamcıları, aldatıcı reklamlarının gerçek
olmadığını adı gibi bilen arkadaşlarınca takdir görüp,
beğenildi. Ortaya çıkan bu durum, olması gereken ile olan
arasındaki sert ve aşılamaz duvarı yerle bir etti.
Yıkıntılar içerisindeki
insan, yaptığı iyiliğin fotoğrafını paylaşırken, dürüstlük
cümleleri üzerine sahte gülüşünü kondururken, kendi ruhunda asla
yer bul(a)mamış güzel ahlak mesajları paylaşırken ve Afrika’daki
yoksulluk fotoğrafının altında bin bir çeşit sofrasını sunup
dünyevileşmiş hayatına rağmen okkalı Cuma mesajları paylaşırken
samimi olmadığını da itiraf etmiş oldu. Daha kötüsü, bu
paylaşımlar onların asla ve asla sosyal medyadaki gibi
olmadıklarını bilen arkadaşları(!) tarafından beğenilip, takdir
edildi.
Bu döngü, zamanla kendi
davranışlarını meşru kılmak isteyenlerin, yine kendi aralarında
oynadığı bir oyuna dönüştü. Sonuç olarak, ne olduğu gibi
görünen; ne de göründüğü gibi olan diji-sosyal insanların dünyası
bu şekilde dönmeye devam ediyor ve insan her bir tam dönüşte çok
şey kaybediyor.