Sol kanatta yeni bir fırtına
Abone olTam 15 sene Borussia Dortmund'un çeşitli yaş kategorilerinde forma giydikten sonra geçtiğimiz sezon yolu Gençlerbirliği ile kesişti.
Gençlerbirliği ile yolları kesişen Yasin Öztekin,
kariyeri ve hedefleri hakkında açıklamalar yaptı.
Tam 15 sene Borussia Dortmund'un çeşitli yaş kategorilerinde forma giydikten sonra geçtiğimiz sezon yolu Gençlerbirliği ile kesişti. Bu sezon sol kanatta gösterdiği performansla Süper Lig'in göze batan gençlerinden biri haline geldi.
En büyük hedefi bir gün A Millî Takım formasını giymek ve Borussia Dortmund'da kendisine şans tanımayan Jürgen Klopp'la hesaplaşmak. Gurbetçi oyuncu, Gençlerbirliği'ne transferini ise hayatının en doğru kararı olarak değerlendiriyor.
Önce seni tanıyarak başlayalım röportaja. Dortmund
doğumlusun. Ailen aslında nereli ve neden Almanya'ya göç
etmişler?
Ailem Kırşehirli. Ben doğmadan önce Almanya'ya göç etmişler. İlk
olarak dedem gitmiş çalışmak için. Sonra da babamı ve ağabeylerini
de yanına almış. Kısacası tüm aile zamanla Dortmund'a yerleşmiş.
Ben de 19 Mart 1987'de bu şehirde dünyaya geldim. 5 kardeşiz. 3
erkek, bir de kız kardeşim var. Tabii ki yurtdışında doğmanın hem
iyi hem de kötü yönleri var. Ama iyi ki de orada doğmuşum diyorum
kendi kendime. Futbolu orada öğrenmemin gelişimim açısından çok
daha iyi olduğunu düşünüyorum.
Peki futbolla tanışman nasıl oldu? En büyük destekçilerin
kimlerdi?
Futbola 4-5 yaşında oturduğum bölge olan Alemannia Scharnhorst'un
amatör takımında başladım. Annem çok istedi futbol oynamamı
aslında. Hatta o dönemler çok küçük olduğumdan dolayı bana "Altına
bez bağlayıp yollayacağım seni futbola" diyordu (gülüyor). Bu
takımda 1-2 sene top koşturdum. Babam da o takımda antrenördü.
Benim de hocam oldu burada futbola başladığım zaman.
15 sene top koşturduğun Dortmund'a geçişin nasıl
oldu?
Alemannia Scharnhorst'da top koşturduğum dönemde sürekli il
takımlarıyla mücadele ediyorduk. İlk oynadığım sezonda şampiyon
olmayı başardık. Ben de bu maçlarda göze battım. Karşılaşmaları
takip eden yetkililerin raporları sonucunda Dortmund'un
antrenmanlarına çağrıldım. Antrenmanlarda da beğenilince 1996'da
sözleşme imzaladım. O dönem iki abimi de istemişti Borussia
Dortmund. Onlar da babamın antrenör olduğu kulüpte oynuyordu. Ama
ailenin maddi durumundan ötürü bu transfer gerçekleşmedi. Bunun da
nedeni babamın o dönemdeki sağlık sorunlarıydı. Beyninde tümör
vardı ve ameliyat olmuştu. Bu nedenle bir tek ben gidebildim
Dortmund'a. Eğer o dönemde öyle bir imkân olsaydı, şu an belki de
üç tane "Öztekin" olacaktı sahalarda. Ama babamın sağlık durumu
şimdi iyi. Kendi başına yürüyebiliyor, bir yerlere gidip
gelebiliyor.
Borussia Dortmund gibi büyük bir kulübün altyapısında
yetişmek sana neler kattı?
Dortmund'da ilk günden itibaren oyunu taktiksel anlamda öğrenme
açısından eğitilmeye başladım. Bu eğitimi çok büyük bir disiplin
çerçevesinde aldım. Kısacası çok genç yaşta, top ayağımdayken en
doğru pası nereye atmam gerektiğini, topsuz oyunda ise nerelere
koşmam gerektiğini en iyi şekilde öğrenmiştim. Bana göre Borussia
Dortmund her açıdan dünyanın en iyi takımlarından birisi. Çok da
iyi bir altyapısı var. Taraftardan ve stadyumdaki atmosferden
bahsetmeme ise hiç gerek yok. Bu yüzden böyle bir takımda
yetiştiğim için çok şanslı, bir o kadar da mutluyum.
2008-09 sezonunda çok başarılı bir performans sergilediğini
biliyoruz. O sezondan biraz bahsedebilir misin?
O sezonun başında U18'den PAF takımına yükselmiştim. Oynadığımız
ligde şampiyon olmuştuk. Ben de maçların çoğunda yer almış, 13 gol,
12 asistle oynamıştım. O dönemde de sol açık oynuyorum ancak bugüne
oranla saha içinde daha serbest hareket edebiliyordum. O sezon aynı
zamanda A takımla da antrenmanlara çıkıyordum. Doğal olarak da A
takımda yaptığım antrenmanlar çok işime yarıyordu. PAF takımında da
başarılı olmamın bir nedeni buydu. Bu performansımdan ötürü o
sezonun sonunda Borussia Dortmund benimle profesyonel sözleşme
yaptı.
Jürgen Klopp'un seni keşfetmesi de o sezona denk geliyor
değil mi?
Aslında Klopp beni daha önce de fark etmişti. PAF takımda oynamadan
evvel A takımda eksiğin çok olduğu dönemde bine idmanlara
çıkarmıştı. Orada da çok beğenilmiştim. Aslında keşfedilmem o
sırada oldu diyebilirim.
Bu süreçte Nuri Şahin'le diyalogunuz nasıldı?
Nuri ile Dortmund'un U15 takımında beraber oynamıştık zaten. O
dönemden beri de aynı takımlarda oynadık, turnuvalarda birlikte yer
aldık. Futbol dışındaki zamanlarımızda da sürekli görüşür,
birbirimize destek olurduk. Birbirimizin evlerinde sık sık
kalmışlığımız vardır. Nuri'yle kader arkadaşıydık adeta.
Futbolundan bahsetmek gerekirse de küçük yaştan itibaren Nuri'nin
kendini çok iyi geliştirdiğini söyleyebilirim. Böyle olunca da çok
erken yaşta A takıma çağrıldı. Çok ama çok yetenekli bir oyuncu.
Hâlâ konuşuruz kendisiyle. Arada sırada telefonunu değiştiriyor,
bulmak zor oluyor ama o zaman da e-mail yoluyla yazışıyoruz
(gülüyor). İnşallah kendisiyle A Millî Takım'da buluşuruz
ileride.
A Millî Takım demişken, ay-yıldızlı formayı giymek için
kendini hazır hissediyor musun?
A Millî Takım forması giymek benim şu anki en büyük hedeflerimin
başında geliyor. Sol ve sağ açık oyuncuları günümüz futbolunda
oldukça önem kazanmış durumda. Ben de hem bu bölgede oynuyorum hem
de yetenekli olduğumu düşünüyorum. Ayrıca hem genç hem de Avrupa
futbolundan gelen bir futbolcuyum. Türkiye'de ilk sezonumu
yaşıyorum ve bu ölçüde başarılı olduğumu düşünüyorum. İlk kez A
takımda düzenli oynama fırsatı buldum. Bu açıdan Gençlerbirliği'ni
tercih etmem de büyük şans oldu benim için. Daha önce Millî Takım'a
hiç çağrılmadım. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, şu anki
performanstan daha fazlasını gösterebilecek kapasitede bir oyuncu
olduğumu düşünüyorum. Yüzde yüz Türkiye adına oynamak istiyorum.
Aklımda, gönlümde başka bir düşünce yok. Ay-yıldızlı forma için
faydalı işler yapmak istiyorum. Bugüne kadar gol attığımda sadece
ailem ve oynadığım takımın taraftarları seviniyordu. Bundan sonra
ise Millî Takım için gol atıp, tüm Türk milletini sevindirmek
istiyorum. Yaşadığım gol sevincini tüm Türk halkıyla paylaşmak
istiyorum.
Sana daha önce Alman Milli Takımı'nın alt yaş
kategorilerinden teklif geldi mi peki?
Almanya'da Türk pasaportu ile oynuyordum. Almanya'da da o dönem bir
takımda 3 ya da 4 Avrupa Birliği vatandaşı olmayan oyuncu
oynayabiliyordu. Alman Millî Takımı'na seçilme durumu da bu
şekildeydi. Türk pasaportum olduğundan dolayı bana gelen bir teklif
olmadı. Sadece bölge karmalarında forma giydim. Zaten gönlüm
Türkiye'den yana bahsettiğim gibi.
Tekrardan Almanya günlerine dönmek gerekirse, Bundesliga'da
sadece bir maçta forma giyebildin. Önce o maçta neler hissettiğini
soralım…
PAF takımda yıldızımın parladığı 2008-2009 sezonunda A takımın
Bayer Leverkusen ile oynadığı maçta son dakikalarda Nuri'nin yerine
oyuna girmiştim. Karşılaşma kendi sahamızdaydı. Altyapıdayken
yaklaşık 1.000 kişinin önünde oynardık maçlarımızı. Bir anda 80 bin
seyircinin önüne çıkınca oldukça heyecanlandım. Böyle bir atmosferi
yaşayınca hayallerim gerçek olmuş gibi düşündüm. Ayrıca hem benim
hem de ailem için çok gurur verici bir şeydi bu durum.
Jürgen Klopp'un sana Bundesliga'da başka bir müsabakada
görev vermemesinin nedeni neydi sana göre?
Altyapıda oynarken, bir gün mutlaka bana şans verileceğini
biliyordum, çünkü antrenmanlarda iyi performans gösteriyordum.
Kadroya alınmadığım zamanlarda bile bundan emindim. Nihayet A
takımla bir lig mücadelesinde forma giyme şansı da bulmuştum. O
süreye kadar da elimden geleni yaptığımı düşünüyorum. Ayrıca şunu
belirtmeliyim ki, bir Türk olarak Almanya'da bir yerlere gelmek
zannedildiği gibi kolay değil. Orada doğup büyüseniz bile uyum
problemi yaşıyorsunuz bazen. Kendi açımdan en büyük sıkıntı buydu.
Ancak işin futbol yönüne baktığımızda iyi işler yaptığımı
düşünüyorum. Antrenmanların yanı sıra Udinese ve Real Madrid gibi
takımlara karşı da hazırlık maçlarında oynadım ve bu
karşılaşmalarda oldukça iyi performans sergiledim. Üstüne üstlük
sağ bek, sağ açık, sol açık gibi birçok farklı mevkide görev
yaptım. Gazeteler de benden övgüyle söz ediyordu o dönem.
O halde Klopp'un nedensiz bir şekilde seni oynatmadığını
düşünüyorsun öyle mi?
Oynama fırsatı bulamayınca Klopp'un yanına gidip, "Antrenmanlarda
elimden geleni yapıyorum. Benden istediklerinizi de yerine
getirdiğimi düşünüyorum. Ne zaman oynama fırsatı bulacağım?" diye
soruyordum. "Bekle" diyordu ve beni resmen oyalıyordu. Emin olun ki
bir gün Klopp'u tekrardan görürsem, beni neden oynatmadığını bir
kez daha soracağım kendisine. Çünkü biliyorum ki öbür oyuncular
benden daha iyi değildi. Benim pozisyonumda oynayan Grosskreutz,
Schmelzer gibi isimler hep sonradan yükselmişti A takıma. Belki de
Türkü oynatacağıma Almanı oynatayım şeklinde düşündüler, ondan şans
vermediler.
Böyle bir şey hissettin mi peki sen?
Açıkçası hissediyordum. Çünkü çevremdeki Türk ve Alman arkadaşlarım
"Seni neden oynatmıyor?" diye soruyordu. Altyapıdan beni tanıyan
hocalar bile böyle düşünüyordu. Ya gerçekten benim bilmediğim bir
problem vardı ya da bu nedenden ötürü bana şans verilmedi. Hâlâ da
belirli bir neden bulabilmiş değilim. Tabii ki ilk başlarda
eksiklerim çoktu ama dediğim gibi bunları de antrenmanlarda
gidermiştim. Buna rağmen Klopp beni kupa maçlarında kadroya alsa
bile sahaya sürmüyordu. Benimle konuşmadıkları için bir eksiğim
varsa bile bunu bilemiyordum. İnşallah bir gün A Millî Takımımızda
oynarım, kendisi de Almanya'nın başında olur ve orada hesaplaşırız
(gülüyor). Diyeceksiniz ki Nuri oynamayı başardı. Dediğim gibi Nuri
çok ama çok yetenekli bir oyuncu. Bunun dışında onun avantajı çok
küçük yaşta A takıma yükselmek oldu bana göre.
Türkiye'ye geliş hikâyene dönelim şimdi de.
Gençlerbirliği'ne transfer olduğun zaman Thomas Doll ayrılmış,
yerine yardımcısı Ralf Zumdick getirilmişti. Seni Gençlerbirliği'ne
aldıran Zumdick miydi?
Geçen sezonun ortasında transfer oldum Gençlerbirliği'ne. Thomas
Doll, Borussia Dortmund'da teknik direktörlük yaparken Ralf Zumdick
de yardımcısıydı. Beni de oradan tanıyor, altyapıda neler yaptığımı
biliyordu. Bu nedenle beni takımda görmek istediğini belirtmiş.
Görüşmeler sonunda Gençlerbirliği'nin yolunu tuttum. İyi ki böyle
bir seçim yapmışım. Hatta Gençlerbirliği'ne gelmek hayatımın en
doğru kararı diyebilirim.
Bunu söylemenin nedeni olarak burada düzenli forma şansı
bulmanı gösterebilir miyiz?
Gençlerbirliği'nde oynadığım ilk maçta gol attım. Bir Ziraat
Türkiye Kupası müsabakasıydı. Aslında bu konuya şöyle bakmak lâzım;
futbola başladığım kulübü saymazsak Gençlerbirliği benim
kariyerimdeki ikinci kulüp. Her ne kadar Türkiye olsa da buraya
gelirken aynı zamanda bir başka ülkeye yerleşmiştim. O yüzden ilk
geldiğimde biraz uyum sorunu çektim. Yani hem Almanya'dayken
kendimi yabancı gibi hissediyordum hem de buraya geldiğimde kendi
ülkem olmasına rağmen alışma sıkıntısı çektim. Örneğin burada "Kes"
diye bir şey varmış, koşu ayakkabısıymış. Böyle bir şey olduğunu
hiç duymamış ve görmemiştim Almanya'da (gülüyor). Ama zaman
geçtikçe iyiden iyiye alışmaya başladım. Türkçeyi de her geçen gün
daha iyi konuşuyorum. İlk oynadığım maça geri dönersek, aslında ana
hedefimin sadece iyi oynamak olduğunu söyleyebiliriz. "Gol atayım
da göze gireyim" yerine, "İyi oynayayım da formayı kapayım"
fikriyle bakıyordum. Amacım oyunumu bir ileri seviyeye taşımaktı.
Bunu da gerçekleştirdiğimi düşünüyorum.
Peki neden Türkiye'de oynamayı tercih ettin? Herhangi bir
Alman ekibinden teklif yok muydu?
Almanya'da 2. Lig ekiplerinden teklifler vardı. Ancak ben 2. Lig'de
forma giymek istemiyordum. Borussia Dortmund'un altyapısından
yetiştiyseniz dünyanın her kulübünde oynayabilirsiniz. Ama Borussia
Dortmund gibi bir ekipten 2. Lig'e gitseydim kariyer olarak
gerilemiş olurdum.
Teknik direktörünüz Fuat Çapa hiç kuşkusuz sizin için büyük
şans. Hem total futbol temelinden gelen hem de genç oyunculara
oldukça şans veren bir isim. Sana göre Fuat Hocayı farklı kılan
özellikler ne?
Fuat Hoca takımın başında olmasaydı belki de bu kadar başarılı bir
çıkış grafiği sergileyemezdim. Bence Almanya'dan ve Hollanda'dan
gelen hocaların tarzları aynı. Taktiksel oyunu öğretiyorlar en
başta. Antrenmanlardaki disiplin ise had safhada oluyor. Bizim
takımda Avrupa kökenli oyuncu sayısı çok. O yüzden Fuat Hoca gibi
bir ismin başımızda olması büyük şans. Bu sayede herkesin birbirine
alışması daha kolay oldu. Hem onun hem de bizim için en iyisi oldu
aslında. Çünkü biz başarı gösterirsek o da başarılı olur. Fuat Hoca
başarılı olursa, bizim de adımız duyulur. Fuat Hoca hem benden hem
de takımdan en önce disiplin bekliyor saha içinde. Bana her zaman
kendim için değil, takım için oynamam gerektiğini söylüyor. Bunun
beni her açıdan geliştireceğini belirtiyor. Taktiksel olarak ise
özellikle ataklar sağ taraftan geliştiğinde içeriye daha fazla
girerek hücuma destek vermemi ve pozisyon bulmamı istiyor.
"Futbolun gerektirdiği basit şeyleri yaparsan her şey kendiliğinden
gelir" diyor. Hem kişisel hem de takım olarak Fuat Hocanın bizden
beklediklerini en iyi şekilde sahaya yansıtmaya çalışıyoruz. Bunu
yapabildiğimiz sürece de başarı kendiliğinden geliyor.
Fuat Çapa bir röportajında "Gençlerbirliği başarılı olmak
istiyorsa Yasin, Soner gibi futbolcuları mutlaka elinde tutmalı"
demişti. Fuat Hocaya katılıyor musun, yoksa kısa zamanda büyük bir
kulübe dönmek gibi bir hedefin var mı?
Bahsettiğim gibi Almanya'dayken dünyanın en iyi altyapısına sahip
takımlardan birinde yetiştim. Böyle bir altyapıya sahip takımda da
yükselip profesyonel olmak inanın kolay değil. Örnek olarak Nuri ve
benim dışımda Borussia Dortmund'un altyapısında yetişip profesyonel
olan kimse yok. Bu yüzden Avrupa'nın her liginde oynayabilecek
kapasitede olduğumu düşünüyorum. Tabii ki her ligin kendine göre
farklı zorlukları vardır. O yüzden öncelikle hocama teşekkür
ediyorum, sonra da onun söylediği gibi önce burada iyice pişip
tecrübe kazanmak istiyorum. Şu an teklifler yok değil ancak birçok
oyuncu gibi başka bir takıma gidip yedek kalmak istemiyorum. Benim
için en iyisi şu an her ne olursa olsun düzenli oynamak.
Gençlerbirliği'nde kalırsam hem düzenli olarak oynarım, hem de bu
şekilde kendimi çok geliştiririm. Buradan bir takıma transfer
olduğumda da o takımın değişmez oyuncusu olarak gitmek isterim.
Her ligin kendine göre zorlukları var dedin. Sana göre
Almanya ile Türkiye'de oynanan futbolun temel farklılıkları
neler?
İki ülke arasındaki en büyük fark seyirci bence. Kişisel olarak ben
80 bin kişinin desteklediği bir takımdaydım, burada maçlarımıza 2
bin, bilemediniz 3 bin seyirci geliyor. O yüzden oradaki maçlarda
motivasyon sorunu çekmiyorsunuz. Borussia Dortmund'da sırf 25 bin
kişi kalenin arkasında ayakta duruyor. Oynanan futbol açısından ise
Bundesliga'da disipline çok daha fazla önem verildiğini
söyleyebilirim. Oyun taktiği açısından da Türkiye'nin önünde
Almanlar. Türkiye'de ise futbol ağırlıklı olarak duygularla
oynanıyor. Ben de aslında duygularımla oynayan bir oyuncuyum
(gülüyor). O yüzden çok kolay adapte olduğumu söyleyebilirim. Takım
içinde herkes abi-kardeş gibi. Bu da futbolcunun iç huzur
yakalamasını sağlıyor. Aile gibi yani burası. Almanya'daki mantık
ise çok farklı bu konuda. Orada işini yapıyorsun, sonra evine
gidiyorsun. Böyle bir sistem var. Bunun dışında orada oynanan
futbolun, Süper Lig'e göre daha hızlı olduğunu söyleyebilirim.
Sana göre eksik yönlerin neler?
Ofansa yönelik bir oyuncu olduğum için defansa yardım etme ve rakip
takım atağa kalkarken yapılan geri dönüşler konusunda kendimi
geliştirmeliyim. Bir de gol vuruşlarını yaparken daha soğukkanlı
olmam gerekiyor.
Oynadığın bölge itibariyle örnek aldığın bir oyuncu var
mı?
Böyle düşündüğüm zaman aklıma hep iki isim geliyor. Biri Neymar,
diğeri de Cristiano Ronaldo. Özellikle oyun içinde çok hızlılar,
hareketleri de çok çabuk. Ben de öyle olmaya çalışıyorum.