Irak, Birinci ve İkinci Körfez Savaşları sonrası karşılaştığı
sorunlar ve bölünmeler ile Türkiye ve Suriye’nin önünde çok önemli
bir örnek olarak duruyor. Adeta, alınması gereken dersler
bakımından her iki ülke için de yol gösterici bir rehber niteliği
taşıyor.
Turgut Özal’ın Birinci Körfez Savaşı’nda bir koyup üç alma
hayali; Çekiç Güç, Peşmerge göçü ve defacto Kuzey Irak yönetimi ile
sonuçlandı. O Çekiç Güç ki, görev yaptığı süre boyunca bölücü terör
örgütünün güç kazanmasına ve azmasına vesile oldu.
Irak, 2003’teki İkinci Körfez Savaşı’nda Amerikan işgaline maruz
kaldı ve yaklaşık 500 bin Iraklı ABD öncülüğündeki koalisyon
güçlerince katledildi. Ülke fiilen ikiye (IKBY), duygusal olarak
üçe (Sünni, Şii ve Kürt) bölündü. Kuzey Irak, tamamen terör havzası
haline geldi. 2005 yılında Irak Anayasası’nda yapılan değişiklik
ile Kuzey Irak Kürt Bölgesi’ne özerklik verildi. Bugün; anayasa
gereği cumhurbaşkanı Kürtlerden, başbakan Şiilerden ve meclis
başkanı Sünnilerden seçiliyor.
Dört milyonluk nüfusu ile ülkenin üçüncü büyük etnik grubunu
oluşturan Türkmenler, Körfez Savaşları sonrasında en çok mağdur
edilen ve dışlanan etnisite oldular. Türkmenlerin bu durumu,
Türkiye’nin o dönemlerdeki güçsüzlüğü ve duyarsızlığının bir sonucu
olarak ortaya çıktı. Yine, İkinci Körfez Savaşı sonrasında Erbil,
Kerkük, Musul ve Selahaddin gibi şehirlerinin kimlikleri ve
demografik yapıları değiştirilerek Türkmenler azınlık durumuna
düşürüldü.
Irak’ın başına gelenler sadece bunlarla sınırlı değildi.
Amerikan canavarı Deaş terör örgütü; 2014 yılından itibaren
sırasıyla Musul, Ramadi, Felluce, Sincar, Tikrit, Diyala ve
Selahaddin gibi şehirleri işgal etti. İstila edilen şehirler bir de
Deaş yıkımına sahne oldu.
Suriye de çok büyük yıkımlar ve acılar yaşadı; bir milyona yakın
insan katledildi. Ülke, terör örgütleri ve sınırlı yabancı askeri
güçlere ev sahipliği yaptı. Ancak, Irak kadar şanssız değildi. En
azından bir süper şeytan tarafından işgal edilmedi. Bu da kontrolü
ele almak, tek parça kalabilmek ve anayasayı kendilerinin
yapabilmesi için büyük bir şans demek oluyor.
Suriye’nin diğer avantajı da, yanı başında güçlü bir Türkiye
olması ve rehberliğini onun yapması. Ne Türkiye’nin ne de
Suriye’nin Irak örneğindeki hataları yapma lüksleri yok. Suriye’de
üniter devlet yapısından ve tek ulus bilincinden taviz
verilmemelidir. Dışişleri Bakanı Fidan’ın “Ülkedeki vatandaşların
bir azınlık tanımlamasından çıkartılarak herkesin eşit olduğu, ait
olduğu etnisiteden veya mezhepten dolayı avantajların veya
dezavantajların olmadığı bir sistemin inşası konusunda bir vizyonun
olduğunu gördüm” ifadesi, Suriye’deki yeni dönemin ilkesi
olmalıdır. Çünkü, kategorileşmeye gitmek her zaman çatışmaya
davetiye çıkarmaktır.
Suriye’de ikinci öncelikli konu, Pkk/Ypg’nin Fırat’ın doğusundan
da yok edilmesidir. Nitekim yeni yönetimin lideri Ahmet eş-Şara,
“Suriye’nin Pkk/Ypg’nin saldırı üssü olmasına izin vermeyeceğiz” ve
“Suriye’nin bölünmesi söz konusu olmayacak” ifadeleriyle yek ve
bütün bir ülkeye işaret ediyor. Şara, federasyon gibi beklentilere
girilmemesi gerektiğinin mesajlarını veriyor.
Şam yönetimi, silahlı örgütlerle görüşmeye başladı ve onları da
yeni oluşturulacak Suriye Ordusu’na entegre etmeye çalışıyor. Yeni
kurulacak orduda, erken kalkanın darbe yapabileceği sıklet
merkezleri olmamalıdır. Abbasiler ve Moğollar’da olduğu gibi,
Suriye Ordusu’nun da önemli bir kısmının Türkmenlerden oluşması,
hem Suriye'ye hem bölgesel caydırıcılığa katkı sağlar.
Irak, Türkiye için de önemli bir örnek demiştik. Suriye’deki
Türkmen varlığı ve demografik yapısının korunması mutlaka tesis
edilmeli.
Bölgenin topografyası Kuzey Irak gibi olmadığından terör
örgütlerinin uzun süreli varlık göstermesi kolay değil, fakat yine
de bir terör havzası oluşumuna izin verilmemelidir. Tarım, enerji
ve su kaynağı olan Fırat’ın doğusuna vakit kaybetmeden operasyonlar
yapılmalı. Pkk/Ypg’nin tasfiyesi ya da yok edilmesi sonrası,
ABD’nin ikame terör örgütünü sahaya süreceği akıldan çıkarılmamalı.
İsrail, fırsattan istifade ederek Suriye topraklarını bir
fare gibi kemirmektedir. İsrail, işgaline geçit verilmemelidir.
Ulaştırma ve Altyapı Bakan Abdulkadir Uraloğlu’nun müjdesini
verdiği, Suriye ile deniz yetki alanları anlaşmasına askeri
güvenlik ve iş birliği anlaşması da ilave edilmeli. Yapılacak
anlaşma ile Lazkiye, Halep, Dera ve Deyrizor şehirlerine askeri
üsler kurulmalı. Türkiye’nin güvenlik sorunu aşılınca SMO, sınır
polisi olarak görevlendirilmeli. Yeni oluşturulacak sınır polisi
özellikle İsrail, Irak ve Lübnan sınırlarında
konuşlandırılmalıdır.