Dün belki de bir ilk yaşandı.
18 Aralık günü OTDÜ’de çıkan eylemlere ilişkin belirli akademik
çevrelerden açıklamalar geldi. En dikkat çekici açıklama olayları
kınayan bir bildiri yayınlayan yeni kurulan "Sabahattin
Zaim Üniversitesi"nden gelirken,
İstanbul Teknik, Yıldız Teknik, Galatasaray ve Mimar Sinan
Üniversiteleri de ortak olarak “Türkiye
Cumhuriyeti’nin uzay bilimleri ve teknolojileri alanında göstermiş
olduğu bu tarihi başarı, ne yazık ki ODTÜ yerleşkesinde bazı
öğrencilerin şiddet eylemleriyle gölgelenmeye
çalışılmıştır.” açıklamasında bulundular.
İlgili üniversitelerin kınadığı protesto eylemi için öncelikle
şunu belirtmek gerekir;
Protesto, anayasal bir haktır.
Devlet erkini denetlemeye yarayan mekanizmalardan biridir.
Vatandaşın nefes almasıdır.
Bu nedenle “olmazsa olmaz” denecek bir
özgürlüktür.
ODTÜ’de yaşananlara baktığımızda, olaylara şahit olan basın
mensupları ve o sırada ODTÜ yerleşkesinde olan öğrenciler,
“eylem yapan öğrencilerin daha şiddet unsuru olarak
görülecek bir davranış sergilemeden güvenlik güçlerinin
müdahalesine maruz kaldıklarını” belirtiyorlar. İçişleri
bakanı bile hafta içi polisin orantısız güç uygulaması
alışkanlığından dert yanmışken, ilgili sert müdahalenin kabul
edilemez olduğunu belirtmeliyim.
Hem bir şey soracağım; üniversitelerin açıklamalarında
belirtildiğinin aksine öğrenciler; “Göktürk-2
uydusuyla gurur duymak zorunda mıdır?”
AK Parti politikalarını desteklemiyor ve on yıllık gelinen
süreçte, bu politikaları kabul etmemeleri nedeniyle bu tür
bir tepkiyi veriyor olamazlar mı?
Olabilir.
Sonuçta herkes Başbakan’ı ve AK Parti politikalarını sevmek
zorunda değil. Söz konusu Göktürk uydusu olsa bile…
Bu nedenle protesto hakkını kesinlikle
destekliyorum.
Ama tabi genel anlamda aktivistlerin eylemi bir “şiddet
aracı” olarak kullanması gibi durumları ve buna mukabil
kolluk kuvvetlerinin de protesto yapanlara reaksiyon olarak
gösterdiği acımasız tavrı reddediyorum.
Yani protest tavırla şiddeti iç içe düşünmek, şiddet uygulamak
ya da şiddete maruz kalmak demokratik bir düzende tasvip edilecek
davranışlar değil.
***
Bunların yanı sıra; üniversitelerin ODTÜ’de yaşananlara ilişkin
söylemlerini bir de şöyle değerlendirmek gerekiyor;
Karşılıklı beyanlarla bir yanda Ankara Üniversitesi ve ODTÜ
öğretim üyeleri, diğer yanda ise yukarda belirttiğim üniversiteler
karşı karşıya gelmiş oldu.
Söz konusu görünüm, akademik dünyada pek alışık olmadığımız bir
durum.
Çünkü yıllarca “laiklik” kıskacı dışında
güncel-politik hayata pek katılım göstermeyen, etliye sütlüye
karışmayan üniversitelerden beklenmeyen bir çıkıştı bu.
Böylelikle uzun süre sonra ilk defa, politik bir mülahazanın
içerisine girdiler.
Tabi bu durumu “son kaleler” ile “yeni
akademik düzen” arasındaki çatışma olarak algılayanlar
olabilir.
80 öncesine döneriz diye korkanlar da olabilir.
Ama ben anca hayata müdahil olan bir akademinin, gerçek bir
akademi olabileceğini düşünenlerdenim.
Bu nedenle örneğin, çoğu insan küçümsese de Sabahattin
Zaim Üniversitesi’nin ODTÜ kınamasını çok cesaretli bir
davranış olarak görüyorum.
Burası er meydanı. Diğer üniversiteler de kendilerine çok
güveniyorlarsa, Sabahattin Zaim'i küçümseyici tavırları bir kenara
bırakarak buyursunlar... Akademik yayınları, söylemleri, demokratik
protestolarıyla bu tartışmaya dâhil olsunlar.
Çünkü şu meşhur “tek dişi kalmış canavarın”
muasır medeniyetine giden yol, susmaktan, küçümsemekten değil,
doğrularını kabul ettirme yolunun konuşarak, ikna ederek bir
alışkanlık haline dönüşmesinden geçiyor.
Bu nedenle geride durmayı tercih eden tüm akademi dünyasına
soruyorum;
Siz hala Sabahattin Zaimleşemeyenlerden misiniz?