Siyasilerin gözdesi tarikat
Abone olKuruluşundan itibaren politik çevrelerle iç içe olması bakımından dikkat çeken Nakşibendi tarikatı Özal döneminde dikkati çekti.
Nakşibendilik tarikatı,1318- 1389 yılları arasında Türkistan'da
yaşayan Muhammed Bahaüddin tarafından kuruldu. Nakşibend, Farsça
'nakış yapan' anlamına geliyor. Tarikatın bu adı, 'Kalbi işlediği,
kalbin üzerine süsler yaptığı için' aldığı ve böylelikle
kurucusunun isminin sonuna da Nakşibend kelimesinin eklendiği
biliniyor. Muhammed Bahaüddin'in kendisinden çok önce vefat eden
Abdülhalik Gücdivani tarafından yetiştirildiği kabul ediliyor. Şeyh
Nakşibend, Buhara yakınlarında Kasr-ı Arifan adı verilen köyde
doğdu ve aynı köyde vefat etti. Nesef ve Merv şehirlerinde de
yaşayan ve iki kez hacca giden Nakşibend'in çok mütevazi bir hayat
sürdürdüğü biliniyor. Haramdan sakınan, kendisine hediye
getirenlere hediyelerle karşılık veren, ancak bu konularda
peygamber gibi davranmanın küstahlık olduğunu söyleyen Bahaüddin
Nakşibend,misafire çok saygı göstermesiyle de tanınıyor. Hatta
misafire uymak gerekirse orucu bozmanın bile caiz olduğu şeklindeki
açıklamaları, bazı kaynaklarda yer alıyor. YAYMAYA DEVAM ETTİ
Nakşibend'in ölümünden sonra tarikatı Halifeleri Alaüddin Attar,
Muhammed Parsa ve Yakup-i Çarhi yaydı. Özellikle Muhammed Parsa'nın
bu konuda çok büyük hizmetinin olduğu biliniyor. Nakşibendiliğin
esaslarına öncelikle Gazneliler döneminde rastlanıyor. Başlangıçta
sadece belli esasları olan bu tarikat, gerçek kimliğine Hoca Yusuf
el-Hamadani'den sonra kavuştu. Tarikat, ehli sünnet akidelerine
sıkı sıkıya bağlı olduğu için Sünni padişahların ilgisini kazandı.
Yusuf el- Hamadani'nin halifelerinden Ahmet Yesevi tarikatın
Maveraünnehir'de, Abdülhalik el- Gücdivani de Harizm ve Horasan'da
yayılmasına yardım etti. YESEVİ TÜRKİSTAN'DA Horasan tasavvufunun
önemli temsilcilerindenolan Yusuf Hamadân1140 yılında vefat
ettiğinde, arkasında iki mürid bıraktı: Bunlardan biri Hoca Ahmed
Yesevi, diğeri ise Abdülhalik Gücdivani... Bu iki müridi
birbirinden ayıran en önemli özellik ise zikirdeki farklılıkları.
Yüksek sesli zikir yapan Hoca Ahmed YesevTürkistan'da hizmet
vermeye devam ederken, Hanefi mezhebinde sesli zikirin mekruh
sayılmasından dolayı sessiz zikiri uygun gören Abdülhalik Gücdivani
ise Özbekistan sınırları içerisinde ekolünü yaydı. İKİ KOLA AYRILDI
Hoca Ahmet Yesevi'nin takipçileri tarikata "Yesevilik" derken,
Abdülhalik Gücdivani'nin tarikatına ise "Hacegan" ismi verildi.
Yesevilik özellikle Türkler arasında yaygınlaşırken, Hacegan ve
onun devamı Nakşibendilik ise hem Türkler hem de Tacikler arasında
yayıldı. Horasan'ın melâmet anlayışı ile Buhara'nın Sünni
anlayışını birleştirenbir tasavvuf ekolü olarak kurulan Hacegan
tarikatı, 14'üncü yüzyılda Bahâeddin Nakşibend'in tarikatın
unutulmaya yüz tutan prensiplerini tekrar ortaya koymasından dolayı
Nakşibendiyye adını aldı. BALKANLAR'A DA GİRDİ Nakşibendilik,
Semerkand'da yaşayan Ubeydullah Ahrâr'ın şeyhliği döneminde ve
devamında Orta Asya'nın en güçlü ve yaygın tarı haline geldi. Kısa
zamanda Maveraünnehr'in sınırlarını aşan Nakşibendilik, Doğu
Türkistan'ın Kaşgar ve Yarkend gibi şehirlerinden Balkanlar'a,
Hicaz'dan Hindistan'a kadar geniş bir coğrafyaya yayıldı.
Müceddidiye kolunun kurucusu İmam Rabbani adıyla da anılan
Serhendli Ahmed Faruki. Hazreti Ömer'in soyundan gelen Faruki,1563-
1626 yılları arasında yaşadı. Faruki'nin en önemli eserleri
arasında 'Mektubat' oldukça ünlü. Bu eserde Vahdet-i Vücud
reddediliyor. Muhiddin- i Arabi ve Mevlana,fikirleri nedeniyle
şiddetle eleştiriliyor. İkinci önemli kol olan Halidiye'nin
kurucusu ise, 1776-1826 yılları arasında yaşayan Mevlana Halid
Bağdadi. Politik olaylarda daha çok bu kolun müridleri aktif oldu.
Halid-i Bağdadi, tasavvuf tarihinin en önemli simalardan biri olup
Bağdat'ın kuzeyindeki Zur şehrinde doğdu, 1826'da ise Şam'da vefat
etti. Nakşibendi tarikatına yeni bir dinamizm kazandıran Bağdadi,
yüzlerce halife yetiştirdi. Bağdadi'nin bu suretle siyasi
üstünlüğünü kaybetmeye başlayan İslam dünyasına bir sonraki asırda
filizlenecek uyanış hareketinin çekirdeğini ektiği belirtiliyor.
Halidiye koluna bağlı Nakşiler, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Batı
taklitçiliği zihniyetini frenlemek için çalışıp, İslam'dan
uzaklaşma hareketi ile mücadele ettiler. Nakşibendilik, Osmanlı'ya
ilk kez Fatih Sultan Mehmet döneminde girdi. Abdullahİlahi,
Semerkand'a giderek Nakşibendi şeyhi Ubeydullah Ahrar'ın yanında
tasavvuf eğitimi görüp icazet aldıktan sonra memleketi Kütahya'nın
Simav ilçesine döndü. Bir süre sonra İstanbul'a yerleşen Abdullah
İlahi öldükten sonra onun mürid ve halifesi Emir Ahmed Buhari,
Nakşibendği yaymaya devam etti. Türkçe ve Farsça şiirleri olan
Buhari'nin müridleri tarikatı Anadolu'nun birçok şehrinde yaydı.
Nakşibendi Şeyhi Bursalı Lamii Çelebi ise, bazı şiirlerini Yavuz
Sultan Selim ve Kanuni Süleyman'a ithaf etti. Anadolu topraklarında
Nakşibendğin en yaygın hale gelmesi, 19. yüzyılda Halidiyye kolu
vasıtasıyla oldu. Bağdat ve Şam'da yaşayan Mevlâna Hâlid-i
Bağdâdçok sayıdaki mürid ve halifelerinden bazılarını İstanbul'a ve
Anadolu'ya göndererek tarikatı geniş kitlelere yaydı. Kaynak:
www.sabah.com.tr