Sırrı Süreyya'dan Gezi manifestosu!
Abone olGezi'nin yıldönümünde Radikal için yazan Sırrı Süreyya Önder, Soma'dan Gezi'ye iktidarı eleştirdi, Gezi'nin ne olup ne olmadığını anlattı...
Gezi eylemlerinin en çarpıcı anlarında sahnde olan
HDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya
Önder, Gezi'nin yıldönümü için kaleme aldığı yazıda
"insanlık tarihinin şerefli sayfaları, sözü dudaktan, gözü
budaktan esirgemeyenlerle bezenir." dedi. Önder, Radikal
gazetesinde yayınlanan yazısında Gezi için çarpıcı bir tarihi arka
plan resmi çizerken "Soma’da katledilen emekçiden esirgenen
yüksek teknoloji ürünü gaz maskeleri, Soma çöktüğünde bile ilk iş
olarak telaşla Gezi Parkı’nı kapatanların yüzündeydi" diye
yazdı.
İşte Sırrı Süreyya'nın Gezi'nin yıldönümü için kaleme aldığı o yazı:
Bir Fransız:
Marqui de Nointell, 1670’lerde Fransa ’nın İstanbul ’daki
elçisidir. Murat Bardakçı’nın anlatımıyla şöyle bir sopa yemiştir:
Elçi, Basra Körfezi’ndeki Fransız gemilerinin kendi bayraklarını
çekme hakkı için Sultan’ın huzuruna çıkmak ister. Sultan, Avcı
Mehmet diye bilinen IV. Mehmet’tir. Saray görevlileri, elçiye
Sultan’ın huzurundayken uyması gereken protokol kurallarını
anlatırlar ve “Sakın ola ki hükümdarın yüzüne bakma ve sadece
sadrazamla konuş” derler. O zamanlarda padişah “Zıllulah-ı
fi’l-âlem”, yani “Allah’ın gölgesi” sayıldığı için o gölge
seyredilemezdi ve bu kural Osmanlı teb’ası için de, yabancı için de
aynıydı.
Marqui de Nointell huzura çıkar, derdini anlatmaya başlar ve bir
ara coşup, doğrudan Avcı Mehmed’in gözüne bakarak sözlerini söyler.
Padişah birkaç saniyeliğine elçiyi dinledikten sonra sadrazamı
Fazıl Ahmet Paşa’ya dönerek, “Herife söyle, benimle değil seninle
konuşsun” der. Tercüman hükümdarın sözlerini nakledince elçi,
protokolü tamamen bir yana bırakıp elindeki kâğıtları yere fırlatır
ve hükümdara daha yüksek sesle hitab etmeye başlar. Tahtın iki
yanında bekleyen eli sopalı muhafızlar bu “küstah” sefirin üzerine
çullanırlar. Ensesinden bastırıp kafasını yere eğdikleri sefire,
hükümdarın huzurunda bir araba sopa çekerler.
Bir Ağaç:
Toprağa bir tohum düşer önce. Tohum bir fide olur. Fide 1 yaşına
girince, arkadaşları arasında ‘Fidan’ diye çağrılır. Fidan
büyüdükçe dal ve yapraklar, gövde ve kök olarak üç parçadan ibaret
bir ağacın küçük bir modeli olur. Her yıl ağacın dallarında ve
köklerinde yeni sürgünler çıkar ve gövdesinde her yıl için sadece
bir tane halka meydana gelir. Yağışı bol yıllarda, geniş bir halka;
kurak geçen yıllarda ise, ince ve küçük bir halka şeklindedir. Bu
halkalardan hem ağacın yaşını hesaplarız hem de hangi yılların
kurak, hangi yılların bereketli geçtiğini görürüz.
Ne şartla?
Ağacı enine kesmek şartıyla!
Kalabalık ve kaotik ülkemizin kısa iktidar ömürlerine inat, en az
yaşayanı 300, en çok yaşıyanı 1000 yllık bir ömre sahiptirler.
Ne şartla?
Enine boyuna kesilmemek, HES ya da AVM uğruna sökülmemek
şartıyla!
Bir Enis Batur:
“…Kediler mağrurdurlar gerçekten de. Alis’in dediği gibi onlar
‘krallara bakabilirler’ ve bir şairimizin tamamladığı gibi ‘hatta
onları tırmalayabilirler’ de. Kralların yaşadığı ülkelerde,
insanların kedilerden öğrenebilecekleri bir şey vardır…”
11 göz:
Volkan Kesanbilici, Selim Polat, Çağdaş Küçükbattal, Sarp Vahabi,
Okan Özçelik, Uğur Yıldırım, Murat Can Top, Hakan Yaman, Burak
Ünveren, Erdal Sarıkaya ve Hülya Arslan.
Bu 11 insan, Gezi Direnişinde, memleketin havasını, suyunu ve
toprağını baba mülkü sayan zorbaların ta gözlerinin içine bakan
güzel gözlerini kaybettiler. Sadece bakmadılar, ‘gülden yumuşak’
imajlarını da bakmaya kıyamayacağınız gözleriyle tırmaladılar.
“Hepi topu 12 ağaç!” diye söze başlayanların empati kurabilecekleri
bir hal değil! Ömründe bir bardak çaylarından bile vazgeçemeyecek
olanların hele hiç değil!
Yitip gitmeyenler:
Bu ülkenin kanlı devlet tarihini çocuk isimlerinden
öğrenebilirsiniz. Deniz, Mahir, Adnan, Mazlum, İbrahim isimlerine
Berkin, Ali İsmail, Medeni, Mehmet, Ethem, Mustafa, Abdullah, İrfan
isimleri eklendi.
Bu isimleri, bunlara kıyanları, kıyanları meşru gösterenleri
unutursak yitip gitmiş olacaklar. Unutmazsak insan kalacağız.
Bu topraklarda ezelden beri, muktedirin gözünün içine bakabilmek
zor iştir. Muktedirlerin hepsi kendilerini Allahın gölgesi sayarlar
çünkü.
Ne var ki insanlık tarihinin şerefli sayfaları, sözü dudaktan, gözü
budaktan esirgemeyenlerle bezenir.
Ve diğerleri:
Hiç birinin adını anmaya değmez. Yüzlerini göstermeye utanıyorlar
çünkü. Soma’da katledilen emekçiden esirgenen yüksek teknoloji
ürünü gaz maskeleri, Soma çöktüğünde bile ilk iş olarak telaşla
Gezi Parkı’nı kapatanların yüzündeydi. Müebbeden o utanç maskesini
takmaya mahkum oldular. Yanlarında bu kadar Toma ve bomba olmadan
bir çocuğun bile gözünün içine bakamayacak olmak yeterince büyük
bir ezadır.
Kime?
Kendini bilene!