Sırrı Süreyya Önder'den her satırı olay yazı
Abone olHDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder'den her satırı olay yazı.. Eleştirilere yanıt verdi hükümete sahip çıktı.
HDP İstanbul Milletvekili ve İmralı
heyeti üyesi Sırrı Süreyya Önder, çözüm sürecine ilişkin uzun bir
yazı kaleme aldı.
Daha önce yazarı olduğu Radikal'de yayınlanan "Ne iyi bir
savaş vardır ne kötü bir barış" başlıklı yazısında Önder,
süreci yönelik eleştirilerin ana hedefinin 'AK Parti'yi
yıkma' olduğunu dile getirdi.
Yazısında AK Parti'nin çözüm süreci politikasını savunan Önder,
"AKP döneminde gerçekleşmemesi temennisine varan; ancak
barışın ve barış sürecinin yarattığı kazanımları bir kenara iten
bir algı oluşuyor" uyarısında bulundu ve şöyle dedi:
"Barış söz konusu olduğunda, sürece baskıcı bir hükümetin
herhangi bir yöntemle düşürülmesi olarak bakamayız."
Önder durumu Kürt atasözüyle de özetledi:
"Kürt özdeyişidir; Mırov xwe bı destê xwe ne
xurine xura mırov naşkê. (İnsan kendini kendi eliyle
kaşımazsa kaşıntısı geçmez.)"
İşte Sırrı Süreyya Önder'in her satırı olay yaratacak
yazısı....
"Ne iyi bir savaş vardır ne de kötü bir barış.
Sürece böyle bakmak ve tüm zorlayıcı, bıktırıcı durumlarda bu
bakışı unutmamak durumundayız.
Hele hele savaş adı altında kendini tekrarlamak ve toplumsal bedeli
çoğaltmaktan başka bir mekanik gelişmemişse bu mottoya dört elle
sarılmak zorundayız.
Nuray Mert ve Hasan Cemal başta olmak üzere, sürece dair
“demokratikleşmeyi ıskalama” kaygılı eleştiriler,
cevabını en saygın şekliyle almayı hak etmektedir; borcumuzdur.
Yer yer küçümseme ve haksızlık sınırında gezinmeleri bizim
tahammülsüz ya da kestirmeci bir tutum almamızı gerektirmez.
İSYAN
Barış söz konusu olduğunda, sürece baskıcı bir hükümetin herhangi
bir yöntemle düşürülmesi olarak bakamayız. Demokrasi, isyan ve
direniş güçleri, düşürülecek hükümetin yerine ne koyacaklarını
hesap edemezlerse ya da daha kötüsü böyle bir hazırlıkları yoksa,
mesela sokaktaki gücünü demokratik bir iktidar alternatifine
dönüştürecek bir örgütlü güce ve kadroya sahip değilse olacak olan,
egemenler arası iktidar hesaplaşmalarına kurban gitmektir.
Kuşkusuz kastedilen mevcut iktidarı koruyup kollamak değildir.
Kendi emeğimize ve direnişimizin semeresine sahip çıkmak için
dikkatli davranmak tarihsel sorumluluğumuzdur.
Sırf AKP gitsin diye, onun yerine bize en az onun kadar
uzak ve sicili en az onun kadar sorunlu başka bir iktidarın
inşasına vesile olacak bir yaklaşımın sorumluluğu tartışmalıdır.
Bunu iyi yönetemeyen tüm öncüler halka karşı sorumlu duruma
düşerler. Neredeyse bütün Arap Baharı isyanlarının başına
gelen budur. Hatta yakın dönem siyasi tarihimizdeki yükselen sol
dalgaların bastırılması ve onu takip eden iktidar biçimleri de bu
konuda yeterli fikri verecek örneklerle doludur.
BARIŞ
Türkiye ve Dünya 'da barış denince akla gelen şeyin hâlâ ve ne
yazık ki neyin alternatifi olduğu konusunda ciddi bir uzlaşı
olmaması, hem dünya üzerinde barış kavramına gerekli hassasiyetin
gösterilmemesinin hem de bu kelimenin ulusal ve uluslararası
boyutta sürekli olarak reel politika malzemesi yapılarak
kullanılmasının sonucu. Buna bağlı olarak da bugün Türkiye'de barış
sürecine dair tartışmanın biçimsel ve içeriksel meşruiyetini değil
de tarafların kim olduğu üzerinden analizini yapmaya çalışmak tüm
dünyada yaşanmış barış süreçlerinin üstünden atlayarak reel
politika malzemesi üretme kolaycılığına dönüşüyor. Dahası,
bizzat barışın meşruiyetini tartışmaya açarak, Kürt halkı
özelinde Türkiye'de bir barış gerçekleşecekse de bunun AKP
döneminde gerçekleşmemesi temennisine varan; ancak barışın ve barış
sürecinin yarattığı kazanımları bir kenara iten bir algı
oluşuyor. Bu algı bazen Kürtler ABD uçaklarından ya da
Türkiye'nin açacağı koridordan gelen yardımla
yaşayacaklarına ölsünler zihniyetinde vücut buluyor, bazense 'AKP
ile masaya oturmak' kalıbı etrafında sözüm ona bir etik tartışması
açmaya çalışarak kendini gösteriyor. Oysa içinden
geçtiğimiz şey adı üstünde bir 'süreç'. Bu sürecin
tarafları var ve taraflarının iradesi etrafında yürüyor.
Kürt özdeyişidir; Mırov xwe bı destê xwe ne xurine xura
mırov naşkê. (İnsan kendini kendi eliyle kaşımazsa kaşıntısı
geçmez.)
....
SÜREÇ VE SÜRECE DAİR USUL
TARTIŞMALARI
Türkiye'deki barış sürecinin temel motivasyonu, özellikle devlet
dili üzerinden dile getirildiğinden çoğunlukla çatışmasızlık ve
kanın durması olarak aktarıldı. Elbette, Türkiye Cumhuriyeti'ndeki
çatışmasızlık durumu bile Cumhuriyetin tarihsel reflekslerine aşina
olan birçoğumuz için sürpriz sayılabilir. Oysa barış süreci
dediğimiz şeyin, bir 'çatışmasızlık sürecine' içerik ve biçim
olarak indirgenmesi, bunun teknik/diplomatik bir tartışma olarak
öne sürülmesi ve yönteminin içeriğinden daha çok tartışılır hale
gelmesi birçok anlamda mevcut siyasal iktidarın iletişim
politikalarının başarısı olarak aktarılabilir. Meclis'ten de çok
alışık olduğumuz o 'usul' tartışmaları, barış sürecinin usulüne
ilişkin tartışmanın sürecin vizyonu ve hedeflerine göre çok daha
fazla tartışılmasına neden olurken, hem kategorik olarak
özerklikten siyasal ve ekonomik iktidar paylaşımına uzanan, Kürt
Hareketi'nce öngörülmüş programın tartışılmasına engel oluyor, hem
de tartışılmayan talepler ve hedefler etrafından kamuoyu önünde
yapılan tartışmalar iktidar partisinin sürekli manipülasyonuna ve
barış sürecinin iktidar partisinin iletişim stratejisi olarak
algılanmasına neden oluyor. İktidar partisi vekilleri ya da
yöneticilerinin barışa yönelik söylemleri de basında sık sık yer
alıyor; ancak bu söylemlerin çoğu şahıslar ya da tarafların
güvenilirliği ya da söylemleri üzerine söylenmiş cümlelerle sınırlı
kalıyor.
Peki bu yeni bir yöntem midir diye baktığımızda, başlangıçta
'teröristlerle görüşülmeli mi?' gibi adeta tarih
öncesinin siyasi kalıplarından kalma bir sorudan yola çıkarak
bugüne kadar gelebilmiş sürecin, ağırlıklı olarak usul üzerine
yapılan uzun süreli bir diyalogun sonucu olduğunu kim inkar
edebilir? Buna bağlı olarak da usul tartışmasının, barıştan ve
kazanımlarından daha fazla konuşulması, barış kelimesini ağzından
düşürmeyen bir siyasal hareketin değil, barış sürecinin
çatışmasızlık tarafını daha çok önemseyenlerin problemi olduğunu
söyleyebiliriz. Ana muhalefet de dahil olmak üzere Türkiye siyasal
yaşamındaki birçok legal partinin ve sivil toplum kuruluşunun bugün
barış sürecinin meşruiyetine ilişkin tartışmalarda geri adım atmış
olmaları, bu uzun soluklu usul tartışmalarının bir sonucu olmakla
birlikte süreçle eş zamanlı olarak yükselen bir 'normalleşme'
algısının da parçasıdır. Bu bağlamda da bugüne kadar barış
sürecinden “Kürtler'in kazancı ne oldu?” sorusuna verilebilecek
cevap, Ortadoğu'da süren savaş yüzünden pek de hissedilmeyen bir
çatışmasızlıktan ibaret değildir.
NURAY MERT'E AĞIR
YANIT
Fisas'ın barış süreçleri kategorilerine döndüğümüzde Türkiye'de
özerklik meselesinin bu kadar yüksek perdeden tartışılabilmiş
olması, Kürt Hareketi'nin vizyon olarak bunu benimsemesi, birlikte
yaşama iradesine ilişkin söylemin Kürt Hareketi tarafından ve
Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından farklı tonlarda da olsa
dillendirilmeye devam edilmesi, barış süreci dediğimiz sürecin
yalnızca tek bir yüzü olarak değerlendirilebilir. Zira
özellikle de Nuray Mert'in barış sürecine ilişkin “demokrasisiz
barış olmaz” cümlesi üzerinden düşünüldüğünde, Fisas'ın
'mübadele' olarak adlandırdığı kategoriye bakmakta büyük fayda
var.
AK PARTİ'NİN GÜVEN ARTTIRMA
ADIMLARI
Barış sürecinde Sayın Öcalan'ın belirli periyodlarda gerçekleşen
gerileme ya da kriz durumlarında ortaya koyduğu tarihler ve o
tarihler etrafında yürüyen tartışmalar temel olarak çift yönlü
güven arttırıcı yöntemlerle çözümlenmeye çalışılıyor. Çekilme ve
süreci yürütenlerin legal durumu adına verilen yasal güvenceler,
açık bir biçimde devletin ırkçı reflekslerinin sonucu olarak ortaya
çıkan KCK davalarının teker teker çökmesi gibi hamleler her
ne kadar barış sürecini olduğundan küçük göstermek isteyenler
tarafından barış sürecinin olabilecek maksimum kazanımları olarak
sunulsa da bunlar yalnızca AKP'nin güven arttırma yönünde attığı
adımlar olarak ele alınmalıdır. Böyle yapılırsa, barış
sürecinin genel hatlarıyla, Kürt Özgürlük Hareketi ve Türkiye
Cumhuriyeti açısından ne kadar geniş bir programa ve ne kadar geniş
bir vizyona erişebileceği konusunda gerçekçi bir yüzleşme mümkün
olabilecektir.
PEKİ SÜREÇ NEREDE?
Dünyadaki süreçler üstünden düşündüğümüzde mevcut barış sürecinin
bulunduğu aşamayı şöyle özetleyebiliriz:
Ön keşif (araştırma), tarafların iknası, delegelerin güvenliği,
riayet etme garantisi, metodoloji, gündem belirlenmesi, yol
haritası, üst-anlaşmazlığın açıklığa kavuşturulması, aldatmacaları
bir kenara bırakma, güven sağlama, karşı tarafın tanınması ve
üçüncü kişilerin rolünü kararlaştırma aşamalarında karşılıklı
olarak mesafe alınmıştır. Tam da bu anlamıyla Sayın Öcalan'ın
kamuoyuna yansıyan ve bizim de açıklamalarımızda yer verdiğimiz
ifadelerindeki iyimser tavır, eleştirilerin aksine bir
Polyanna'cılık değil, bugüne dek gerçekleşmiş barış süreçlerinin
içerisinde alınmış mesafenin göstergesidir.
Bundan sonra ne olacak sorusu sıklıkla soruluyor. Bu soruyu
yanıtlamak için dünyadaki örneklere bakmak yeterlidir. Artık meşru
muhataplar yani asıl aktörler, mağdurlar ve etkilenenlerin göz
önünde bulundurulduğu bir süreç yürüyecektir. Elbette sürecin
bundan sonraki aşamalarının şeffaflığı gibi konular bizim açımızdan
da hayatidir. Çünkü Kürt sorunu mahalli değil, küresel bir önem arz
etmektedir ve tüm dünyanın gözünün burada olmasının nedeni de
budur.
...
SÜRECİN İLGİNÇ
HATIRALARI
İlk İmralı ziyaretimizle birlikte Öcalan’ın tarihi Newroz
bildirisi için KCK’ye yazdığı mektubu Kandil’e götürüyorduk.
Görünürde devlet ittifak içindeydi ve gidişimiz için tüm
düzenlemeler ve onaylar (!) yapılmıştı. Kandile yaklaşık 10 km.
kala F16 lar güzergahımızı bombalamaya başladılar. 4 gerilla
yaşamını yitirdi. Kandil buluşmayı iptal etti. Tam geri dönüşe
geçmişken Dönemin Adalet Bakanı ve süreçte büyük emek sahibi
Sadullah Ergin, Genelkurmay’la görüşüldüğünü ve yeniden mutabakat
sağlandığını bildirmişti de Newroz bildirisi öyle gerçekleşti.
Paris Cinayeti, tam da Sayın Öcalan’la ilk görüşmelerin ve
mutabakatların sağlandığı esnada olmuştu. Son Bingöl saldırısının
arkasındaki dinamikler objektif bir soruşturmayla ve yayın yasaksız
araştırıldığında ortaya çıkacak olan şey bu mekaniğin nasıl
kusursuz ve hızlı çalışmaya başladığını gösterecektir. Şimdi
anlatılamayacak sayıda ve nitelikte yüzlerce provokasyonu bizzat
yaşadığımız için uyarılarımız vesvese değildir. Bölgeden çıkarı ya
da korkusu olanlar da boş durmuyorlar elbet.
DIŞ MİHRAKLAR!
Günümüzün dış mihrakları Lawrence gibi değiller. Açık sinir uçları
ve olası tıkanma noktaları hakkında esaslı öngörüleri var. Bir de
buna karşı hazırlıkları.
Ne yapıyorlar?
Meyil veriyorlar!
Bir kez meyil verince her şeyin oraya akacak olması bir fizik
yasasıdır çünkü, biliyorlar. Bu yüzden CNN’deki 5N1K programında
söylediğim buzağı örneği komik olsun diye değildir. En basitinden
bir farkındalık yaratmak içindir. Bunu komik bulmak, komik bile
değildir deyip geçelim.
Ajan-provokatör faaliyetleri bir yana bırakabiliriz, gördüklerimizi
ve bildiklerimizi bile söylesek destan olur. Görünür olanlara
bakınca, yani ABD’den Almanya’ya, İngiltere’den Fransa’ya varana
değin bölgede yaratılan yoğunlaşma karşısında en milliyet sevmez
olanımıza bile şunu dedirtmez mi?. “Dağ bizim, maral bizim,
avcı burda ne gezer? “
BARIŞ SÜRECİNİN ŞANSI
NEDİR?
Bütün bu karmaşanın içinden Barış Sürecinin başarı şansı üstüne
konuşmanın kendisi tedirgin edici bir şey. Yine de bu konuyu biraz
daha ayrıntılandırmak gerekiyor. 2011 istatistiklerine bakarsak o
yıla dek dünyada yürümüş barış süreçlerine bakıldığında %25'lik bir
tam başarı oranı görünüyor. %10'u aşkın bir oranda ise hala
sürmekte olan ya da kusurlarına rağmen sona ermiş barış
süreçlerinden söz ediliyor. Bunun aksine ise devletler açısından
%36'lık askeri zaferle sonuçlanan çatışma/barış süreçleri
görülüyor. Bu istatistikler her ne kadar çok 'aydınlık' bir tabloyu
işaret etmese de aklın iyimserliğine sarılıp, Ortadoğu'da savaşın
geçmişte olmadığı gibi bugün de bir çözüm yöntemi olamayacağı
fikriyatını kabullenmek, hepimiz için belki en iyisi değil ama
kuşkusuz en insani olanı olacaktır.
SON SÖZ
Direnişin sıcaklığı ve heyecanının herkesi sardığı anlarda,
içimizden bazılarına bir görev düşer. O da bu emek ve bedellerin,
yitip giden canların boşa gitmemesi için, başka emellere hizmet
etmemesi için “isyanın siyasetini ve
diplomasisini” yapmaktır. Bu iş direniş çizgisinin en
sevimsiz işidir ve kahramanlık getirmediği gibi kasabın bıçağını
yalayıp duran günah keçiliğine de ilk sıralardan aday olmaktır bir
anlamda. Biz bir kaç arkadaş bu bıçak sırtı görev için başından
beri bu ince sırattan herkesin yarasız beresiz ve onuruyla
geçmesine çabalıyoruz. Bizi eleştirin kuşkusuz bu bizim daha az
yanlışla yürümemizi sağlayacaktır. Ama en azından asgari bir
adillik ve dikkat beklemek de bizim hakkımızdır. Bütün dertli
meseleleri tümden çözebilen tek bir direniş henüz icad
edilmemiştir. Dediklerimizi hep en net olarak demekle ve bunun
ödenmiş bedelleriyle maruf bizlere kurnazlık yaftası büyük
haksızlık. Bu yaftaların dışındaki önerilerinizi de daha iyi
duyabilmek istiyoruz ama ah keşke bu kadar yukarıdan gelmese
sesiniz.