Memleketimin son zamanlardaki hallerine bakınca tam bir
şirazeden çıkma durumu yaşıyoruz gibi geliyor. Freni patlamış bir
kamyon misali sağa sola vura vura gidiyoruz ama bu gidiş hiç de
hayra alamet değil.
Aslında uzun zamandır toplum olarak gittiğimiz yerin hiç de iyi
olmadığına dair yazılar kaleme alıyordum. Özellikle “aile”, “kadın”
ve “gençlik” konularında büyük yanlışlar yapıyoruz. Bu
yanlışların sonuçlarını da artan boşanmalar, kadına yönelik şiddet
ve deizm tehlikesi ile yaşadık/yaşıyoruz!
Ancak bu sefer sadece toplum olarak değil;
yöneticisinden siyasetçisine, milletinden devletine kadar
rehavet içerisinde hatalar silsilesi ile aklî tatil ilan etmiş
durumdayız.
Eğer bu kadar ipin ucu bırakılmış ve ciddiyetten uzaklaşılmış
olmasaydı, “veren el alan elden üstündür” perspektifinde
düşünürsek, adeta dilencilik yapar gibi “Turistin gördüğü her
Türk aşılanmış olacak” söylemi bir Bakan dilinden
telaffuz edilemezdi kanaatindeyim. Yaklaşık yirmi yıldır
gösterilmeye çalışılan şahsiyetli duruşu devam ettirmek adına
Devlet aklı buna müsaade etmezdi diye düşünüyorum.
Şahsi kanaatimce, Avrupa’nın göbeğinde, bu söylemin bir
Bakan tarafından zikredilmiş olması kendi milletini hor
görme gafleti ile eşdeğerdir. Ve bu gafletvari söylemin altına imza
atan kişinin görevde tutulmaması lazım gelir ki büyük Devlet
duruşu izhar edilmiş olsun. Eğer sosyal medya tepkisi
haricinde devlet aklı tarafından bir ikaz, tepki ve dahi yaptırım
yoksa işlevini yitirmiş bir sürecin ufak tezahürlerini müşahede
ediyoruz demektir.
Yukarıda söylemeye çalıştığım durumun neticesinde yöneticiler
eğer bir yaptırım uygulanmış olsaydı zaten Bakan’ın
gafının ardından bir başka Bakan’ın ikinci bir skandala
yol açmasına izin verilmezdi.
“Turistin gördüğü her Türk aşılanmış olacak” gibi
hezeyan kokan söze verilen tepkilerden sonra bir başka
Bakanlık’ta ikinci bir akıl tutulması nasıl yaşandı ayrıca
irdelenmesi gereken bir konu.
Toplumun yapılan ilk yanlışa büyük tepkisinden sonra turizm
çalışanlarına maske taktırıp “Eğlenmene bak, ben aşılıyım”
demek ancak ve ancak “basiret tutulması” sözcüğü ile
açıklanabilir.
Devlete ve millete bu kadar zarar verecek bir reklam
kampanyasını düşünenlerden de bu kampanyayı imzalayanlardan da bu
filmi çekenlerden de bu filmi yayınlardan da şüphe etmemek mümkün
değil.
Yahu sizde hiç mi akıl yok, hiç mi fikir yok…? Buradaki gafleti
görememek mümkün değil…
Birkaç gün sonrasında bir başka “devlet aklı” tutulması
da muhalefetten geldi.
CHP milletvekilleri 15 Temmuz Şehitler
Köprüsü’ne dev “128 Milyar dolar Nerede?” pankartı
astı. Yapılan eylem bir “korsan eylem”di.
Sözde maharet saydıkları bir eylem yaptılar! Gülünç, bir o kadar
da basitlik kokan tam bir akıl tutulması. Nitekim pankart polisler
tarafından hemen kaldırıldı.
Bu eyleme imza atanlar bir “milletvekili”, yani yasama organında
yasa, kanun çıkarmakla görevli kişiler. Kanuna, yasaya en çok
riayet etmesi gereken insanlar böyle davranırsa sokaktaki insan
neler yapmaz ki?
Her ne kadar muhalefet olsanız da devletin itibarını
düşünmek, devlet aklı ile hareket etmek zorundasınız.
Diğer taraftan bir mafya lideri düşünün, yayınladığı videolarda
savcıları göreve çağırıyor, onlara nasıl davranmaları gerektiği
konusunda akıl veriyor, yol tarif ediyor, adeta ayar veriyor!
İsimler zikrederek var olduğunu iddia ettiği yanlışları sıralıyor!
Özellikle sosyal medya genelinde toplumun kahir ekseriyeti ise bu
iddiaların doğru olduğuna inanıyor.
Bütün bu söylediklerimiz gösteriyor ki milletinden devletine,
siyasetçisinden toplumuna eğer basiret devrede olmuş olsaydı
elbette böyle bir şey mümkün olmazdı.
Dedim ya, memleket adeta “şirazeden çıkmış.”
“Şirazeden çıkmak” deyimi şu şekilde açıklanıyor:
Düzenini yitirmek, artık düzelmez olmak, dengesini
yitirmek.
Bugünlerde yaşadığımız tam da bu değil mi?