Sıra Ezan'ı susturmaya mı geldi?

Abone ol

Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca, müftülüğün ezana ilişkin yaptığı düzenlemelere farklı bir yönden yaklaştı ve yeni bir tartışmanın fitilini ateşledi.

Habertürk Gazetesi yazarı Nihal Bengisu Karaca, İstanbul Müftülüğü'nün ezanla ilgili yaptığı açıklamadan haraketle hem bir medeniyet analizi yaptı hem de farklı bir bakış açısı getirdi.

Karaca yazısına sözkonusu haberi özetleyerek şu sözlerle başladı:

İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, hoparlörlerden yüksek volümle verilen ezanları belli bir noktada sabitleyecek bir teknolojinin peşinde. Murat Bardakçı, "Bu ezanın sesini kısma girişimidir, İstanbul Müftüsü'nün görevi, ezanın sesini kısmak değil düzgün okunmasını sağlamaktır" diyor. (18.08.2010). Haklıdır, bir memleketin Müslüman mı, Hıristiyan mı, Doğulu mu, Batılı mı olduğuna dair "ilk" fikri veren iki unsur vardır: Biri ezanı, diğeri kadınları. Eski gezginler yahut yolunu kaybetmiş kimseler, nasıl bir memlekete geldiklerini anlamak için görme ve işitme duyuları üzerinden dikkat kesilirlermiş. "Kadınları örtülüyse ve ezan sesi duyuluyorsa, demek Müslüman memleketindeyiz" derlermiş.

Türk modernitesinde ezanın deyiş yerindeyse eksen kaymasını sorgulayan Karaca yazısına şöyle devam etti:

Modernleşme eğilimleri neticesinde kadınların Batı tarzı yaşam/kılık kıyafet normlarına rağbeti ile ilk kriter düştü denilebilir, geride kaldı "ezan". Bu nedenle ezan, olağanüstü bir önem arz eder ülkemizde. İnsanların bamtelidir. Ezan ile ilgili konuşmak, yeni önerilerde bulunmak, "daha iyisi"nden bahsetmek bile bir tabudur.

Zira evet işgal kuvvetleri bile İstanbul'daki ezana müdahale etmemiştir ama ülke yıllar yılı "Türkçe ezan" gibi, son derece "müdahil" ve hatta "mütecaviz" bir uygulamanın cenderesinde kalmıştır. Söz konusu travma, kötü okunan ezanı bile savunan, "ezan ise akan sular durur" şeklini alan başka bir mütecavizliğe yol açmıştır.

Müezzinler bu "hassasiyet"ten dolaylı olarak faydalanmakta ve kendilerini geliştirmeye gerek görmemektedirler.

Ezana dinin gündelik hayattaki dolaşımının, dinamikliğinin bir sembolü olarak bakan; hayatın sekülerize edilmesine karşı olan biri olarak, ezan okunan bir memlekette yaşamanın ne kadar önemli olduğunu her an hisseder, şükretmeyi ihmal etmem. Ancak bu ayrı şey, değişik hassasiyet derecelerindeki insanları yıpratmak ayrı şey.

Bardakçı'nın hatırlattıklarına katılıyorum, ezanı güzel okuyan iyi müezzinlerin yetişmesi lazım, ama yetişene kadar ne olacak?

Üstelik "hoparlör" faktörü, sesin denetimsiz ve ayara imkân vermeyen bir teçhizat ile yayılımı, güzel okunan ezanı bile bozuyor. Ses uzağa da gidebilsin diye, cami yakınında oturanın canına okunuyor. Mustafa Çağrıcı anladığım kadarıyla, dinimizin korkutucu değil müjdeleyici olması gerektiğini öğütleyen, "kolaylaşırınız, güçleştirmeyiniz" diyen önerilerine uygun hareket etmek gerektiğini düşünmüş. Bence arayışı son derece insani.

Günün Önemli Haberleri