Dokunmak ya da dokunmamak.
İşte siyasetimizin son günlerdeki bütün meselesi bu.
BDP vekilleri ve onların taşeronu olan
“aydınlar” bas bas bağırıyor: Dokunmayın!
Barış ve demokrasi maskelerinin ardında, parlayan kanlı
dişleriyle sırıtarak devam ediyorlar:
Dokunursan, yanarsın!
Dokunursan, yakarız!
Sanki bugüne dek şehirlerde molotof yerine gül fırlatmışlar,
anaların yüreklerini 30 yıldır hiç yakmamışlar gibi!
Bazen Türkiye demokrasisinin Batı’dan daha ileri düzeyde
olduğunu düşünüyorum.
Düşünsenize, Amerikan Meclisi’nde “Biji Usame”
diyen, El Kaide bayrakları altında miting düzenleyen,
Afganistan’daki kamplarda El Kaide militanlarıyla sarmaş dolaş poz
veren senatörlerin olabileceğini…
Biz Apo’yu yargıladık, peki ABD Ladin’i ne yapmıştı acaba?
Bugün PKK ve muhipleri bu kadar pervasızlaştıysa, bunun en büyük
müsebbiplerinden biri de, kamuoyunda “aydınlar” sıfatıyla anılan
klandır.
Çünkü, 80 öncesinden kalma devrimci nostaljik bir romantizmle,
en büyük insan hakkı olan yaşama hakkına tecavüz eden silahlı
grupların sırtlarını sıvazlamışlar; milliyetçiliğe karşıyız derken,
ırkçı bir terör örgütünün kuyruğuna takılmışlardır.
Ve bütün bunları sol adına, eşitlik adına, halkların kardeşliği
adına, demokrasi adına, insan hakları adına diyerek yaptıkları
için, bu temiz kelimelerin de içinin boşalmasına ve kirlenmesine
yol açmışlardır.
Artık yeter!
Tehditlerle hukukun katledilmesine artık yeter!
Tehditlerle bir ülkenin istikbalinin rehin alınmasına artık
yeter!
Bu sefer, artık daha fazla yanmamak için, dokunmak
zamanıdır...