Silivri'de kararın ardından geriye kalanlar
Abone olTürkiye'de 2007 yılında bir gecekonduda bulunan el bombalarıyla başayan 'Ergenekon' soruşturması ve onu takip eden yaklaşık 280 sanıklı davada kararlar dün açıklandı. Silivri'deki karar duruşmasını izleyen Rengin Arslan'ın izlenimleri
Ergenekon davasının karar duruşmasının günü, erken başladı. Sarı basın kartı olmayan gazetecilerin, duruşma salonu bir yana, Silivri kampusundan içeri bile alınmayacağı haberi pek çok gazeteciyi erkenden yollara döktü.
Ben vardığımda saat sabah beşti. E-5 karayolunda ilerlerken Silivri'ye yaklaştığımızın işareti yanımızdan dizi dizi geçen itfaiye araçlarıydı. Ben 8 tane saydım. İtfaiyelerin, ihtiyaç halinde TOMA'lara su takviyesi için geldiklerini anlamak zor değil.
Bunu anlamak kolaydı ama bugün Silivri'de pek çok şeyi yapmak
hayli zordu.
Jandarma kontrol noktalarında, pek çok gazetecinin sarı basın kartı olmadığını anlatmak, sabah saat 7'de Duruşma salonunun dışına asılan 2 Ağustos tarihli mahkeme kararını anlamak… Mahkeme kararı kısaca, herkesin ince aramadan geçirilerek duruşma salonuna alınacağını, sarı basın kartı olmayan gazetecilerin duruşmayı izleyemeyeceğini söylüyordu. Bir de içerideki basın odasına normalde alınan bilgisayarların alınmayacağını...
Biz kapıdaki jandarmayla içeri girmenin yollarını konuşurken, onlar "emir kulu" olduklarını anlatıyordu. Bir arkadaşımızın yanında getirdiği çikolataları onlarla paylaşması kâr etmiyordu. Dışarıdan gelen haberler ise duruşma salonunun önündeki sakinliği açıklamaya yetiyordu. İstanbul'dan gelmek isteyen araçlar çevrilmiş, İstanbul dışından yola çıkanlar bir gece önce engellenmişti.
İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu'nun Cuma günü yaptığı açıklamalara uygundu her şey. Silivri dışında gösteri yapılması istenmiyordu. Ancak yine de önlemler alınmıştı. Bolu ve Kütahya'dan gelen polis takviyesi, yerlerini almış jandarmalar, onlarca TOMA, üstelik duruşma salonunun karşısında, yeni yapılan binanın üzerinde iki keskin nişancı...
Saat ilerledikçe, kontrol noktalarını aşan avukatlar gelmeye başladı. Ancak aşmaları gereken bir engel daha vardı: ince arama…
Kanun gereği avukatların üst araması yapılamıyor. Ancak bu kez duruşma salonu girişinde ayakkabıları da çıkarılarak x-ray cihazından geçtiler. Avukatlardan Celal Ülgen çıkartılan ayakkabısını giymeyi reddederek çoraplarıyla yürümeyi tercih etti bir süre.
Mahkeme başkanıyla yapılan görüşmeler sonuç verdi bir süre sonra. Aramalar normale döndü. İzleyicisiz yapılacağı vali tarafından açıklanan duruşmanın misafirleri, CHP milletvekilleri, gazeteciler, PEN Türkiye ve Norveç başkanları, Türkiye Gazeteciler Sendikası Başkanı Ercan İpekçi olabildi ancak.
Saat 9'da başlayacağı duyurulan duruşma 12'ye doğru başladı. Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese, bu duruşmada kararların okunacağını açıkladı.
Avukatlar, sanıklarla aralarına örülen jandarma duvarına tepkilerini dile getirirken duruşma başladı.
Üye hâkimler ara ara nöbeti birbirlerine devrederek kararı okumaya başladı.
Salondan gelen tepkiler, avukatların karar öncesi taleplerinin alınmasının reddedilmesi tepkiye neden olurken kararın okunmasına devam ediliyordu.
Pek çoğu, başta İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek olmak üzere, parti yönetici ve üyelerinin müdafiiliğini yapan avukatlar hâkimin söz vermemesine tepki göstererek, sloganlarla salonu terk etti.
Karar okunmaya devam ediyordu... Salon sessizleşti git gide, ta ki bir kadın çıkıp "Neden Kuddusi Okkır'a en ağır cezayı verdiniz? Neden ölümüne neden oldunuz?" diyene kadar.
Okkır 2007 yılında Ümraniye soruşturması kapsamında tutuklanmış, 1 Temmuz 2008'de sağlık sorunları nedeniyle tahliye edilmişti. Ancak o zamana kadar böbrek yetmezliği, zatürre ve kanser teşhisleri çoktan konmuştu. Okkır tahliye edildikten 5 gün sonra hayatını kaybetmişti.
Eşi Sabriye Okkır'ın seslenişi yanıtsız kaldı, karar okunmaya devam edildi.
Yanımda Tuncay Özkan'ın kızı Nazlıcan Özkan, arkamdaki sırada Doğu Perinçek'in oğlu Can Perinçek vardı. İçeri ancak karar okunmaya başladıktan sonra girebilen Nazlıcan'ın gözleri kırmızıydı…
Karar okunmaya devam etti. Not alıyorduk harıl harıl. 10 yıllar, 6 aylar, beraatler geçiyordu kararın içinde.
Sıra "müebbet" kelimesine gelince bütün salon hareketlendi. Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, İP Genel Başkanı Doğu Perinçek, gazeteci Tuncay Özkan için istenen müebbetler tepkiyle karşılanıyordu.
Danıştay saldırısının azmettiricisi suçlamasıyla yargılanan Osman Yıldırım ile ilgili birkaç suçtan verilen "beraat" kararları, sonuçta tahliye olacağının anlaşılması salonun tansiyonunu en çok yükseltenler oldu. Gazeteciler içeri bilgisayarlarını sokamadığı için, x-ray cihazının iki tarafında birbirlerine cezaları bağırmaya devam ediyordu.
Salonda olanlar, dışarıda olanlara cezaları bağırıyor, dışarıdakiler ellerinde telefon bürolarına haberi geçiyordu...
Karar duruşması, izleyicilerin öfkesi, yer yer yılgınlığı, çoğu kez "bu kadarı da olmaz ki" yüz ifadeleriyle devam etti.
Yanımda ise iki üniversiteli genç, Nazlıcan ve Can, kimin toplam ne kadar ceza aldıklarını hesaplıyordu. Kaç yaşlarında olduklarını düşündüm. Yaşıtlarının neleri hesapladığını...
Türkiye'nin en çok tartışılan davası bugün sona erdi. Nazılıcan duruşma çıkışında babasının cezaevinde yetiştirdiği nanenin fotoğrafını gösterdi herkese. Umudun tükenmeyeceğini, "bunun daha başlangıç" olduğunu söyledi.
Sabahın erken saatlerinde zorluklarla duruşma salonuna gelenler, hızla dağıldı.
Karar duruşması bittiğinde sosyal medyada kararları savunanlar ve karşısında duranların gündeminde aynı kelimeler vardı farklı bakış açılarından: müebbet, şu kadar yıl, bu kadar ay...