Bu ülkede 30 yıldır yaşadığımız sorunun tek cümleyle özeti
şudur: Kürtler adına ayağa kalktığını ve silaha sarıldığını
söyleyen bir cinayet şebekesinin, sistemden umudunu kesmiş bir
kısım insanları kandırarak bunu halk desteğine dönüştürmesi,
kuruluş diyalektiği itibariyle halk desteğinden yoksun bulunan
sistemin ise bu cinayet şebekesi karşısında hem ideolojik planda
hem de silahlı mücadele zemininde acze düşmesi…
İnsanlar, kör dövüşünü andıran bir yapı içinde, doğru olanı
dillendirmekten ziyade iki tane kötüden birini tercih etmek gibi
bir sığlığın içine düşürülüyorlar. PKK diye bir örgüt hiç olmasaydı
veya hiç ortaya çıkmasaydı dahi bu sistemle bu devletin yaşaması
mümkün değildi ve hala da yaşaması mümkün değil diyorsunuz, bu
söyleminiz PKK’ya destek vermek veya devlet ve ordu düşmanlığı
yapmak şeklinde algılanıyor. PKK isimli cinayet şebekesinin,
meseleyi çözümsüz hale getirdiğini ve şu anda sorunun çözümü
noktasında en büyük engeli teşkil ettiğini söylüyorsunuz, bu defa
da bu köhne sistemin günahlarının ortağı ilan ediliyorsunuz. Ben
iki yanlıştan birini tercih etmek zorunda değilim diyenlerin iki
taraf nezdinde de konumu sabit; hain… Yani her iki taraf da kendine
göre bir hainlik algısını kurumsallaştırmış durumda…
Aslında yapılması gereken şey belli; devletten ziyade devlete ve
rejime ruh veren sistemi halk desteğine mazhar olacak şekilde
yeniden inşa etmek ve bu suretle, PKK’ya yönelmiş halk desteğini
devlete destek şekline dönüştürerek PKK’yı boşlukta bırakmak. Bu
durum PKK’nın halkla olan rabıtasını ortadan kaldıracağı için,
zaman içinde örgüt eriyip yok olacaktır. Adına ister açılım deyin,
ister bunu başka bir sözcükle niteleyin fark etmez, bunun mutlaka
yapılması gerekiyor.
Ama bunu yapamıyorsunuz. Bir taraf sisteme dokunulmazlık bahşettiği
ve sisteme dokunmayı rejime veya devlete dokunmak şeklinde
algıladığı, diğer taraf ise bunun örgütü yokluğa mahkûm edeceğini
bildiği için bunun yapılmasına müsaade etmiyor. Yani iki tarafın da
gayesi sorun çözmek değil, kendi varlık kaygısını dile
getirmek...
Müsaade etmemek demek, istemiyoruz sloganından ibaret olsa bunu
aşmak veya fikir teatisi çerçevesinde çözüme kavuşturmak kolay.
Fakat öyle olmuyor. Bir taraf diyor ki, madem bu olacak o zaman
PKK’yı muhatap alalım ve onurlandıralım. Bunu diyenler arasında
devletin PKK’dan özür dilemesini dillendirecek derecede şuur
kaybına uğramış olanlar dahi var. Bu defa diğer taraf bu söylemin
üzerine atlıyor ve açılımın PKK’dan özür dilemek olduğu
propagandasını yapıyor.
Bu fikirlerin yüksek sesle dillendirildiği ortamda ise, bunların
hiç birinin açılımın karşılığı olmadığını, Türk’ün ve Kürt’ün el
ele vererek hem bu köhne sistemden hem de o sistemin çöplüğünde
yeşermiş olan cinayet şebekesinden kurtulmayı amaçladığını, büyümek
ya da küçülmek tercihlerinden biriyle karşı karşıya getirilmiş olan
Türkiye’nin, açılım yaparak büyümediği taktirde küçüleceğini
dillendiren insanların söylemleri boşlukta kalıyor.
Boşlukta kalması bir yana, PKK’nın ben kimseye bensiz açılım
yaptırtmam fikrinin de ötesinde bizzat taşeron kimliğiyle yaptığı
eylemler, açılımın gerekli olduğuna inanan büyük çoğunluğu
suskunluğa gark ediyor. Dolayısıyla, ortalığı sadece kandan
beslenen ve kandan medet uman çevrelerin çığlıkları kaplıyor.
Memleket öyle bir hale geldi ki, birçok insan, Türk’e ve Kürt’e
insan neslinin iki öznesi ve hatta aynı kültür ve medeniyetin ruh
ikizleri olarak değil de keşfedilmeyi bekleyen apayrı yaratıklar
olarak bakıyor... Vicdanımızın sesiyle ayağa kalkıp, durun
kalabalıklar!" çığlığı atacak oluyoruz ki, PKK'nın bir yeri bastığı
haberi geliyor ve sözcükler boğazımızda kalıyor. Askerin kendisinin
dahi çökerek nöbet tuttuğu bir mevzide başbakanın niye ayakta
durmadığı sorusu ile meşgul edilen bir ülkede, bu bataklıktan nasıl
kurtulacağız bazen ben de bilmiyorum…