Şikeyi dinlemek için 6 polis seçilmiş!
Abone olHürriyet gazetesinin dört önemli kalemi Enis Berberoğlu, Ertuğrul Özkök, Sedat Ergin ve Ahmet Hakan merkezinde Fenerbahçe’nin olduğu şike operasyonunu ele aldı
Ertuğrul Özkök, tarihi operasyonu "Doğu Yakasının
Hikayesi" başlığıyla anlattı...
işte Özkök'ün kaleminden...
DOĞU YAKASININ HİKAYESİ
"Bu yazıda okuyacaklarınız, ‘Kadıköy yakasının
hikâyesi’dir. Yani İstanbul’un, aslında Batı’yı temsil
eden Doğu yakasının...
Türk spor tarihine şimdiden büyük bir bölüm olarak yazılan şike
olayında, Fenerbahçe tarafını anlatacağım. Yazıyı yazan kişi, yani
ben, çocukluğumdan beri Fenerbahçe taraftarıyım. O tarafın ruh
halini yansıtmaya çalıştım. Hiç kuşkusuz, bunu taraflı yazılmış bir
hikâye olarak algılayanlar olacaktır. Böyle düşünmekle haksız da
olmayacaklar. Ama şike olayının hemen ertesinde, sızdırılan
ve doğruluğu henüz saptanmamış bilgilerle öylesine ağır
bir hava yaratıldı ki, birilerinin, sanık sandalyesine oturtulan
tarafın hikâyesini de yazması gerekirdi. Bir gazeteci için riskli
de olsa, ben bu işi yaptım. Yazıyı yazmadan önce sadece o tarafın
insanlarıyla konuştum. Daha çok dinledim. Bunları da açıkça
yazıyorum çünkü; ‘Kadıköy yakasının hikâyesini’
okurken bunu da bilin istiyorum...
O SABAH...
3 Temmuz sabahı saat 04.00’te, İstanbul Atatürk Havalimanı’nı şehre
bağlayan yol sakindi. Şehre doğru hareket eden araçtaki erkek,
yanındaki kadına döndü, “İnşallah hayırlısıyla gider ve
gelir” dedi. Direksiyonda Fenerbahçe’yi bu yıl şampiyon
yapan teknik direktör Aykut Kocaman oturuyordu. Yanındaysa eşi
vardı. Yurtdışına giden kızlarını uğurlamış, evlerine dönüyorlardı.
Biraz sonra kapıdan girecekler; Kocaman, eşine, “Ben biraz
daha uyuyacağım ” diyerek yatağa girecekti. O gün pazardı
ve saat 09.00’da cep telefonu ısrarla çalmaya başlayıncaya kadar
uyuyacaktı. Uykusunun arasında bir şeyi far ketmişti: Aynı anda
eşinin cep telefonu da çalıyordu.
3 TEMMUZ SABAHI HENÜZ YAZ DERKEN KARAKIŞ
BASTIRMIŞTI
Aynı saatlerde Ankara’da bir evin telefonları da aranıyordu.
Fenerbahçe Kulübü İkinci Başkanı Nihat Özdemir, bir akşam önce bir
arkadaşının oğlunun düğününe katılmıştı. Keyifli bir gece geçirmiş,
geç dönünce de, pazar günü biraz keyif yapabilmek için cep
telefonunu kapatmıştı. Çok tuhaftır, aynı saatlerde onun da eşinin
telefonu çalmaya başlamıştı. Belli ki, yöneticilere ulaşamayanlar
eşlerini arıyordu. Ali Koç ise yurtdışındaydı. Saat farkı
dolayısıyla onun telefonu daha erken çalmaya başlamıştı. Her üçü de
telefonu açtıkları an, benzer heyecanlı seslerle karşılaşmışlardı.
“Polis Başkan’ın evini arıyor…” Yarım saat sonra
Aykut Kocaman, evinden çıkıp kulüp binasına hareket ediyordu.
Kulübün kapısından girerken, polisler Aziz Yıldırım’ın odasını
aramaya çoktan başlamıştı. Bir saat sonra Nihat Özdemir,
Esenboğa’dan Sabiha Gökçen’e doğru havalanıyordu. Aynı saatlerde
Ali Koç’un asistanı, İstanbul’a dönüş için özel uçak ayarlamaya
çalışıyordu. 3 Temmuz 2011 Pazar sabahı, Fenerbahçe’nin üç
yöneticisi için böyle başlıyordu. Türkiye’nin en büyük futbol
kulübü, daha yaz ortasında karakışa girmişti. Ama asıl büyük olay,
İstanbul’da başka bir evde yaşanıyordu.
AZİZ YILDIRIM KAPIYI AÇTIĞINDA KAMERA ÇALIŞMAYA
BAŞLAMIŞTI
Pazar sabahı erken saatte kapı çalındığında Aziz Yıldırım evde
eşiyle yalnızdı. Anadolu Yakası’ndaki yeni evleri henüz
tamamlanmadığı için geçici olarak kaldıkları bu evde, herhangi bir
personel yoktu. Kapıyı Aziz Yıldırım açtı. Karşısında sivil giyimli
üç kişi vardı. Aralarından biri nazik bir sesle, polisten
geldiklerini ve bir soruşturma nedeniyle kendisini götüreceklerini
belirtip elindeki kararı gösterdi. Fenerbahçe Kulübü Başkanı o an
başka bir şeyi fark etti. Bir görevli her şeyi kameraya alıyordu.
Dışarı çıktığında bir şeyi daha fark etti. En az 15-20 polis vardı.
“Davet etseniz gelirdim. Bunca kalabalığa ne gerek
var” dedi.
Bu sorunun cevabını biraz sonra karşılaşacağı gazeteci ordusu
verecekti. Türk futbol tarihinin en büyük adli operasyonu, aynı
zamanda da en büyük şovuna dönüşüyordu. Kader hepsini, Emniyet’in
Vatan Caddesi’ndeki binasının altındaki kafeteryada buluşturacaktı.
O kafenin adı Fenerbahçe tarihine ‘Vatan Kafe’
günleri olarak geçecekti.
DOKTORU İNGİLİZCE RAPORA HASTALIKLARI TEK TEK
YAZDI
Kapıda eşine, “İlaçlarımı göndermeyi unutmayın”
dedi ve polis aracına bindi. Hayatının en stresli geçen sezonunun
yorgunluğunu henüz atamamıştı. Sivasspor maçının son 25 dakikasında
yaşadığı stres onu çok hırpalamıştı. Maçı izleyememiş, protokol
tribününü terk edip arkada dakikaların geçmesini beklemişti. Maçtan
sonra tribünlerde tek başına otururken çekilen fotoğrafı,
doktorunun bile dikkatini çekmiş, “Bu böyle
gidemez” demişti.
TEK TEK YAZDI
Nitekim, Brooklyn’deki kardiyoloji uzmanı Dr. Özgen Doğan, çok kısa
süre önce onun için yazdığı İngilizce raporda hastalıklarını şöyle
saymıştı: Şeker, yüksek kolesterol, sağ böbrekte kist, beyin
hormonları üzerinde baskı… Ayrıca daha önce takılan stenti de
hatırlatmıştı. Ama rapordaki en ilginç sonuç şuydu:
“Göğüs ağrıları ve sol kolda 5-10 şiddetinde
baskı.” 30 dakikayla iki saat arasında devam eden bu
semptomların ağır stresten kaynaklandığını da eklemişti.
O KRİTİK RAPOR SANKİ ARTIK BIRAKMA ZAMANI
DİYORDU
Rapora göre her gün şu ilaçları alıyordu: Diamicron, Glucophage,
Plavix 75, Norvasc 5 mg, Beloc 50 mg, Lipitor 20 mg, Monodur 60 mg,
Diovan 160 mg. Daha da önemlisi şuydu... Aziz Yıldırım’a
‘istikrarsız seyreden kalp hastalığı’ olan
kişilerde ölüm riskini tespit etmek için kullanılan TIMI testi
yapılmış ve sonuç şöyle çıkmıştı:
“Önümüzdeki 14 gün içinde yüzde 20 ölüm riski
taşımaktadır.” Bu hastalıklar yeni değildi. Ama 2010-2011
sezonu öylesine ağır ve stresli geçmişti ki; belki de bütün bunlar
ona “Artık bırakma zamanı geldi” mesajı veriyordu.
Kendisini ziyarete gelen arkadaşlarına dert yanarken hep şunu
söyleyecekti: “Maçları garantiye alan bir insan, ruhunda bu
kadar tahribata izin verir mi?”
O SÖZLERİ OKUYUNCA GÜİZA’YI MAÇA SOKTUĞU ANI
HATIRLADI
Aykut Kocaman, Samandıra tesislerindeki odasında o haberi okuduğu
an, 24 Nisan 2011 gününe gitti. Filmi tekrar geri sardı.
Bucaspor-Fenerbahçe maçının ikinci devresiydi. Maç 3-3 olmuştu.
Sırtını sahaya çevirip elleriyle yüzünü kapattı ve “Bir
şeyler yapmalıyım” dedi. Bir şeyler, radikal bir şeyler
yapmalıydı. Yedek kulübesine baktı. Özer ve Güiza’yı gördü. Aslında
Güiza’yı oynatmaya niyeti yoktu ama Niang sakatlanınca sırf moral
bulsun diye onu da kadroya dahil etmişti. Önce Özer’i maça sokmaya
karar verdi. Sonra iki oyuncuya bir daha baktı ve bir anda
“Güiza” dedi. Biraz sonra Güiza maça girecek ve
Fenerbahçe’yi galip duruma getiren golü atacaktı. Aykut Kocaman o
sahneyi bir kere daha yaşadı ve şaşkın gözlerle yine gazetedeki
habere döndü. Gazetede şike davasını yürüten bir polis müdürüyle
ilgili haber vardı.
GUİZA’YI MÜDÜR BİLİYORMUŞ AMA BEN BİLMİYORDUM
Buna göre, Fenerbahçe devreyi mağlup bitirince polis müdürünün koyu
Fenerbahçeli oğlu, ağlamaya başlamış. Babası içinden, “Üzülme
oğlum. Bu maç zaten önceden bağlandı. Fenerbahçe galip gelecek”
demiş. Ama operasyon gizli olduğu için oğluna bunu söyleyememiş.
Aykut Kocaman, “O dakikaya kadar Güiza’yı oyuna sokacağımı
ben bile bilmiyordum. Polis müdürü nereden biliyormuş”
dedi. Duygularını yakın bir arkadaşına şöyle açıklayacaktı:
“O bunu konuşmuş, şu bunu konuşmuş bilmem. Ama şunu çok iyi
biliyorum. Oynadığımız bütün maçlarda saha temizdi.”
Söylediği bir başka şey de şuydu: “Şike için üç şey lazım.
Oyuncu, hakem ve para. Bakıyorum işin içinde oyuncu yok. Hakem de
yok. Ortaya çıkarılmış bir para da yok. Öyleyse şike
nerede?”
SAVCI ESKİŞEHİR MAÇINDAKİ ŞİKEYİ İLK 10 DAKİKADA NASIL
ANLAMIŞ
Aynı günlerde Aziz Yıldırım ise kendisini görmeye gelenlere
savcılıkta karşılaştığı bir olayı anlatıyordu. Görüşme sırasında
savcı ona, “Eskişehir maçının daha ilk 10 dakikasında bir
şike olduğunu anlamıştım” deyince o da sormuş:
“Nasıl anladınız?” Aldığı cevap şu olmuş:
“Alex’i tutmuyorlardı. Hep yanlardan hücum
ediyorlardı.” Konuştuğum birçok Fenerbahçelinin ağzında
ise hep aynı soru vardı. Polis ilk günlerde 19 maçta şike tespit
edildiğini açıklamıştı. Şimdiyse şike iddiası olan maç sayısı iki
buçuka indi. Bucaspor ve Sivasspor maçlarında şike.
Eskişehir-Trabzon maçında ise teşvik primi. Peki geriye kalan 16.5
maç ne olmuştu? O maçları kim tespit etmişti? Terörle mücadele
elemanları mı?
AZİZ YILDIRIM METRİS’TE BENİ GÖRÜNCE NE DEDİ
Geçen pazartesi günü Metris’in kapısından girerken içim buruktu.
Aziz Yıldırım’ı ziyaret edecektim. Hayatımda ilk defa bir cezaevine
giriyordum... Filmlerde görmeye alıştığımız o cam pencerenin önünde
kendimi çok tuhaf hissediyorum. Biraz sonra Aziz Yıldırım geliyor.
Yüzünde belki de bugüne kadar hiç görmediğim kadar rahat bir
gülümseme var. Epey kilo vermiş. Üzerinde bir eşofman var.
“Son defa Sivasspor maçında görüştük. Ondan sonra burada
görüşmek kısmetmiş” diyor. Oraya gazeteci olarak değil,
sadece dostumu ziyaret etmek için gittim. Aradaki cam ve telefon ne
kadar izin verirse, o kadar sohbet ediyoruz. Ayrılırken,
“Mahkemeyi bekliyorum. Kendimi nasıl savunacağımı
göreceksiniz” diyor. Fenerbahçe şimdi tarihinin en önemli
maçına hazırlanıyor. Gördüğüm kadarıyla takım, Adalet’in taş
zeminleri üzerindeki bu maça hazır... Ve bu berabere bitmeyecek bir
maç olacak... Aziz Yıldırım’ın sağlık raporunu doktorunun
izniyle yayınlıyorum.
AYKUT KOCAMAN’IN MASASINDA GÖRDÜĞÜM İKİ DERGİ
Geçen pazartesi günü Fenerbahçe’nin Samandıra tesislerinden içeri
girerken ilk gözlemim şu oldu. İnsanı şaşırtacak kadar sakin ve
boş… Aykut Kocaman antrenmanı henüz tamamlamış ve duş alıyordu. Onu
beklerken masanın üzerindeki dergilere bakıyorum. Fenerbahçe
dergisinin ağustos ve eylül sayıları duruyor. Birinin kapağında
Aziz Yıldırım’ın fotoğrafı ve iki cümle var:
“Her şeyin FARKINDAYIZ Sonuna kadar YANINDAYIZ”
Eylül sayısının kapağındaysa baştan sona bir cümle: “Her
şey değişir ama FB sevgisi ve taraftarın aşkı asla
değişmez.” Duvarda Fenerbahçe’nin Lefter ve Can Bartu’lu
efsane kadrosunun, her biri imzalı bir fotoğrafı asılı.
O KONUŞMAYI KİMSEYE DANIŞTI MI?
Aykut Kocaman her zamanki sakin haliyle konuşuyor. İlk şokun
oyuncular üzerindeki etkisi birkaç gün sürmüş. Tabii ki Emenike’nin
gözaltına alınması, oyuncular üzerinde çok büyük bir baskı
oluşturmuş. İlk günlerdeki linç kampanyası takımı çok olumsuz
etkilemiş. En merak ettiğim konu şuydu: Topuk Yaylası’ndaki o
etkili konuşmanın kararını nasıl almıştı? Kimseye danışmamış, kendi
kendine çıkıp konuşmuş. Bunu Aziz Yıldırım ve Nihat Özdemir de
söyledi.
SOKAĞA İLK ÇIKTIĞIMIZDA NE HİSSETTİK
Bütün futbolcular tam motiveymiş. Alex ve Volkan takımın bir arada
durması için çok büyük çaba harcamış. Takımın henüz bir psikoloğu
yokmuş. Ama önümüzdeki aylarda bir psikoloğa ihtiyaç
duyulabileceğini söylüyor. İlk günlerdeki en büyük sıkıntıları,
sokağa çıktıklarında nasıl bir tepkiyle karşılaşacaklarını
bilememeleriymiş. “Bize şikeci, kirli insanlar olarak mı bakacaklar
diye endişemiz vardı” diyor. Ama hiç böyle bir muameleyle
karşılaşmamışlar.
ŞU AN 95 PUANIMIZ VAR
Ya takımın geleceği? “Böyle durumlar takımı ya dibe çeker
ya da bir birleşmeye yol açar, motive eder. Şimdilik ikinci şekilde
gelişiyor.” Ama bunun ne kadar devam edeceğini bilmiyor.
Kendince şöyle bir anlayışı benimsemiş. Aldıkları puanları, geçen
yıl şampiyon oldukları puanın üzerine ekleyerek hesaplıyormuş.
“Geçen yılı 82 puanla bitirdik. Bu yıl dört maç kazandık,
bir beraberliğimiz var. Yani puanımız 95…” 3 Temmuz’dan
sonra özellikle şampiyonluk için oynadıkları son beş maçı defalarca
seyretmiş.
O KRAVATI İYİ SAKLA LEKESİZDİR
Sözünü şöyle tamamlıyor: “Saha temizdi.
Tertemizdi…” O an aklıma, Sivas’ta şampiyonluğu aldıktan
sonra uçakla dönerken boynundan çıkarıp bana imzaladığı sarı
lacivert kravat geliyor. Hatırlatıyorum. Elimi sıkarken son sözünü
söylüyor: “O kravatı iyi sakla. Lekesizdir...”
ŞİKE PAZARLIĞINI DİNLEYEN 6 POLİS
KİM?
HABERİN DEVAMINI OKUMAK İÇİN LÜTFEN DİĞER
SAYFAYA GEÇİNİZ...
[PAGE]
ŞİKE PAZARLIĞINI 6 POLİS DİNLEDİ
Gazeteci Enis Berberoğlu da yazısında şike operasyonuna giden
günleri ayrıntılarıyla anlattı. Peki ama, Şike operasyonunu
dinleyen 6 polis kimlerdi?
Yer: İstanbul Haliç Kongre Merkezi Tarih:
1 Temmuz 2011, saat 22.00 suları
“Polisler video kamera kullanımından, araç ve yaya takibine kadar
uzanan yelpazede çok iyi eğitimli ve ustalardı. Saatler süren
takipten kimse şüphelenmedi” Her şey Aralık 2010’da
başladı. Aslında belki de ilk adımı atanlar bile işin bu noktaya
geleceğini düşünmedi. Öyle ki futbolun tepesindeki üç isim dahi,
(Federasyon’un yeni yöneticileri) gelişmeleri TV’den izledi. Önce
yetkisiz ve zorba futbol menajerlerine operasyon yapıldı. Olgun
Peker’in telefonuna takılan eski Federasyon Başkanı Mahmut Özgener
de dinlemeye alındı. Şubat ortasında, haydi tam tarihi verelim 17
Şubat günü, Özgener ile Aziz Yıldırım’ın telefon konuşması
soruşturmaya vites attırdı, farklı boyuta taşıdı. Açık söyleyelim
Aziz Yıldırım kolay lokma değildi. Hakkında dinleme kararı için
hemen başvurulmadı. Beklendi, Fenerbahçe’nin diğer yöneticileriyle
konuşmaları analiz edildi. Ligin bitmesine altı-yedi hafta kala
deliller birikti, savcının önüne konuldu.
İKİ ŞEMADA İKİ İSİM
Savcıya ve daha sonra Başbakan’a sunulan iki
ayrı şema vardı. İlkinde silahlı çete kurarak futbolu kirletenlerin
ismi yazılıydı. Lider hanesinde Olgun Peker kayıtlıydı. İkinci
şemadaysa, maçlara şike karıştıranların liste başı Aziz
Yıldırım’dı. Aziz Yıldırım’ın kullandığı altı mobil ve sabit
telefon aynı anda dinlemeye alındı.
PROJE GRUBUNUN SIRRI
İstanbul Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’nde (KOM)
çete ve şike operasyonu için dört kişilik bir proje grubu
görevlendirildi. Amirleri bir komiser yardımcısıydı. Proje grubu
günler, aylar süren telefon dinlemeleri için altı polis seçti. Bu
polislerin kimi, neden dinlediği sır gibi saklandı. Telefonlardan
edinilen bilgiyle fiziki takibe geçildi. Takip için en fazla 15
kişilik ekip kullanıldı. Ama bu polisler video kamera
kullanımından, araç ve yaya takibine kadar uzanan yelpazede çok iyi
eğitimli ve ustalardı. Saatler süren takipten kimse şüphelenmedi.
Polisler her hafta bir gün merkezde toplandı, çekilen videolar
izlendi. Başarı ve hataların üzerinden geçildi. “Neden şu
noktada lastik eldiven kullanılmadı?” diye
soruldu. “Delil toplarken odanın şu köşesine de
bakılmalıydı” uyarısı yapıldı.
KİRALIK ARAÇLA PRODÜKSİYON
Fenerbahçe’yi ve yöneticilerini en fazla zorlayacak
iddia belli. 22 Nisan 2011 tarihinde oynanan
Eskişehirspor-Trabzonspor maçı. Maçtan önce Fener yönetimine çok
yakın bir isim olan Ali Kıratlı Eskişehir’e gidiyor. Rakip takımın
teknik direktörü ve yıldız oyuncusuyla konuşuyor. Hatta sporcunun
evine giderek eşine saat hediye ediyor. 24 saatte bu kadar yoğun
ilişki ağını takip eden polis sayısı kaç biliyor musunuz? Sadece
yedi... İstanbul’dan yollanan yedi polis, üç ayrı ekip kuruyor.
Kiralık araçla kamuoyunu sarsan görüntü ve fotoğrafları
çekiyor.
SADECE BİR DEFA ONAY YETERLİ
Hedefte Türkiye’nin en geniş taraftar kitlesine sahip kulübü de
olunca İstanbul Emniyeti, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı
bilgilendirme ihtiyacı hissetti. Yoğun bir günün sonunda
İstanbul’daki programı nedeniyle Haliç Kongre Merkezi’nde bulunan
Başbakan’a bizzat Başmüdür Vali Hüseyin Çapkın dosyayı sundu. Çok
sayıda kaynağa defalarca sordum, aynı yanıtı aldım: - Başbakan’a
bilgi operasyonun sosyal ve toplumsal olası sonuçları göz önüne
alınarak verildi. Tek bir kez görüşüldü, bir daha gidilmedi.
Mukayyit, kız kardeşi uyandırdı Yer: Tekirdağ Kumbağ Tarih: 1
Temmuz Cuma, saat 22.00 suları “Şekip Bey cumartesi öğleden
sonrasını Vatan Caddesi’ndeki İstanbul Emniyeti’nde geçirdi. Ama
bilmediği teknik takipteki telefonlar sayesinde polisin de sızmayı
fark ettiğiydi”
Fenerbahçe’nin hukukçu asbaşkanı Şekip Mosturoğlu’nun
kız kardeşi Şebnem Hanım yazlık komşularıyla akşam yemeğindeydi.
Komşusunun bir de ziyaretçisi vardı: İstanbul Emniyeti Organize
Şube’de görevli bir polis memuru. Gecenin ilerleyen saatlerinde
sohbet futbola uzandı. Polis memuru Galatasaray fanatiğiydi.
Fenerbahçe’nin şampiyonluğu içine sinmiyordu. Hele iki gün önce
şubede verilen brifingden sonra isyanlardaydı. Hangi brifing mi?
İki gün öncesine dönelim...
POLİS MEMURU DİYOR Kİ...
Organize Şube veya resmi adıyla KOM’da düğmeye basılmak üzereydi.
Aylar süren gizlilik çemberinin genişlemesi zorunluydu. 61 kişilik
gözaltı operasyonu 4 Temmuz pazartesi günü yapılacaktı. Sorgular
yasa gereği üç günde tamamlanacaktı. O yüzden hafta içinde şubeden
20 polis mukayyit (eski dilde kayıt tutan, kayıt altına alan)
olarak seçildi. Bu polislere kimleri sorgulayacakları, ne
soracakları uzun uzun anlatıldı. İşte Şekip Bey’in kız kardeşi
Şebnem Hanım’ın rastladığı polis de bu mukayyitler arasındaydı.
Masadakiler Galatasaray geyiği çevirip damarına basınca...
Bildiklerinden dolayı yutkunamadı, dayanamayıp patladı:
"Sizin şampiyonluğunuz çakma zaten, Fener’in kupasını geri
alacaklar göreceksiniz" Bu sözler Şekip Bey’in kız
kardeşinin ilgisini çekti... Ertesi gün ağabeyini telefonla aradı,
aktardı. Kaynağın İstanbul organize polisi olduğunu özellikle
vurguladı. Mosturoğlu için bu kadarı yeterliydi, hemen Aziz
Yıldırım’ı buldu:
"Başkan, kulüple ilgili çok önemli gelişmeler var. Yüz yüze
görüşmeliyiz. Ama önce bir Vatan Caddesi’ne kadar gidip havayı
koklamam lazım"
Şekip Bey, cumartesi öğleden sonrasını Vatan
Caddesi’ndeki İstanbul Emniyeti’nde geçirdi. Ama bilmediği, teknik
takipteki telefonlar sayesinde polisin de sızmayı fark ettiğiydi.
Başkan Aziz Yıldırım’ın ani KKTC gezisi planı, diğer bazı
yöneticilerin Almanya gezisi niyetleri... Siyasi baskı ihtimali
hepsi bir araya geldi ve polis, operasyonu bir gün önceye aldı.
Kapılar pazartesi yerine pazar günü çalındı
Bir futbolcu portresi: İBRAHİM AKIN
Yer: Kayseri City
One Oteli Tarih: 10 Mayıs 2011, saat 23.30
İstanbul Büyükşehir Belediyespor’un iki futbolcusu İbrahim Akın ve
İskender Alan şike operasyonunda öne çıkan iki isim. Hele İbrahim
Akın’ın “Şike parası helal midir hocam?” diye bir
din görevlisine danışırken teknik takibe takılması fıkra kıvamında
olay. Peki kimdir İbrahim Akın? Sağa sola danışırken ilginç
bilgilere ulaştım.
TRANSFER TEYİDİ HAZIR
İskender Alan ve İbrahim Akın ile ilgili transfer girişimi doğru.
Hatta İBB Spor mahkemeye ocak ve mayıs aylarındaki resmi teması
doğrulayan bir yazı teslime hazır. - Teknik takibin analizinde
tutuklu menajer Yusuf Turanlı’nın özellikle İskender’i defalarca
telefonla arayarak iknaya uğraştığı gözleniyor. İbrahim Akın ise
daha kararsız. - İbrahim Akın bir maçın kaderini tek başına
değiştirebilecek seviyede oyuncu. Rakipleri o yüzden üzerine
oynuyor, takımı da performansını artırmaya çalışıyor. - İBB Spor
Başkanı Göksel Gümüşdağ tecrübeli bir spor yöneticisi. Çeyrek final
öncesi İbrahim Akın’ı çağırıyor, “Maçı al 50 bin Euro
senin” diyor. - Beşiktaş ile oynanacak final maçı
öncesinde de yine İbrahim Akın’a tabir yerindeyse ‘gaz
vermek’ isteniyor. Başkan Gümüşdağ Kayseri’de sanayi
sitesine yakın City One Otel’de konaklayan takımın yanına
gidiyor.
İBRAHİM’İN HAVASI LİMONİ
Önce Futbol Şubesi sorumlusu Kamil Dizer’e
“İbrahim Akın nasıl?” diye soruyor. Aldığı yanıt
iç açıcı değil: “Biraz limoni...” Bunun üzerine
Başkan eşofmanlarını çekiyor, Dizer ile birlikte İbrahim Akın’ı
odaya davet ediyorlar. - İBB Spor kupayı alırsa kulübe
katkısı/kazancı üç milyon dolar civarında olacak. Finale gelene
kadar bir milyon dolar prim dağıtılmış durumda. O yüzden başkanın
eli rahat. “Bak İbrahim” diyor, “Soyunma
odasına indiğimde kulüp tarihinde görülmemiş bir prim vaat
edeceğim, bir milyon dolar diyeceğim. Ama ayrıca sana 100 bin Euro
vereceğim.” - Başkan’ın şike girişiminden haberi olmadan
yaptığı bu son dakika girişimi belli ki İbrahim Akın’da vicdan
muhasebesine yol açtı. Ertesi güne ilişkin teknik takip tapelerine
göre Akın şike çetesine “Başkan da para verdi”
diyemedi belki ama “Futbol hayatımı bitirirler”
türü vazgeçme sinyalleri yolladı.
FIKRA GİBİ ŞEHİR EFSANESİ
Bize her yer Trabzon Aziz Yıldırım’ın evinin kapısına
dayanan polislerle diyaloğu üzerine çok spekülasyon yapıldı. Ama
dinlediklerim arasında en komiği bizzat polisin yarattığı şehir
efsanesiydi. Senaryoya göre sert mizacı ve asabiyetiyle tanınan
Aziz Yıldırım polislere çıkışır: Bu yaptığınız
yanınıza kalmayacak, hepinizi sürdüreceğim. Polisler sakindir.
Farketmez başkan, bize her yer Trabzon.
SON SÖZÜM
Kader koalisyonu Aziz Yıldırım hapiste kalırsa, Fener
kümede kalır mı? Fener kümede kalırsa, Aziz Yıldırım içeride kalır
mı? Denklemi hangi yanından kurarsanız kurun sonuç aynı. ‘Kader
koalisyonu’ her dakika ve saniye güçleniyor. Türk hukuk sistemi,
yöneticisiyle kulübü ayıramıyor. Fener’i kurban etmeye de kimsenin
gücü yetmiyor. Dolayısıyla bu işin sonunda Fenerbahçe kümede kalır.
Aziz Yıldırım’ın cezası hafifler. Ama ömür boyu futbol yasağı
muhtemeldir.
BİR AZİZ YILDIRIM PORTRESİ...
HABERİN DEVAMINI OKUMAK İÇİN LÜTFEN DİĞER SAYFAYA
GEÇİNİZ....[PAGE]
BİR AZİZ YILDIRIM PORTRESİ
Ahmet Hakan da şike sürecini "Fenerbahçe Cumhuriyeti'nin ilk
muktedir başbakanı" başlığıyla yazdığı yazısında anlattı.
İşte Ahmet Hakan'ın kaleminden şike süreci...
Yıllar önce Fenerbahçe’ye başkan olduğunda hakkında
en küçük bir bilgim yoktu. Şöyle uzaktan bakarak “sıfır
karizma” demiş, geçmiştim. Ama çok geçmeden yanıldığımı
anladım. O düşük profilden, o iddiasız duruştan, o süper renksiz
kişilikten devasa bir karizma çıktı. Ne karizması? Bir fenomen
oldu! - Fatih Terim’in kendine özgü bir tarzı vardır. - Ali Şen
popülaritenin keyfini sürmeye meraklıdır. - Mustafa Denizli baştan
sona artisttir. - Adnan Polat İngiliz soylusu gibi soğukkanlıdır. -
Hakan Şükür spora muhafazakârlığı sokmuştur. - Yıldırım Demirören
mağduru oynayarak var olmuştur. Peki ya Aziz Yıldırım? O hangi
özelliğiyle karizma yaptı? O iddiasız, sakin, renksiz kişilik,
nasıl oldu da sadece bir oy farkla kazandığı başkanlığı tapulu malı
haline getirdi? Nasıl oldu da Fener tribünlerinin gelenek haline
getirdiği ‘Ali Şen başkan / Fenerbahçe şampiyon’ sloganını tarihin
çöp sepetine fırlatıp attırmayı başardı?
KESEYİ İYİCE AÇTI MASRAFTAN KAÇINMADI
“Nasıl oldu?” sorusunun cevaplarını ben şöyle veriyorum: -
Centilmenliğe hiç prim vermedi. - Gözünü Fenerbahçe bürümesinden
hiç rahatsızlık duymadı. - Fenerbahçe sevgisi söz konusu olunca
mantığını savuşturan en azılı taraftardan daha azılı bir taraftar
gibi davrandı. - Öfkelendi, öfkesini kontrol etmeye gerek duymadı.
Hakem odası bastı. “Dünyayı başınıza yıkarım”
dedi.
- Kesenin ağzını açtı. Taraftarda ‘Aziz Başkan parayı
bastırır, bizi şampiyon yapar’ algısının yerleşmesi için
hiçbir masraftan kaçınmadı.
- Takımının stadını ‘rakip kıskandıran’ hale
getirdi. - Dostlarını daha fazla dost, düşmanlarını daha fazla
düşman haline getirmekten zerre kadar çekinmedi.
- Sloganlar türetti ve üretti... Mesela “Darağacında bile
olsak, son sözümüz Fenerbahçe olacak” dedi. Mesela
Nâzım’ın şiirine nazire yaparak “Güneşli günler göreceğiz,
şampiyonluk şarkıları söyleyeceğiz” dedi.
- Gitti / geldi. “Bırakıyorum” dedi.
“Bırakma” dediler. “Bu kez son”
dedi. Yine geldi. Bütün bunlar bir ‘Aziz Yıldırım efsanesi’nin
doğup büyümesine, serpilip önüne geçilemez hale gelmesine yol açtı.
Efsaneyi besleyen başka hususlar da söz konusu tabii...
- Belki bilerek / belki bilmeyerek, bir karizmanın oluşması için
gereken ‘gizem yaratma’ işini çok iyi uyguladı:
Her yerde konuşmak yerine sadece kendi seçtiği platformlarda
konuştu.
- Fenerbahçe söz konusu olduğunda aksileşmeyi, huysuzlaşmayı, hep
kendine yontmayı meşru gördü.
- ‘NATO müteahhidi’ gibi bir sıfatın ağırlığından
yararlandı.
- ‘Kendine biat edenler’ grubu oluşturdu.
- Fenerbahçe’nin gücünü ve imkânlarını sonuna kadar
kullanarak medya üzerinde bir büyük fırtına estirdi.
- Çok zor bir işi başardı: Medyanın kendisini
yönlendirmesine izin vermedi. Aksine kendisi medyayı yönlendirdi.
DÜZENİ TEMELDEN SARSTI
Türkiye’de bir futbol takımının başkanı hiçbir zaman
tam anlamıyla ‘muktedir’ olamaz. Federasyon bir
taraftan çekiştirir, taraftar bir taraftan... Medya bir taraftan
çekiştirir, rakip takımlar bir taraftan...
Kulüp başkanları, her türden vesayet altında ezilir, bir türlü
muktedir olamazlar. Aziz Yıldırım bu düzeni de temelden sarstı. Tam
bir lider oldu: Taraftarı o yönlendirdi, medyayı o yönlendirdi,
hakemler üzerinde vesayet kurdu, Federasyon’u bile avucunun içine
almayı başardı.
YIKILMADI AMA TÖKEZLEDİ
Ama efsaneler de imparatorluklar gibidir: Doğarlar,
büyürler ve yıkılırlar. Futbol dünyasının bir ‘çocuksu
yaramazlık alanı’ olarak görülmesinden sonuna kadar
yararlanan Aziz Yıldırım, o ‘yaramazlık alanı’na
hukukun girmesiyle birlikte tökezledi. “Yıkıldı”
demiyorum ama ciddi anlamda tökezledi. Merak ettiğim tek husus
şudur: Pes mi edecek, yoksa “Bu şarkı burada
bitmez” mi diyecek?
OLUP BİTENLERDEN SONRA FENERBAHÇE TARAFTARI
- Bir dayanışma bilinci geliştirdiler.
- ‘Şu Metris’in Önü’ türküsünü ezberlediler.
- Daha tepkisel oldular.
- Cefakârlıklarını öne çıkarmaya başladılar.
- Duygusallaştılar, şiirler yazmaya başladılar.
- Galibiyetlerde bile hüzünlenir oldular.
- Mağduriyetten sonra daha yaratıcı oldular.
- Takımlarına duydukları sevdayla daha çok gurur duyar hale
geldiler.
TÜRKİYE'NİN EN ZOR İDDİANAMESİ...
HABERİN DEVAMINI OKUMAK İÇİN LÜTFEN DİĞER SAYFAYA
GEÇİNİZ...
[PAGE]
TÜRKİYE'NİN EN ZOR İDDİANAMESİ...
Deneyimli gazeteci Sedat Ergin ise şike operasyonu ve
bıraktığı izlerin hukuki değerlendirmelerini yaptı. Ergin'e göre
şike operasyonu 2010'lu yıllara yayılacak uzun bir yargılama süreci
olabilir...
Türkiye’de futbol kültürü, şüphe bir tarafa zaman
zaman ‘bir şeylerin olduğunun’ bilindiği bir
alandı. Yeni düzene geçiş çok ani ve sert oldu. On yıllardır süren
refleksler, alışkanlıklar devam ederken birden son derece katı
yaptırımlar öngören bir sisteme geçilmesinin bir türbülans
yaratması kaçınılmazdı. Savcı Berk’in hazırlamakta olduğu
iddianameyi, bundan önce belki hiçbir davada rastlanmadığı kadar
kuvvetli bir kamuoyu denetimi bekliyor. Her noktası büyüteç altına
yatırılacak. Bu açıdan Türkiye tarihinin en kritik
iddianamelerinden birini hazırlama göreviyle karşı karşıya...
BEŞİKTAŞ'IN SKANDAL ÜYESİ
Sorunun vahametini ilk kez algılamam 2004 yılı mayıs ayında oldu.
Bir gazetede, Alaattin Çakıcı’nın Beşiktaş’ın kongre üyesi olduğu
ve bütün kriminal icraatına rağmen kulüp üyeliğine hiçbir zaman son
verilmemiş olduğunu anlatan bir haber çıktı. Şoke olduğumu
hatırlıyorum. Çocukluğundan beri Beşiktaş’a kalben bağlı biri
olarak içimden bir tel koptu o gün. Daha büyük bir şoku yeraltı
dünyasının bu önemli isminin yaklaşık 20 yıldır süren üyeliğinin
Beşiktaş camiası içinde bir açık sır olduğunu öğrenmemle yaşadım.
Yönetimi, Çakıcı’nın üyeliğini sona erdirmeye çağıran bir dizi yazı
yazdım. Ama koskoca Beşiktaş, uzun bir süre bu adımı atmaya korktu.
Dönemin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun oğlu Murat Aksu
Beşiktaş yönetim kurulu üyesiydi. Haberin çıkmasından tam üç ay
sonraBeşiktaş Disiplin Kurulu acele toplanıp Çakıcı’nın üyeliğini
feshetti. (Bu olayın perde arkasını başka bir yazımda
anlatırım.)
BU DA FENERBAHÇE'NİN SKANDAL ÜYESİ
Fenerbahçe’nin iç dünyasını bilmem. Ancak yeraltı dünyasından bir
başka ismin, Sedat Peker’in bir dönem Fenerbahçe’nin bazı işlerine
bir hayli nüfuz etmiş olduğu da bilinmeyen bir husus değildir. 2006
yılı temmuz ayı sonunda Milliyet’te yöneticilik yaptığım dönemde,
Lube Ayar’ın Sedat Peker’in dinleme kayıtlarından yola çıkarak
hazırladığı şike dosyasını ‘Örtbas Edilen Şike
Belgeleri’ başlığıyla yayımlamıştık. Bu dizi, mafyanın
futbol dünyasına nasıl nüfuz etmiş olduğunu, Futbol Federasyonu’na
kadar uzanan ne tür ilişki kalıplarının yürüdüğünü çarpıcı
örneklerle gün ışığına çıkarıyordu. Yazı dizisini şikeyle mücadele
açısından yasalarda büyük bir boşluk olduğuna dikkat çeken bir
bölümle tamamladık. Dizi bittiğinde tam bir sessizlik oldu. Bütün
delillere rağmen hiçbir soruşturma açılmadı. Spor basını da nedense
üstüne gitmek istemedi bu konunun.
MAFYAYA KIRMIZI HALI SERMEK
Bu diziye konu olan delil dosyasında karşımıza çıkan
isimlerden biri de Olgun Peker’di. Olgun Peker’i son şike
soruşturmasının başlama vuruşunun yapılmasına vesile olan futbol
menajeri olarak hatırlıyoruz. Peker, bir dönem Giresunspor
kulübünün başkanlığı da yapmış. Türkiye’yi sarsan şike soruşturma
süreci geçen aralık ayında Olgun Peker’in telefonlarının şiddet
içeren bir suç iddiasıyla dinlemeye alınmasıyla başladı. Futbol
dünyasının uzağında biriyim. Öyle olduğum için Olgun Peker’in Sedat
Peker’in akrabası, hatta kardeşi olduğunu zannederdim hep. Bu yazı
için hazırlık yaparken Arda Akın’ın bir haberinden soyadının farklı
(Aydın) olduğunu, Sedat Peker’e duyduğu hayranlık nedeniyle onun
soyadını aldığını, üstelik herkesin bunu bildiğini öğrendim. Küçük
dilimi yuttum. Galiba sorunun kaynağını önce bu noktada teşhis
etmemiz gerekiyor. Yeraltı dünyasıyla bu kadar içlidışlı olan
şahsiyetleri menajer ve kulüp başkanı olarak sistemin içine kabul
edip meşruluk kazandıran, ‘ağır ağabeyleri’ onur
üyeliğiyle taçlandıran, kulüp kapılarında önlerine kırmızı halı
seren bir futbol kültüründen söz ediyoruz.
ŞÜPHENİN GÖLGESİNDE FUTBOL
Şimdi meselenin diğer boyutuna gelelim. Konu yalnızca
yeraltı dünyasıyla sınırlı değil. Türkiye’de futbol kültürünün
ayrılmaz bir parçası olan ‘usulsüz işlerin döndüğü’ yolundaki
yaygın algı üzerinde de durmamız gerekiyor. Türkiye’de futbol,
sonucun yeşil sahada tecelli etmediği, bazı karanlık koridorlarda
ayarlandığı yolunda şüphelerin, kanaatlerin sıkça ortalığı
kapladığı bir alandır. Şüphe, çoğunlukla mutlak gerçeklik
mertebesine terfi ettirilir. Türk toplumunun komplo teorilerine
yatkınlığı da dikkate alındığında, futbolla ilgili tartışmaların
sıkça gerçek muamelesi gören bu tür kanaatler üzerinden yürümesine
şaşırmamak gerekir. Türk futbol kamuoyu, her pazartesi gününe pazar
günkü maçlarda hangi numaraların döndüğüne ilişkin iddiaların
tetiklediği şiddetli tartışmalarla başlamaz mı? Ligin bitiminde A
takımı şampiyon olduğunda, B ve C takımlarının yöneticileri ve
taraftarları bunun gerisinde muhakkak bir şeyler olduğuna inanmaz
mı? Hakem görevlendirmeleri sıkça maçın sonucuna etki etmeye dönük
stratejik müdahaleler olarak görülmez mi? Kabul edelim ki,
Türkiye’de futbol kültürü her zaman şüphelerin, zanların gölgesi
altında nefes almıştır.
YENİ BİR FUTBOL AHLAKI GEREKİYOR
Şimdi işin komplo boyutunu bir tarafa bırakıp başka
bir düzleme geçelim. Türkiye’de futbol kültürü, şüphe bir tarafa
zaman zaman ‘bir şeylerin olduğunun’ bilindiği bir alandır da...
Bazı şeyler hissedilir, bilinir, bilmezlikten gelinir, göz yumulur,
susulur… Bazen özel sohbetlerde aktarılır… Lafı uzatmaya gerek yok,
Türkiye’de futbol kültürünün sütten çıkmış ak kaşık olduğunu
herhalde kimse iddia edemez. İlla şike olması da şart değildir.
Türkiye’de hatır için maç verildiği bile söylenir. Bütün bunları
anlatarak nereye gelmek istiyorum? Türkiye’de artık bu gölgelerin
üstüne düşmediği yeni bir futbol kültürünün yaratılması gerekiyor.
Karşılaşmaların sportmenlik ruhuyla, gerçek rekabet koşullarında
oynandığı konusunda herkesin ikna olduğu, insanların akşamları
evlerinde gönül huzuruyla maç izlediği bir futbol ahlakından söz
ediyorum.
YENİ DÜZENE GEÇİŞ SERT OLDU
Bu yönde bir kültürün bir türlü oluşturulamamasının
nedenlerinden biri Türkiye’de çok yakın bir zamana kadar bir şike
yasasının bulunmamasıydı. Türkiye’de geçen mart ayı sonunda TBMM’de
kabul edilip 14 Nisan 2011 tarihinde yürürlüğe giren
‘Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair 6222
Sayılı Kanun’a kadar Türkiye’de şikeyi suç olarak
tanımlayan ve yaptırıma bağlayan bir yasa bulunmuyordu. Her konuda,
her türlü tüzük ve yönetmelik vardı ama şike konusunda yasa maddesi
yoktu. Bu, Türkiye’nin büyük bir ayıbıydı. Bu yöndeki iddiaların
soruşturulması Futbol Federasyonu’nun takdirine bırakılmıştı. Ama
federasyon da yaptırım uygulayabileceği araçlara sahip değildi.
Türkiye’de en azından yakın tarihimizde, federasyonun şikeden
dolayı üst liglerdeki bir takımı ya da oyuncuyu cezalandırdığına
ilişkin bir kararına rastlanmıyor. Galiba yeni düzene geçiş çok ani
ve sert oldu. On yıllardır süren refleksler, alışkanlıklar devam
ederken birden son derece katı ve kuvvetli yaptırımlar öngören bir
sisteme geçilmesinin bir türbülans yaratması kaçınılmazdı. Burada
altını çizmemiz gereken nokta, yasa tasarısı TBMM komisyonlarında
yol alırken dinlemeler yoluyla soruşturma dosyasının da aslında
olgunlaşmaya başlamış olmasıdır. Geçen yaz aylarında Türkiye’de
büyük bir depreme yol açan, Fenerbahçe ve Beşiktaş’tan da çok
sayıda ismin tutuklanmasına yol açan soruşturma süreci bu haliyle
Türkiye’nin futbol tarihinde önemli bir milat oluşturuyor.
“Karşımıza çıkan tabloda Türk kamuoyunun büyük bir enformasyon
bombardımanı altında kaldığı açık. Her bir tarafı kaplayan bu
sağanakta, görebildiğim kadarıyla doğrular da var, bilgi kirliliği
olarak nitelendirebileceğimiz yanıltıcı unsurlar da”
HUKUKİ DEĞERLENDİRME: BİR MEMLEKET
KLASİĞİ
Soruşturma sürecinin akışına baktığımızda, olayın
tarafı olan aktörlerin hemen hemen hepsinin hareket tarzlarının
problemli olduğu, kimsenin kendisine mutlak kusursuzluk
atfedemeyeceği bir Türkiye klasiğiyle karşılaşıyoruz. Önce basına
yansıyan şike iddialarıyla ve bu iddiaları destekleyen telefon
kayıtlarına bakalım. Burada karşılaştığımız belgelerde, şike
iddiaları açısından sorunlu durumlar olduğunu inkâr etmek güç
görünüyor. Örneğin Büyükşehir Belediyespor oyuncusu İbrahim Akın’ın
Fenerbahçe maçından önce 100 bin dolar para almasıyla ilgili bir
hocayla konuşup kendisinden fetva istemesi bile tek başına bir suç
delilinin varlığına işaret ediyor. Bunun gibi suç şüphesi oluşturan
başka örnekler de var. Gelgelelim, ölçünün fena halde kaçırıldığı
durumlarla da karşılaşıyoruz. Basın üzerinden kamuoyuna kesinlik
içinde sunulan şike iddialarının boşlukta kaldığı durumlar da var.
Bazı durumlarda şike yapıldığı ileri sürülen maçların akışıyla
iddialar birbirini tutmuyor. Bir başka çarpıcı örnekte,
Karabükspor’da oynarken Fenerbahçe ile anlaşıp maça çıkmadı diye
takdim edilen Emenike’nin durumu yer alıyor. Oysa Emenike gerçekten
sakat olduğu için oynayamadığını doktor raporuyla kanıtladı. Bu
gibi örneklerden yola çıkarak pek çok insanın, sporcunun yargısız
infaza kurban gittiğine de hükmedebiliyoruz.
TOZ BULUTU KALKMALI
Soruşturma sürecinde özellikle yoğun gözaltıların
yapıldığı dönemde iddiaların kesinlik içerecek şekilde kamuoyuna
yansımasından kaynaklanan ciddi sorunlar yaşandı. Burada daha
önceki büyük soruşturmalarda da olduğu gibi yasal çerçevenin dışına
çıkıldığını, Türk Ceza Kanunu’nun soruşturmanın gizli kalmasını
öngören 285’inci maddesinin ihlal edildiğini görüyoruz. Son
uygulamalardan sonra TCK 285’in fiilen artık hiçbir hükmünün
kalmadığı ve hukuk sisteminden ayıklanmasının daha isabetli olacağı
sonucuna varabiliriz. Sonuçta karşımıza çıkan tabloda Türk
kamuoyunun büyük bir enformasyon bombardımanı altında kaldığı açık.
Her bir tarafı kaplayan bu sağanakta, görebildiğim kadarıyla
doğrular da var, bilgi kirliliği olarak nitelendirebileceğimiz
yanıltıcı unsurlar da... Bir kez daha doğruyla yanlışın, gerçekle
gerçekdışının iç içe girdiği bir toz bulutunun altındayız. Önce bu
toz bulutunun ortadan kalkması ve gerçeğin ortaya çıkması
gerekiyor. Gerçeğe ulaşmaksa zaman alacak. Önce iddianame ortaya
çıkacak, savcı delilleriyle tezini ortaya koyacak ve ardından
sanıklar da savunmalarını yaparak bu delilleri çürütmeye
çalışacak.
UZUN YILLAR ALACAK BİR SÜREÇ
İş mahkemeyle bitmeyecek. Çıkan kararın, hangi yönde
olursa olsun, Yargıtay’da temyiz edilmesi kuvvetle muhtemel.
Sanıkların Yargıtay’dan çıkan kararı haksız bulmaları halinde
Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunma, buradan da çıkan
sonuçtan da hoşnutsuz kalmaları halinde bu kez Strasbourg’daki
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitme yolları açık olacak. Bütün
bu süreçlerin kaç yıla yayılacağını bilebilecek durumda değiliz.
Sorun, dava bu kadar uzun bir zamana yayıldığı oranda Türkiye’de
Süper Lig’in ve genelde futbol dünyasının çok sancılı bir
atmosferde nefes alacak olmasıdır. Türkiye’de insanların mutlu,
huzurlu bir futbol ortamına dönebilmeleri bütün bu hukuki
süreçlerin tamamlanmasıyla mümkün. Ben şahsen, Savcı Mehmet Berk’in
iddianameyi hazırlayıp delilleri ortaya koymasına kadar iddialarla
ilgili bir kanaat belirtmekten kaçınmak istiyorum. İddianameyi
bekleyeceğim. Ancak şurası açık: Savcı Berk’in hazırlamakta olduğu
iddianameyi, Türkiye’de bundan önce belki hiçbir davada
rastlanmadığı kadar kuvvetli ve eleştirel bir kamuoyu denetimi
bekliyor. Her noktası, her virgülü bile büyüteç altına yatırılacak.
Savcı, bu açıdan Türkiye tarihinin en kritik, en zor
iddianamelerinden birini hazırlama göreviyle karşı karşıya.
Kamuoyunun karşısına kusursuz ve ikna edici bir iddianameyle çıkmak
zorunda.
HUKUKİ KIRILMA SÜRECİ
Ben içeriğe girmeden usule ilişkin gördüğüm bir
soruna dikkat çekmek istiyorum. 6222 sayılı yasanın 23’üncü maddesi
“Bu Kanun kapsamına giren suçlardan dolayı yargılama
yapmaya asliye veya ağır ceza mahkemeleri yetkilidir”
diyor. Görüleceği gibi, ‘özel yetkili’ ağır ceza mahkemeleri şike
suçlarında yetkili değil. Oysa bu davaya Beşiktaş Adliyesi’ndeki
özel yetkili savcılar bakıyor. Bunun nedeni, şike soruşturması
sanıklarının aynı zamanda özel yetkili mahkemelerin görev alanına
giren organize çete faaliyetine ilişkin Türk Ceza Kanunu’nun (TCK)
250’nci maddesinden de suçlanıyor olması. Savcılar, bu ilişkiyi,
sanıkları çete faaliyetinden suçlanan Olgun Peker ile
irtibatlayarak tesis etmeye çalışıyor. Aziz Yıldırım, bu durumda
hem 6222 sayılı Spor Yasası hem de 5237 sayılı TCK’dan suçlanmış
oluyor.
Burada işin püf noktalarından biri, savcının Aziz Yıldırım ve
arkadaşlarını şiddet içeren organize çete faaliyeti ile yani Olgun
Peker ile irtibatlamak için hangi somut delilleri ortaya koyacağı
sorusunda düğümleniyor. Bana göre, bu davanın en önemli kırılma
noktası buradaki bağlantı gibi görünüyor.
SORUŞTURMANIN EN BÜYÜK YARARI
Kulüplerle ilgili iddialar bir tarafa bırakılırsa, şike
soruşturmasının Türkiye’ye çok büyük bir yararı olduğunu
düşünüyorum; yalnızca şikeden arınma sürecini başlatması yönünden
değil... Bu soruşturma süreci içinde Türk toplumu “Bir
insan hakkındaki suç isnadı kanıtlanmadığı sürece masum kabul
edilmesi gerekir” şeklindeki ‘masumiyet
karinesi’ başta olmak üzere hukukun temel kavramlarıyla
daha yakından tanıştı, uygulamada hukuk pratiklerinin sorunları
üzerinde önemli bir farkındalığa sahip oldu.
Aslında bu dava sürecinde karşılaşılan yargılamaya ilişkin
sorunların çoğu geçmişte siyasi davalarda da her zaman karşımıza
çıkan ama kamuoyunun yakın ilgisini çekmeyen konulardı. Çekmesi
için kitlesel bir sinir damarına değmesi gerekti. Bu dava süreci
içinde hukuk kültürünün geniş kitleler tarafından özümsenmesi,
kanımca Türkiye’nin en büyük kazancı olacak. “Olgun
Peker’i son şike soruşturmasının başlama vuruşunun
yapılmasına vesile olan futbol menajeri olarak hatırlıyoruz.
Türkiye’yi sarsan şike soruşturma süreci aslında geçen aralık
ayında Peker’in telefonlarının şiddet içeren bir suç iddiasıyla
dinlemeye alınmasıyla başladı”
OPERASYON SEÇİMDEN ÖNCE YAPILSAYDI NE
OLURDU?
HABERİ OKUMAK İÇİN LÜTFEN DİĞER SAYFAYA
GEÇİNİZ...
[PAGE]
OPERASYON SEÇİMDEN ÖNCE YAPILSAYDI NE OLURDU?
ENİS BERBEROĞLU: Bu dosyaya bir ‘spor makalesi’
demek yanlış olur. Çünkü içinde macera, para, polisler var. Ahmet
Hakan’ın dediği gibi seksi bir konu aslında. Hep kafamda
“Seçimden önce bu şike konusu açılsaydı seçimi konuşabilir
miydik?” diye düşünüyorum. Çünkü seçimden sonra önemli
gündem maddeleri ortaya çıktı. Muhalefetin Meclis’e girmemesi,
terörün artması... Ama hangi masaya oturduysam konuşulan tek konu
şike ve Fenerbahçe’nin küme düşüp düşmeyeceğiydi.
SEDAT ERGİN: Eğer bu soruşturma seçimden önce
açıklansaydı seçim kampanyası bu soruşturmanın gölgesinde kalırdı,
en azından etkilenirdi...Tabii ilginç olan durum, seçim kampanyası
yürürken Başbakan Erdoğan bu soruşturmanın devam etmekte olduğunu,
kulüp yöneticilerinin dinleme altında olduğunu biliyordu. Çünkü bu
büyük ölçüde polis tarafından yürütülen bir soruşturma. Polislerin
sicil amiri İçişleri Bakanı. Onun sicil amiri de Başbakan. O da
seçimden sonra bu işin patlayacağını biliyordu.
AHMET HAKAN: Ben seçimden önce bu soruşturma
yapılsa her şeyi allak bullak ederdi tezine katılmıyorum.
Trabzon’da yerel seçimlerde Başbakan’a Fenerbahçe’yi desteklediği
için tepki vardı. Ama seçimi kazandı. Çünkü futbol taraftarı
çeşitli partilere bölünmüş durumda. Türkiye’de her alana
dokunuluyor: Asker, yargı, bürokrasi... Futbolun bundan bağımsız
kalması mümkün değildi. Biz, bu alana nasıl el atıldı ona
bakacağız.
ERTUĞRUL ÖZKÖK: Aynı fikirdeyim. Hiçbir şeyi
değiştirmezdi.
S. ERGİN: Bu soruşturmadan bağımsız olarak da
söyleyebiliriz Türkiye’de futbol kültürünün defolu olduğu
‘açık bir sır’!
A. HAKAN: Fenerbahçe’ye denk geldi.
E. BERBEROĞLU: Hayır, Fenerbahçe’ye denk gelmedi.
Denk gelen, futbolda şiddet yasasının çıkması. İnanılmaz bir sonuç
ortaya çıkardı. Bu sonuçtan herkes korktu.
E. ÖZKÖK: Madem işi geyik muhabbetine döktük, ben
de kahve köşesinden dalayım. Türkiye’nin neyi defosuz ki? MİT
Müsteşarı’nın Türk siyasetçilerini PKK’ya şikâyet ederken neler
söylediğini görmediniz mi? Yani futbol kulüplerine çok vahim bir
şey yapıyorlarmış dersek, ülkenin geri kalanına kıyak geçmekten
başka bir şey yapmamış oluruz.