Şia rejimi=Siyonizm

Tülin Türkoğlu tulindindar@hotmail.com

Cuma akşamı İsrail saldırısında öldürülen Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’’ın cesedine ulaşıldığı ve vücut bütünlüğünün bulunduğu, ölüm sebebinin patlamanın şiddetiyle yaşanan travma olduğu söylendi.

Hizbullah'ın Beyrut'un güneyindeki komuta merkezini hedef alan İsrail saldırısı 27 Eylül Cuma akşamı yapıldı. 28 Eylül'de erken saatlerde Soykırımcı İsrail ordusu, Nasrallah'ın öldürüldüğünü duyurdu.

Katil Binyamin Netanyahu’nun suikast onayını çarşamba günü verdiğini, Birleşmiş Milletler zirvesi için New York’ta bulunduğu sırada yapılmasının planlandığı,

Nasrallah ve diğer Hizbullah yöneticilerinin toplantıda olduklarına dair ellerinde “gerçek zamanlı” istihbarat olduğu,

Operasyonun uzun zamandır planlandığı,

Vurulan komuta merkezinin bir apartmanın altında gizli bir yer olduğu,

Bilgilerinin verilmesi Lübnan Hizbullah’ının içindeki muhbirlerin varlığının göstergesidir.

Nasrallah’ın 2006’daki son İsrail savaşından bu yana, kalabalıklar içine çıkmaktan kaçındığı hatta bir araya geldiği kişilerin sayısının da çok sınırlı olduğu biliniyordu. O halde o sınırlı isimler tek tek gözden geçirilmelidir.

Lübnan’da 18 ayrı etnik yapı, mezhep ve meşrepten insanlar var. Hristiyan, Müslüman, Sünni, Şii, Ermeni, Yezidi, Dürzi…

Merhum Hasan Nasrallah tüm bu toplumların ayırt etmeksizin sevdiği, takdir ettiği adil bir devlet adamıydı.

Medine Sözleşmesini hatırlatan yönetim biçimi,

Oğlu Hadi’nin 18 yaşında şehit edilmesi, Lübnan tarihinde görülmemiştir. Bir liderin oğlunun cephede savaşarak can verdiği,

Nasrallah oğlunun şehit olmasından sonra, başı dik tutar ve gülümseyerek halkına “Sizin karşınızda başımı dik tutamıyordum, utanıyordum. İzin verin bana ben de sizlerden biri olayım. Hizbullah liderliğini yaparken oğullarımızı gelecek için saklamıyoruz. Onların şehitlik mertebesine nail olmasından onur duyuyoruz” ifadelerini kaç lider söyleyebilir ki?

Türk Sinemasının Kadın Oyuncusu Ahu Tuğba Cenazesinde Topluma Ne Mesaj Verdi?

Türkiye, 12 Eylül 1980 sabahına kadar yüzlerce ölümle sonuçlanan ayaklanmalar, baskınlar, gözaltılar, sokağa çıkma yasaklarıyla günlerini geçiriyordu. Bu karmaşanın içinde Türk sineması da payına düşeni alıyor ve eski hareketli günlerini yavaş yavaş geride bırakıyordu.

1980 döneminin Türk sinemasına en büyük etkisi sansürler olmuştur. Sansürler, 70'lerin sonlarında büyük bir yer edinen erotik film sektörü için çok etkili oldu.

Seksenler tüm sektörler için zorlu bir süreçti. Bu zorlu süreç erotik film sayıları arttırılarak aşıldı. Erotik filmlerin en ünlü kadın aktristlerinden biriydi Ahu Tuğba.

Nuri Alço ve Ahu Tuğba ikilisi Türk Sinemasında ahlak sınırlarını zorlayacak sahnelerle anılır.

Ahu Tuğba için “amam haa, sakın sakın uzak durun o kadından” denilirdi.

Ama…

“Para ile imanın kimde olduğu bilinmez”

Ya

İşte bunun dersini topluma, bizlere vererek gitti Ahu Tuğba.

Bugünün en muhafazakâr ailelerinin bile çocuklarına öğretmeyi başaramadığı o itikadi duruşu Ahu Tuğba başarmıştı.

Kızı Anjelik almış olduğu İslami eğitim ve değerlerle annesine sahip çıktı, dualarını okudu, annesinin sevenlerine;

“Anneme yapacağınız tek iyilik onun için dua etmeniz ve ruhuna Elham okumanız”

“Ben Allah’ımın ipine sarıldım, hepimiz gerçek dünyaya gideceğiz”

“Annem bana yol gösteren Kuranımızı bıraktı” dedi.

Ahu Tuğba rol aldığı filmlerin çok ötesinde bir maneviyat yaşıyormuş. Hayatında ne yaşadıysa yaşadı, iyi, kötü, doğru, yanlış hepsini aldı yanına ve gitti.

Herkesin hesabı bireyseldir. Bizler yargı makamı olmamalıyız. Günün sonunda Ahu Tuğba kendinde olan maneviyatı kızana şırınga etti ve gitti. Büyük başarı. Günahları af olsun…