Cuma akşamı İsrail saldırısında öldürülen Hizbullah
lideri Hasan Nasrallah’’ın cesedine ulaşıldığı ve vücut
bütünlüğünün bulunduğu, ölüm sebebinin patlamanın
şiddetiyle yaşanan travma olduğu söylendi.
Hizbullah'ın Beyrut'un güneyindeki komuta merkezini hedef alan
İsrail saldırısı 27 Eylül Cuma akşamı yapıldı. 28 Eylül'de erken
saatlerde Soykırımcı İsrail ordusu, Nasrallah'ın öldürüldüğünü
duyurdu.
Katil Binyamin Netanyahu’nun suikast onayını çarşamba günü
verdiğini, Birleşmiş Milletler zirvesi için New York’ta bulunduğu
sırada yapılmasının planlandığı,
Nasrallah ve diğer Hizbullah yöneticilerinin toplantıda
olduklarına dair ellerinde “gerçek zamanlı” istihbarat olduğu,
Operasyonun uzun zamandır planlandığı,
Vurulan komuta merkezinin bir apartmanın altında gizli bir yer
olduğu,
Bilgilerinin verilmesi Lübnan Hizbullah’ının içindeki
muhbirlerin varlığının göstergesidir.
Nasrallah’ın 2006’daki son İsrail savaşından bu yana,
kalabalıklar içine çıkmaktan kaçındığı hatta bir araya geldiği
kişilerin sayısının da çok sınırlı olduğu biliniyordu. O halde o
sınırlı isimler tek tek gözden geçirilmelidir.
Lübnan’da 18 ayrı etnik yapı, mezhep ve meşrepten insanlar var.
Hristiyan, Müslüman, Sünni, Şii, Ermeni, Yezidi, Dürzi…
Merhum Hasan Nasrallah tüm bu toplumların ayırt etmeksizin
sevdiği, takdir ettiği adil bir devlet adamıydı.
Medine Sözleşmesini hatırlatan yönetim biçimi,
Oğlu Hadi’nin 18 yaşında şehit edilmesi, Lübnan tarihinde
görülmemiştir. Bir liderin oğlunun cephede savaşarak can
verdiği,
Nasrallah oğlunun şehit olmasından sonra, başı dik tutar ve
gülümseyerek halkına “Sizin karşınızda başımı dik
tutamıyordum, utanıyordum. İzin verin bana ben de sizlerden biri
olayım. Hizbullah liderliğini yaparken oğullarımızı gelecek için
saklamıyoruz. Onların şehitlik mertebesine nail olmasından onur
duyuyoruz” ifadelerini kaç lider söyleyebilir ki?
Türk Sinemasının Kadın Oyuncusu Ahu Tuğba Cenazesinde Topluma
Ne Mesaj Verdi?
Türkiye, 12 Eylül 1980 sabahına kadar yüzlerce ölümle sonuçlanan
ayaklanmalar, baskınlar, gözaltılar, sokağa çıkma yasaklarıyla
günlerini geçiriyordu. Bu karmaşanın içinde Türk sineması da payına
düşeni alıyor ve eski hareketli günlerini yavaş yavaş geride
bırakıyordu.
1980 döneminin Türk sinemasına en büyük etkisi sansürler
olmuştur. Sansürler, 70'lerin sonlarında büyük bir yer edinen
erotik film sektörü için çok etkili oldu.
Seksenler tüm sektörler için zorlu bir süreçti. Bu zorlu süreç
erotik film sayıları arttırılarak aşıldı. Erotik filmlerin en ünlü
kadın aktristlerinden biriydi Ahu Tuğba.
Nuri Alço ve Ahu Tuğba ikilisi Türk Sinemasında ahlak
sınırlarını zorlayacak sahnelerle anılır.
Ahu Tuğba için “amam haa, sakın sakın uzak durun o kadından”
denilirdi.
Ama…
“Para ile imanın kimde olduğu bilinmez”
Ya
İşte bunun dersini topluma, bizlere vererek gitti Ahu Tuğba.
Bugünün en muhafazakâr ailelerinin bile çocuklarına öğretmeyi
başaramadığı o itikadi duruşu Ahu Tuğba
başarmıştı.
Kızı Anjelik almış olduğu İslami eğitim ve
değerlerle annesine sahip çıktı, dualarını okudu, annesinin
sevenlerine;
“Anneme yapacağınız tek iyilik onun için dua etmeniz ve
ruhuna Elham okumanız”
“Ben Allah’ımın ipine sarıldım, hepimiz gerçek dünyaya
gideceğiz”
“Annem bana yol gösteren Kuranımızı bıraktı”
dedi.
Ahu Tuğba rol aldığı filmlerin çok ötesinde bir maneviyat
yaşıyormuş. Hayatında ne yaşadıysa yaşadı, iyi, kötü, doğru, yanlış
hepsini aldı yanına ve gitti.
Herkesin hesabı bireyseldir. Bizler yargı makamı olmamalıyız.
Günün sonunda Ahu Tuğba kendinde olan maneviyatı kızana şırınga
etti ve gitti. Büyük başarı. Günahları af olsun…