Sezere sert eleştiriler
Abone olSami Selçuk'tan Sezer'e sert eleştiriler
Yargıtay Onursal Başkanı Doç. Dr. Sami Selçuk, başkalarının
yazdığı metinleri okuduğunu söylediği Ahmet Necdet Sezer'in
Cumhurbaşkanı seçilme biçimini "Anayasaya aykırı ve de gülünç"
buluyor.
Türkiye yine zor bir dönemden geçiyor. Kasım 2005'de Şemdinli'de
patlak veren olaylardan bu yana ülke hararetli tartışmaların
içinde. Bir yandan artan terörle başa çıkmak bir yandan hukuki,
siyasi sistemini evrensel ölçütlere ulaştırmak zorunda. Bunu
yaparken de sistemin mevcut hastalıklarıyla baş etmek, geçmiş
yanlışlarıyla hesaplaşmak durumunda.
Ortamı hareketlendiren Şemdinli Davası iddianamesinde Kara
Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın adını geçirdiği
için tartışmaların odağında kalan ve Hakimler Savcılar Yüksek
Kurulu'nca meslekten ihraç edilen savcı Ferhat Sarıkaya'ya hukukçu
desteği ise artarak sürüyor. 8042 kayıtlı hukukçu üyesi bulunan
Hukukçular Rehberi bünyesinde yapılan bir ankette, HSYK'nın
Sarıkaya'yı ihraç kararı yüzde 93.16'ı oranında haksız bulundu.
Ülkenin dört bir yanına dağılan şehit cenazeleri terörü gündemin
birinci sırasına yerleştirirken Meclis'te görüşmeye açılan Terörle
Mücadele Kanunu, son bir kaç yıldır demokratikleşme adına atılan
çok önemli adımları geriye götüreceği, sivil toplum alanını
daraltacağı için eleştiriliyor. Laiklik merkezli tartışmalar ise
hiç kesilmiyor. Kamusal alanda yasaklar sürerken irtica tehlikesi,
bölücülükle eş değerde bir tehlike olarak tanımlanıyor ama kimse bu
tehlikeyi somut olarak gösteremiyor.
Tartışmaların bir yere varmaması, tarafların ortak noktada buluşamaması ise kavram karışıklığından kaynaklanıyor. Demokrat çıkışlarıyla tanınan, 1999-2000 adli yılını açarken yaptığı tarihi konuşmada 'hukukun üstünlüğüne dayalı demokrasi'nin altını ısrarla çizen Yargıtay Onursal Başkanı Doç. Dr. Sami Selçuk, küresel kavramların Türkiye'de yanlış tanımlandığını ve çarpık uygulandığını söylüyor.
1937 yılında Konya-Taşkent'te doğan, uzun yıllar Yargıtay
Cumhuriyet savcılığı ve Yargıtay üyeliği yapan, 1999-2002 yılları
arasında ise Yargıtay Başkanlığını yürüten Doç. Selçuk ile Şemdinli
davasından Terörle Mücadele Kanunu'na, Deniz Baykal'ın 'Apo'ya af
geliyor' iddiasından Anayasa değişikliği ve laiklik tartışmalarına
kadar pek çok 'hassas' konuyu konuştuk. Fransız devlet adamı
Georges Clemenceau'nun "Konuşan ülkelerde zafer, susan ülkelerde
utanç vardır." sözü gereğince Selçuk, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet
Sezer'in konuşma metinlerini önceki yıllarda olduğu gibi hâlâ,
kendisi yazmadığı için kıraat ettiğini, kendisi yazsa tilavet
edeceğini, bu makama seçilişinin ise "kesinlikle Anayasaya aykırı
ve de gülünç" olduğunu söyledi. Halen Bilkent Üniversitesi Hukuk
Fakültesinde öğretim üyeliği yapan Sami Selçuk, "Türkiye yeni
Cumhurbaşkanının kim olacağını tartışmaya başladı. Adınız daha önce
de Cumhurbaşkanlığı için geçmişti. Aday gösterilseniz tavrınız ne
olur?" sorumu ise cevapsız bıraktı.
Deniz Baykal'ın 'APO'ya af yolu açılıyor' diyerek
tartışmaya açtığı Terörle Mücadele Yasasının 6'ncı maddesinde siz
böyle bir şey görüyor musunuz?
Böyle bir şey söz konusu değil. Öcalan eski TCY'nın 125. (yeni
TCY'nın 302) maddesine göre hüküm giydi. Pek çok ülke yasaları
gibi, TCY'nın birçok maddesinde 'etkin pişmanlık' hükmü var. Bu
maddeler, suç politikalarının doğal, doğru bir sonucudur ve suçtan
doğan değerlerin ihlalinin büyümemesini amaçlar. Söz konusu 221.
maddenin 125. (302) maddeye uygulanması olanaksız. Yalnızca 220.
maddeyle ilgili. Öcalan özel-genel hüküm ilişkisi içinde 3713
sayılı TMY'nın özel hüküm olan 3. md. kanalıyla 125. (302) md. göre
hüküm giymedi. Bunu her hukukçu bilir. Değerli Baykal'a ayrıntılar
keşke anlatılabilseydi. Hukukçuları kendisini yanıltmışlar. Ülke
boş yere enerji ve zaman yitirdi.
Hukukçuların çoğu TMY'na gerek olmadığını, TCY'nın yeterli olduğunu söylüyor. Sizce terörle mücadele için yeni bir yasaya gerek var mıydı?
Bu bir tercih sorunu. Yasa yeni değil. Eskisini değiştiriyor. Birçok ülkede benzerleri var. Ancak o ülkelerde AİHM'nin ortaya koyduğu ölçütlere duyarlı biçimde uyulmakta. Üstelik onların tuzu kuru, AB'nin içindeler. Türkiye ise kapısında. Daha duyarlı olmak zorunda. Türkiye'nin bu yasayla başarılı sonuç alacağını sanmıyorum.
Türkiye evrensel hukuk normlarına uyabilmek, AB'ye girebilmek için bir dizi adım attı, yasalar çıkardı. Kazanılan özgürlük alanı terörle mücadele edebilmek için yeniden daraltılıyor şimdi. Ve hâlâ AB kapısındayız. Burada çelişik bir durum yok mu?
Çelişkiyi uygulama çözecek. 2005'te AİHM'nin önüne gelen düşünceyi açıklama özgürlüğünü ihlalden 50 davanın 11'i 45 ülkeye, 39'u Türkiye'ye ait. Bu son derece düşündürücü ve umut kırıcı. Yargıçlarımıza büyük görevler düşüyor.
TMY'ya artan terörle mücadele edebilmek için gerek duyuldu. Adaleti amaçlayan hukuk o ülkenin şartlarına göre eğilip bükülüp, şekillendirilebilir mi?
Yorum farkı olabilir. Ancak bunca oturmamışlık desteklenemez.
KAVRAMLARI ÇARPITIYOR SONRA DA DÜŞÜNÜP DURUYORUZ
Demokrasilerde hukuk nasıl olmalı? Mesela Bülent Arınç, 'kırmızı kitap' denilen Milli Siyaset Belgesinin Meclisin tamamen dışında, her şeyin üstünde olduğunu söyledi. Bu demokrasinin olmadığı anlamına mı geliyor?
Kırmızı kitabın ne olduğunu bilmiyorum. Türkiye'de demokrasi özgürlükçü, katılımcı, eşitlikçi ve çoğulcu boyutuyla tam değil, eksik. Özürlükçülük yukarıdaki orandan belli. Halkın iradesi yasamaya yansımamış. Kullanılmayan ve geçersiz oylarla birlikte seçmenlerin yüzde 58'i temsil edilmemekte. Anayasanın 9. maddesi "Yargı yetkisi Türk milleti adına, bağımsız mahkemelerce kullanılır" der. Batıdan kopya. Uygulamada halk/ulus yok ki Türk ulusu adına karar verilsin. Böyle dediğinizde jüriyi benimsemek zorundasınız. Çoğulculuk boyutu da yetersiz. Neden bunlar? Çünkü demokrat insanı çoğaltamamışız. Karşıt görüştekilerin hakları kısılınca sevinen biri demokrat değil, faşisttir. Demokrat insan, karşıtının hakları sınırlandığında kendisinin hakları sınırlanıyormuşçasına karşı çıkar.
Bu yaklaşım bir çok şeye de yansımıyor mu? Evrensel kurum ve kavramlar temel alınıyor, ama Türkiye'nin koşulları denilip ve yorumlanıp uygulamaya konmuyor mu?
Sorun şu: Küresel kavramlar üzerinde kimsenin mülkiyet hakkı yoktur. Yararlanma hakkı vardır. Mülkiyet hakkınız olsa gözlüğünüzü kırarsınız, atarsınız, başkasına verirsiniz. Yararlanma hakkınız varsa kullanır ve sahibine geri verirsiniz. Biz kavramlar üzerinde mülkiyet hakkımız varmış gibi davranıyoruz. Uygulama çarpık olunca da kara kara düşünüp duruyoruz.
HUKUK DEVLETİ TANIMINDA İTİRAF VAR!
Hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti kavramları çok gündemde ama yerinde kullanılıyor mu?
Çoğu kez ikisi eşanlamlı kullanılıyor. Ama değil. Hukukun üstünlüğü Anglosakson kökenli. Orada açık bir toplum var. Hukuku toplum adına yargıçlar yaratır. Hukuk devleti Kara Avrupa kökenli. Hukuku yaratma tekeli devletin olunca hukuk devletten yana yapılıyor. Kamu yararı, kamu düzeni, kamusal alan gibi kavramlar üretiliyor. Bunları tanımlamak zor. 40 hukukçu, 40 tanım.
Yani yargıçlar bu kavramlarla ilgili durumlarda kendilerine göre tanım yapıyorlar.
Yapmak zorundalar. Kargaşa buradan çıkıyor. Hukukun üstünlüğünü kabul eden ülkelerde tek yüksek mahkeme vardır. Bizde teknik anlamda yüksek mahkeme yok.
Niye? Biz de bir çok yüksek mahkeme var!
Yüksek mahkemede 8-15 arasında yargıç bulunur. İstinaf yetkisi vardır. İsterse A'dan Z'ye duruşma ve anayasa yargısı, adli ve idari yargı yapar. Yılda 50 ile 200 arasında davaya bakar. İlk mahkeme yargıcı bir yasa hükmü anayasaya aykırı ise uygulamaz. Çünkü sonuçta yüksek mahkemeye gelecektir sorun. Bizde ise geri çekemez, uygulamak ya da Anayasa Mahkemesinin önüne götürmek zorundadır. Hukukun üstünlüğünü benimseyen ülkelerde yargı çok güçlüdür. Yargının kararını yasama asla değiştiremez. Af çıkaramaz. Bizde ise değiştirir. Af çıkarır. Orada üstün olan hukuk normudur. Devlet de birey de onun karşısında eşittir. Bizde devlet kendini önceler. Zaten 'hukuk devleti' tanımında az çok bir itiraf var. Devletin hukukun içinde ve bireyle eşit olmadığının, buna çabalandığının itirafı.
Anlattıklarınız Türkiye'de idari, adli ve anayasal yargının nasıl ayrıştığını gösteriyor. Bir de askeri yargı, sivil yargı ikiliği var. Burada bir alan çatışması var mı?
Askeri yargı her yerde var. Ama Askeri Yargıtay ve Askeri Danıştay yok. Birörnek yorum ve uygulamayı sağlamak için Yargıtay da, Danıştay da tek olmak zorunda. Askeri istinaf mahkemesi olabilir, ama askeri Yargıtay olmaz. Ben sistemi eleştiriyorum, insanları değil. Türkiye bu yanlış icatlardan mutlaka vazgeçmek zorunda. Ayrıca Afrika dahil, dünyanın hiçbir yerinde Türkiye'deki kadar işi olan bir Yargıtay yok. Türk Yargıtayının İtalyan ve Fransız yargıtaylarının 15 katı işi var. Şimdi üst mahkemeler kuruluyor, ama işler yine azalmayacak. Danıştay Bölge İdare Mahkemeleri de isteneni vermedi.
Sorunun temelinde ne var?
Çünkü biz bu mahkemeleri Danıştayı ve Yargıtayı kurtarmak için kurduk, kuruyoruz. Nedenleri ve sonuçları birbirine karıştırıyoruz. Oysa istinaf yolunu hak olarak kabul eder iyi işletirseniz, insanlar Yargıtaya gitmeye gerek duymaz, iş de azalır. Bizde çıkış noktası yanlış. Yargıtayı, Danıştayı kurtarmak için yola çıkıyoruz. 1994'de Adalet Bakanlığı uyarıldı. İstinafı hak olarak algılayın, yargıtayı kurtarma yolu olarak değil diye. Ama kimse ne okudu ne dinledi.
Bu doğruları başka gören yok mu? Hukuk fakültelerinde öğrencilere bunlar öğretilmiyor mu?
Öğretiliyor. Ama Türkiye'de ilk mahkeme yargıçlarına, Yargıtay yargıçları not veriyorlar. Yargıçlar, savcılar, iyi not almak için fakültede okuduklarını bir yana itiyor. Yargıtay ne demişse ona göre karar veriyor. Kişiliğini, beyinsel bağımsızlığını yitiriyorlar. Gelişme de duruyor. Bu çok üzücü. Başka türlü yükselemiyor çünkü. Not sisteminin hemen bırakılması gerek.
SAYIN SEZER'İ BAĞIŞLAMAK OLANAKSIZ
Şemdinli'de olanlardan bu yana yaşanan süreç sağlıklı gelişti mi? Bu ortamda bir '28 Şubat havası' hissettiniz mi?
Hissetmedim. Ama sağlıklı da gelişmedi. Van davasında herkes konuştu. Bir dava üzerinde herkes konuşabilir ama sadece mahkemede. Cumhuriyet savcısı da yanlışlık yapabilir. Hem ilk yanlışı o yapmadı ki! Örnekleri var. Onlara özendi o da. Refah Partisinin kapanması öncesinde de iddianame açıklandı, gereksiz laflar edildi. DGM aşamasında neler yapılmadı bu ülkede. Van olayında çoğu kişi asker konuştuğu için böyle oldu, diyor ama sayın Devlet Başkanı konuşmadı mı? Devlet Başkanı başka bir ülkede böyle bir konuşma yapsın o gün çekilmeye zorlarlar. Genel grevler olur. Sayın Devlet başkanı "iddianame bunu kanıtlamıştır" diyor. Üstelik hukukçu. Bu nasıl söylenir? Korkunç bir olay. Bağışlamak olanaksız.
Savcı Ferhat Sarıkaya'nın iddianamesinde meslekten ihracı gerektiren bir durum var mıydı?
Savcı çalışkan, anlatım yeteneği gelişkin. Ama hiç nokta virgül koymamış. Olumsuz niteliği ise görev çerçevesini iyi çizemiyor. Yetki aşımı var.
İhraç kararı yerinde bir karar mı?
Savcının yetkisinin dışına çıktığı bir gerçek. Ancak verilen ceza yerinde mi değil mi sorusunu gerekçeyi görmeden yanıtlayamam. Bu olay bir şeyi kanıtladı: Yargıçların, savcıların güvencesi yok. O güvence, yönetsel bir organ olan HSYK'nın kararlarının mutlaka yargı yolunun açılması zorunluluğudur. İtalya'da gün ışığında demokrasinin yansıması olarak HSYK'nın görüşmeleri herkese açıktır. Bu görüşmecileri ciddi olmaya zorlar. Bizde gizlilik esas. Savcı ya da yargıç ceza aldığı zaman "kararı gözden geçirin" diye bir dilekçeyle başvurur. Karar reddedilince bir cevap gelir kendisine: "Dosyadaki bilgilere ve belgelere göre itirazınız reddedilmiştir" denir. Sicil gizlidir, göremezsiniz ve düşünür durursunuz bu belge, bilgi ne ola diye.
40 YILLIK MESLEK YAŞAMIMDA HİÇ BASKI HİSSETMEDİM
Dilim acıyarak soracağım: Bir yönlendirme ya da kamuoyundan, siyasilerden, askerlerden baskı gelmiş olabilir mi?
Sanmam. Kurulun üzerinde kamuoyundaki tartışmaların etkisini bilemem, ama öyle bir izlenim yaratılması yanlış oldu. Bir dava yürürken bekleyin görelim demek varken konuşmak çok yanlış.
Artık hiçbir savcı bu kadar 'cesur' bir iddianame hazırlayamayacak dendi. Katılıyor musunuz?
Belki biraz fazla düşünecekler iddianame hazırlarken. Ben 40 yıllık meslek yaşamımda hiç baskı hissetmedim. Geçmişte küçücük bir ilçede savcıyken birini tutukladık. Sayın Demirel Başbakandı. O dahil, bütün bakanlardan geçmiş olsun telgrafları geldi tutukluya. Hepsini cezaevine havale ettim. Ama bana hiç kimseden en ufak bir telkin gelmedi.
İddianame açıklanır açıklanmaz "Ben Adalet Bakanı olsam savcıyı hemen görevden alırdım" demiştiniz. Yetki aşımı yüzünden mi böyle dediniz?
Öyle yansıtıldı ama, ben "görevden alırdım" demedim, "o görevden, yani davadan alırdım" dedim. Savcı Yücel Aşkın davasında da benzer yanlışlar yapıldığı izlenimi doğdu.
TÜRKİYE LAİK DEĞİL LASİSİT
Laiklik evrensel anlamda tanımlanıyor ve uygulanıyor mu Türkiye'de?
Türkiye en keskini Cumhuriyet'te olmak üzere Osmanlı'dan itibaren laikliğe doğru adımlar attı. Bu gidiş doğrudur. Laiklik din ile kilisenin ayrılığıdır. Bizde kilise yok ama devletin içinde dinsel birim var. Bu gülünç bir durum. AB kulağını çekmeden önce doğruyu bulmak zorunda Türkiye.
Türkiye laik bir devlet değil mi?
Türkiye laik değil, laisist bir devlet. Türkiye Cumhuriyeti devleti hilafeti kaldırarak laikliğe adım attı. Arkasından Şer'iye ve Evkaf Vekâletlerini kaldırdı derler ama kaldırmadı aslında. Yerine Diyanet İşleri Başkanlığını ve Vakıflar Genel Müdürlüğünü geçirdi. Bunlar özerk kurumlar değil. Bakana bağlı. Laik devletin içinde dinsel kurum olmaz. Devlet dinden, irticai faaliyetlerden korktuğu için dini denetim altında tutmak istiyor. Demokrasiye geçinceye dek bu belki olabilirdi. Ama şimdi olmaz. Bunun adı laiklik değil laisizmdir. Laisizm bir ideolojidir ve devlete, rejime göre din ister. Teokrasi ise dine göre devlet ister. Laiklik ne dine göre devlet, ne devlete göre din ister. Devlet dinden, dinsel kurumlar da devletten bağımsızdır.
Gerçek ya da değil ama kamusal alanda hak ve özgürlüklerin sınırlanmasına yol açan bir şeriat korkusu var ortada.
Hemen her yerde bu yönde isyanlar çıktığı için Cumhuriyetin kurucularının korkusunu anlıyorum. Ancak bugün demokrasi aşamasındayız, toplum ileri bir noktada. Bu tür tehlikeler her zaman olabilir. Önemli olan tehlikenin boyutudur. Bu korkuyla rejimi ne demokrat yapabilirsiniz, ne de laik. İyi uygulandığı ülkelerde laiklik adeta bir barış kaldıracı olmuştur. Bizde ise kavga nedeni. Eğer bir suç işlenirse devletin savcıları el koyar. Birbirinden kuşkulanan insanların yaşadığı bir ülke olmamalı Türkiye. Devlet bireyden, birey devletten korkuyor.
Bu korkuyu aşmak konusunda devlet de, birey de kendine güveniyor mu peki?
Ne yazık ki güvenmiyor.
ANAYASANIN RUHU YOK
1982 Anayasası için "12 Eylülün topluma giydirdiği bir deli gömleğidir" demiştiniz. Şimdi bazı maddelerinin değiştirilmesi isteniyor. Bu yeterli olur mu?
Anayasanın yeniden yapılması gerekli. Bu anayasayı düzeltmek olanaksız. Her tarafı çarpık. Anayasa ruhuna sahip değil. Olması gerekenin tersini yapıp bireye karşı devleti korumaya çalışıyor. Oysa Anayasanın varlık nedeni devlet gücüne karşı bireyin hak ve özgürlüklerini korumaktır.
CUMHURBAŞKANI BAŞKASININ YAZDIĞINI OKUYOR
2004'te Balçiçek Pamir'le röportajınızda, Ahmet Necdet Sezer'in 29 Nisan 1999'da Anayasa Başkanı iken yaptığı tarihî konuşmayı yorumlamış ve metni kendisi yazmadığı için kıraat ettiğini, tilavet etmediğini söylemiştiniz. Şimdiki konuşmalarında ne görüyorsunuz?
Aynı şeyi. İnsan inanarak kendi yazdığını özümseyerek okur. Bir başkası yazınca bu kadar oluyor. Bunu daha önce de söyledim. Önemli olan demokrasiyi özümsemek mi, konuşma yapmak mı? 1999 konuşmamı yaparken beni etkileyen iki şey oldu. Biri, yurt dışında okutulan bir ders kitabında "İşkence denilince akla gelen Türkiye bir yana bırakılırsa..." denilmesiydi. Diğeri ise, 8. 7. 1999'de Türkiye'nin düşünce özgürlüğünü ihlalden AİHM'nde bir gün içinde 11 kez hüküm giymesiydi. Bunun üzerine konuşmamda ağırlığı demokrasiye verdim. Sayın Sezer'in konuşmasında birçok yer bana yabancı gelmedi. Baktım, bir başkası yazmış.
Kim olduğunu siz biliyorsunuz, biz biliyor muyuz?
Onu söylemem.
CUMHURBAŞKANI ANAYASAYA AYKIRI SEÇİLDİ
Ahmet Necdet Sezer'in seçiminin usul açısından pek çok yanlış barındırdığı tartışılmıştı. Ne düşünüyorsunuz?
Anayasaya aykırı seçildi, o kesin. Kendilerine göre bir yorum yaptılar. O yorum son derece yanlış. Cumhurbaşkanlığı oylamasına geçileceği gün erken saatlerde telefon edildi. İncelemem istendi. İnceledim. İlk tura başlanmadan önce çekilmesi gerekiyordu. Amerika'da istinaf mahkemesi yargıçları bana 'bir kişi hem Anayasa Mahkemesi başkanı hem de Cumhurbaşkanı nasıl oluyor" diye sordular. Ben de Türk hukukunun buna yatkın olduğu söylendi, dedim. Hepsi kahkahalarla güldüler, alay ettiler. Eşimle birlikte yanımda olan bir Türk arkadaşım, "yüzün kıpkırmızı oldu" dediler. Ülkemle ve onun hukukçularıyla alay edilse sizin yüzünüz kızarmaz mı? Bu seçim, kesinlikle Anayasaya aykırı ve de gülünç.
Bu, Cumhurbaşkanının şu anki durumunu da tartışmalı hale getirir mi?
Kırmızı ışıkta durması sevimli kılar, ama Anayasaya aykırılığı kaldırmaz.