Sezer uyumlu değil
Abone olYargitay eski Başsavcısı Vural Savaş, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer için, "uyumlu biri değil ama son bir yılda olgunlaştı" yorumunu yaptı.
Zaman gazetesinden Nuriye Akman ile röportaj yapan Yargıtay
Cumhuriyet eski Başsavcısı Vural Savaş, Cumhurbaşkanı Sezer
hakkında ilginç bir yorumda bulundu: “Sezer uyumlu biri değil, ama
son bir yılda olgunlaştı” İşte Savaş’ın açıklamaları: Sezer uyumlu
biri değil; ama son bir yılda olgunlaştı Yargıtay Cumhuriyet eski
Başsavcısı Vural Savaş, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in hassas
ve fazla alıngan bir kişi olduğu görüşünde. Nuriye Akman’a konuşan
Savaş, devlet yönetiminin bambaşka bir şey olduğuna işaret ederek,
dış ve iç politika meselelerini, sadece hukuk bilgisiyle
değerlendirmenin yanlış olduğunu söyledi. Ancak Sezer’in son bir
yılda olgunlaştığını belirten Savaş, “Genelkurmay başkanımızla, MİT
başkanıyla konuşa konuşa, her şeyden önemlisi MGK toplantılarında
söylenenleri dinleye dinleye hakimlik pozisyonuyla kavranamayacak;
ancak tecrübeyle kavranabilecek pek çok devlet bilgisine erişti.”
dedi. Emeklilik ikramiyenizi nasıl değerlendirdiniz? 20 milyar lira
civarında bir şey aldım. 7–8 milyarıyla, beni koruyacak polis
arkadaşlara bir araba aldım. Bu resmi bir araç olmadığı için benzin
parasını da benim koymam gerekiyordu. Bir yıl sonra, bütçemi
zorlamaya başladı. Ben de elden çıkardım. Zaten devletin bana
verdiği bir araç vardı. Araç, korunana değil, koruyana veriliyor.
Efendim işte, Vural Savaş’ın korunmasında kullanılmak üzere. Tabii
o araç biraz daha bakımlı olduğu için, ben direkt diyebilirdim ki,
alın bunu kullanın. Ama aracın fazla kullanılmasını, yıpranmasını
istemedim. O arkadaşlar çağırdığım zaman benim aldığım arabayla
gelsinler diye düşündüm. Son yönerge değişikliğinin sizi hedef
aldığını söylediniz; ama yaklaşık bin kişi korunuyor, sadece siz
değil ki... Mesele şu: İşe önce korumalı lojmandan çıkarmayla
başladılar. “Bunları tasarruf amacıyla yaptık” diyorlar. Bilakis
korumalı lojmanlar kadar tasarruf sağlayan bir şey yok Türkiye’de.
Site gibi bir yerde veya bir binada, bir karakol kuruluyor. Peki bu
olmasa ne olacak? Her biri ayrı semtlerde bir ev tutacaklar. Risk
artacak, her apartman dairesinin önüne bir karakol kurulacak.
Koruma ile görevliler artacak. Benzin paralarını düşünün. Ayrıca
Maliye’nin o korumalı lojmanından tüm korunanlar çıkarılmadı.
Sadece dört adliye mensubu içindi bu karar. Hepimiz çıktık.
Askerler kaldı, biz çıktık Yani askerler kaldı, siviller çıkarıldı
diyorsunuz? Efendim şimdi yanlış anlaşılmasın, emekli genelkurmay
başkanları, kuvvet komutanları ve sivillerden dört kişi
yararlanıyorduk. Tek sivilleri çıkarıp bunu tasarruf tedbiri gibi
gösterdikleri için bunları açıklıyorum. Korunanın ait olduğu kurum,
yani sizi Yargıtay koruyacak artık. Yargıtay Başkanı açıkladı.
Elinde bize tahsis edilecek doğru düzgün araç yok. Ayrıca diyor ki:
“Aracımız olsa dahi benzinini, ikmalini, bakımını üstlenmemiz
isteniyor. Bizim ödeneğimiz buna elverişli değil.” Ben yıllarca
Yargıtay üyeliği yaptım. Bir tek araç, 5 üyeyi birden evlerine
götürür. Aracın benzini için aramızda para topluyorduk. Daha önce
de bu “kendi müesseseleri araç tahsisi yapacak” mevzuu oldu. Ben
derhal, Ankara Valiliği’ne yazı yazdım. “Yargıtay’da öyle bir imkan
yok. Korumanın nasıl yapılacağını siz düşünün. Ben kurumuma
başvurmayacağım.” dedim. Ve onun üzerine Başbakanlık işte bana son
alınan aracı geri aldı. Ama Başbakanlık tarafından verilen tüm
koruma araçlarının, korunan kişinin bağlı olduğu kuruma
devredileceği açıklandı. Bunlar çarpıtmak için böyle söylüyor.
Fiilen bunun işlemeyeceğini kendileri biliyor. Bir de geçici madde
koymuşlar: Verilecek araç, eli yüzü düzgün bir araç olamaz. Diğer
alelade korumalara verilen araçlar olur. Peki kardeşim, biz iyi
kötü bu memlekette bir makamı temsil etmişiz, bilmem ne yapmışız.
Yani Mercedes gibi durumunuza uygun araç mı olmalı? Yok efendim biz
demiyoruz ki Mercedes’ler, bilmem neler alınsın. Bana verilen araç
2000 model Opel Vectra idi. Üç senedir biniyorduk bu araca, hiçbir
şikayetimiz yoktu. Yani sıfatımıza da uygun, bir yere gittiğimizde
düzgün bir araç. Ama şimdi konan geçici madde ile öyle bir araç da
bize verilemeyecek. Peki herkes korunmalı mı sizce? Sırf bir insan
belli unvanlar aldı diye, fi tarihinde bakanlık yapmış diye niye
korunsun? Ben dahil her sene bu adama yaptığı hizmetler dolayısıyla
tehlikeler devam ediyor mu diye, objektif bir değerlendirme
yapılsın. Her başsavcılık yapan da korunmasın. Böyle bir kurulun
başkanı olsaydınız, kaç kişinin korunmasını uygun görürdünüz? Ordu
mensupları dışında, sivillerden korunan bir eski başsavcı var, bir
de Yargıtay başkanları. Yani beş–altı kişiyi geçmez. Bunlar dahi
değerlendirilsin diyorum. “Bundan sonra başıma geleceklerin
sorumlularının bugünden anlaşılması için tarihe not düşüyorum.”
diyorsunuz, yetkililere gönderdiğiniz yazıda. Ama böyle söyleyerek,
tehlikeyi artırmış, kendinizi hedef göstermiş olmuyor musunuz? Peki
susalım mı? O yazıda yazdıklarım ciddi bir durumdur, yetkililerin
bilmesinde yarar var. Ben yaratılış itibarıyla dünyadaki en cesur
insanlardan biriyim. Bugün yine çıktım, sporumu yalnız başıma
yaptım. Bir ayda değişik illerde on konferans verdim.
Konferanslarıma devam edeceğim. Koruma aracı, Ankara’dan ziyade
bana dışarıda lazım. Tabii şimdi otobüsle gideceğim, garajlarda
ineceğim. Çünkü ben kendim araç kullanamıyorum. Asabiyet
mazeretiniz mi var? Değil, benim üç çocuğum var, uzun yıllar araç
alacak durumumuz yoktu. Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu üyesi
olunca devlet araç tahsis etti. Fakat kaldığımız lojmana otobüs
çalışıyordu. Ona binip gidiyordum. Başsavcı oldum, mecburen resmi
araçlara bindim. Araba kullanma alışkanlığım var esasında; ama
ehliyetim yoktu, yıllarca da araç kullanmamıştım. Demek ehliyetsiz
araba kullandınız. 63 yaşında ehliyet aldım. Fakat çocuklarım,
eşim, çok tehlikeli araç kullanıyorsun diye oturup evde ağlıyorlar.
Onun üzerine, aracı çocuklarıma verdim. Ehliyetsiz kamyon kullandım
Takıldım ben şimdi. Ehliyetiniz yokken de araba kullanıyordunuz…
Askerde, vs’de kullandım. Gençliğimizde kullanırdık, bayağı iyi
kullanıyor zannediyordum kendimi o zaman. Askere gittim 59’da.
Şoförlere kurs verecek kimse yok. Çağırdı beni yüzbaşı, “Erler
çalıştırılacak.” dedi. Ben hiç aracın üzerine çıkmamışım. Dedi “gel
ben sana öğreteyim”. Kullana kullana öğrendim. Şoför kursuna gelen
erleri ben yetiştirmeye başladım. Bizim tabur Urfa’dan Siirt’e
intikal ediyordu, koskoca bir askeri kamyonu ben götürdüm. Ve
ehliyetsiz! Ama bunlar 1959’da olan şeyler. Ama daha sonra da
kullanmışsınız. Hemen hemen hiç kullanmadım. Diyorsunuz ki, “Bundan
sonra araç tahsisi için herhangi bir kuruma başvurmayacağım”. Neden
ki? Bir intihar psikolojisi mi var sizde? (Gülüyor) Yok efendim.
Ben çok neşeli bir insanım. Onlar sizi cezalandırıyor diye siz de
onları cezalandırmak istemiyor musunuz yani? Ben çok onurlu bir
insanım. Yargıtay üyeleri bile ceplerinden ilave para koyarak
evlerine gidip geliyor. Bunu bilirken, niye gidip kurumuma
başvurayım? Babamın bize bir nasihati vardı: “Bilmem nereni kes,
kasaba minnet etme.” Bu ev sizin mi? Hayır, astronomik bir kirayla
oturuyorum. 800 dolar veriyoruz. Bütçemiz böyle bir ev almaya
müsait değil. Niye böyle bir evi tercih ettik? Muammer Aksoy,
kapısı sokağa açıldığı için, çıkarken öldürüldü. Ahmet Taner
Kışlalı da, Uğur Mumcu da, Necip Hablemitoğlu da arabayı sokağa
bıraktıkları için arabalarına bomba konuldu. Ben böyle bir binaya
değil, alelade bir apartman dairesine çıksaydım, yani giriş çıkış
kontrolü olmasa, mecburen kapımın önüne polis kulübesi konacaktı. O
üç çocuk, yaz kış beni bekleyecekti. Bizim hanım hassas, onlara
yemek taşı, çay götür. Acıyoruz, evladı gibi oluyor insanın.
Düşündük, taşındık, dedik ki: Sigaramız yok, içkimiz yok. Bütçemizi
zorlayalım, korunaklı bir eve girelim. Şu anda ben, inanın imza
vermişim, kapımın önünde polis istemiyorum diye. Çünkü siteye
girerken iyi kötü korunuyor. Ahmet Necdet Sezer’le bir dönem ciddi
polemikler yaşadınız. Şimdi çizgisini nasıl buluyorsunuz? Ben
hiçbir şeyi kişiselleştirmem. Recep Tayyip Erdoğan “Vur de vuralım,
öl de ölelim” dediği için hakkında dava açılmıştı Kartal’da. Fakat
yasa çıktı, büyük şehir belediye başkanlarının soruşturması
Yargıtay başsavcılarına verildi. Baktım kendi olayım hakkında
kendim dava açmak zorunda kalacağım. Bastırdım takipsizlik
kararını. Cumhurbaşkanı’mızla ihtilafınızın altında ne var? Kendisi
hassas bir kişidir. Fazla alıngandır. Yargıtay, Anayasa Mahkemesi
üyeliği için başvurmuş. Üç kişi tespit edilecek, Cumhurbaşkanı
Kenan Evren de bir kişiyi seçecek. Ahmet Necdet Sezer ikinci olmuş.
O sırada Yargıtay’da bir söylenti çıkıyor; “Evren birinciyi seçmiş”
diye. Bir Yargıtay üyesi, hukuktan sınıf arkadaşı, kendisine
“geçmiş olsun” demiş. “Vay sen bana geçmiş olsun” dedin diye
kızıyor. Sonradan “Ahmet Necdet Sezer seçildi” diye haber gelmiş.
Cumhurbaşkanı seçildiği güne kadar, onunla konuşmamış. Şimdi o
arkadaş diyormuş ki karşılaştıklarında, “Ya kardeşim Ahmet, böyle
bir olayla sen karşılaşsan ne derdin? Bir söylenti çıktı başkası
seçilmiş diye. Ben de sana koridorda rastladım, ‘geçmiş olsun’
dedim. Bu kadar alınacak, büyütülecek mesele mi?” En sonunda diyor
bu kişi, “Bütün sınıf arkadaşları olarak, cumhurbaşkanı seçilince
kutlamaya karar verdik, ben de gittim. O zaman bana ‘Nasılsın?’
dedi.” Mesela Sezer, bugün YÖK Başkanı’yla kesinlikle konuşmuyor. O
neden? Anayasa Mahkemesi başkanıyken bazı yasalarda Anayasa’ya
aykırı hükümler olduğunu söylemiş. Aralarında YÖK Yasası’nı da
saydığı için, Kemal Gürüz resmen yazı yazmış. Demiş: “Böyle bir
iddiada bulundunuz, biz de bu yasayı uygulayan kişileriz. Hangi
madde Anayasa’ya aykırıdır bildirirseniz memnun olurum.” İşte bu
yazı dolayısıyla konuşmuyor şimdi. İkinizin arasındaki mesele
nedir? Ben HADEP’in kapatılması için dava açınca, seçimler de
yaklaşıyor, deliller de çok aleyhte, bu partiyi seçimlere sokmamak
için karar verin diye Anayasa Mahkemesi’ne başvurdum. Çok iyi
hazırlandım. Gösterdiğim gerekçelere, belgelere rağmen, üç cümle
cevap verdiler: “Yasada açık hüküm olmadığından talebin reddine.”
Ben bir süre bekledim; ama pek çok hukukçuyla bunu tartıştım.
Onları derledim. Fakat esas onları çileden çıkaran, tahmin ediyorum
ki, bir yüzbaşının bana yazdığı mektup oldu: “Bunu dağ başında
yazıyorum, PKK ile mücadelede. Biz bu Anayasa Mahkemesi kararı ile
arkadan vurulduk. Eğer Türk milleti ülke bütünlüğünü korumaya
çalıştığımız için dağ başlarında bize minnettarsa, biz de Vural
Savaş’a minnettarız.” diyordu. Ben resmi yazıyla dedim ki:
“Konuştuğum hiçbir hukukçu sizi haklı bulmadı. Cumhurbaşkanımız
Demirel de bu konuda şunu söylüyor.” Bu mektuptan da bu pasajı
yazdım. Mektubun kendisini de Anayasa Mahkemesi’ne gönderdim. Hadep
davası aramızı bozdu! Arkasından Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş
yıldönümünde Ahmet Necdet Sezer, dedi ki: “Bazı hukukçular, haksız
talepleri kabul edilmedi diye beyanda bulunuyorlar. Bu beyanlar da
mahkememizi yıpratıyor.” Evet. Bunun üzerine bir basın toplantısı
yaptım, “Bu sözler banaysa” dedim, “Anayasa’ya aykırı hiçbir
talebimiz olmamıştır. Esas talebimizin kabul edilmemesi hukuka
aykırıdır.” Tabii onu yakından tanığım için, beni artık
seçmeyeceğini tahmin ediyordum. Herkes kırmızı ışıkta durdu, bilmem
ne yaptı diye kendisini alkışladı. O hareketi hukuka uygun değil.
Korunan kişiler kırmızı ışıkta durursa görevlilerin işini
zorlaştırırsınız. Yine de ben Vural Savaş’lığımı yapmışımdır. O
ara, birtakım dış güçler hükümetin yıpranmasını istiyordu.
Cumhurbaşkanı’nın hükümete karşı tutumları dolayısıyla kendisine
büyük bir medya desteği hasıl oldu. O zaman ne hükümete karşı
yaptıklarını, ne o kırmızı ışık meselesinde onu alkışladım. Ama af
kanunu meselesinde ben de alkışladım. Milletvekili maaşlarını veto
etti, alkışladım; ama bir yandan da üzüldüm. Çünkü aynı
değişiklikle, parti kapatma davalarını zorlaştıracak hükümler de
geçmişti. Tuttu, asıl rejimimizle ilgili o maddeyi veto etmedi. Şu
anda, şeriatçı tanınmayan birinin, bir ilkokula müdür bile
olacağına inanmıyorum. Cumhurbaşkanı o ara irticai kadrolaşma
konusunda çok titizlik gösterdi. Atamalar konusundaki tavrını nasıl
buluyorsunuz? Yargıyla ilgili atamaları dedikodulara sebep oluyor.
Mesela üç isimden veya beş isimden birini seçecek, hiçbir zaman
birinci sıradakileri seçmiyor. Tabii bu Yargıtay’da şu şekilde
yorumlanıyor. Kendisi de birinci sıraya geçmediği için adeta
kıskanıyor deniyor; ama belki de samimi olarak “en iyisini seçeyim”
diyordur. Bunların ölçüsünü bulmak zor. Nereye kimi seçmişse,
esasında benim de rahatlıkla oy kullanabileceğim kişiler. Yani o
bakımdan destekliyorsunuz bugün onu? Belki olgunlaştı, belki başka
nedenden, son bir yılda Cumhurbaşkanı’mızı son derece başarılı
buluyorum. Devlet yönetimi bambaşka bir şey. İsmet Paşa ile On Yıl
kitabında Metin Toker ilginç bir şey açıklıyor. Gelmiş geçmiş en
iyi hukukçulardan biri kabul edilen Recai Seçkin Bey’e başbakanlık
teklifi yapmışlar. O da demiş ki: “Devlet idaresi bambaşka bir şey.
Ben iyi bir hukukçu olabilirim; ama birikimim itibarıyla bunu
yapabileceğime tam bir kanaat gelmedi.” Hakikaten dış ve iç
politika meselelerini, sadece hukuk bilgisiyle değerlendirmek
olacak şey değil. Şimdi devletin arşivleriyle yüz yüze gele gele,
bilmem ne yapa yapa, Genelkurmay başkanımızla, MİT başkanıyla
konuşa konuşa, her şeyden önemlisi, MGK toplantılarında
söylenenleri dinleye dinleye, elbette hakimlik pozisyonuyla
kavranamayacak; ancak tecrübeyle kavranabilecek pek çok devlet
bilgisine erişti. Bazıları da derin devlet tarafından kuşatıldığı,
ister istemez sistemin onu doğru yola getirdiği yorumunda bulundu.
İkiz yasalar gibi MGK’ya getirilmiş bazı mevzularda,
Genelkurmay’ımız buna mutlak şekilde, şerh konulması gerektiği
görüşünde olmasına rağmen Cumhurbaşkanımız veto etmedi. Yani o
kadar da kuşatılmış bir insan gibi görünmüyor. Demirel’in
cumhurbaşkanlığı devam etseydi, ne iktisadi kriz bu boyutlara
varırdı, ne dış politikamız bu kadar bizi çıkmaza sokacak hale
gelirdi. Avrasya ile münasebetlerimiz, o zamankinden geriye gitti.
Her konuda tecrübe noksanlığı da diyebilirsiniz, ufuk meselesi de
diyebilirsiniz. Kurumlar arasında uyum sağlama cumhurbaşkanına
düşen en büyük görev. Bu açıdan cumhurbaşkanı olarak ismi
geçtiğinde bu görev için hiç uygun olmayan tek kişi kim deseler onu
düşünürdüm. Hayatı boyunca uyumlu bir insan olduğunu zannetmiyorum.
Tabii kendi dostları dışında. Zaman [ Nuriye AKMAN ]