Sezer, kredisini 3 yılda tüketti
Abone olSezer, sokağın dilini bilmemek ve her olaya sadece hukukçu gözüyle bakmakla eleştiriliyor.
Çankaya’nın yargı makamı değil siyaset yeri olduğunu
söyleyenlerin sayısı da her geçen gün artıyor. Geçtiğimiz hafta
darbe tartışmaları ayyuka çıkmış, ‘demokratik hukuk devleti’ne
yönelik tehditler kapalı kapılar ardından sıyrılarak aleni ifade
edilmeye başlamıştı. Çoğu temenni ve tahrikten ibaret bu
spekülasyonlara herkes konumuna uygun tepkiler verdi. Türk Silahlı
Kuvvetleri’ndeki hiyerarşik yapıyı alt üst etmeyi planlayan bu
haberleri Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök karargahta düzenlediği
basın toplantısında lanetledi, hükümet de aynı hassasiyeti
gösterdi. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de kurumların
görevlerini hatırlattı.
Demokrasinin rafa kaldırılacağı ihtimalinin seslendirildiği bir
ortamda sessiz kalan tek makam Cumhurbaşkanlığı oldu. Hukukçu
kimliğiyle bu iddialara çok net ve kesin şekilde karşı çıkması
beklenen Sezer’in küçük kelimelerle yaptığı değerlendirmeler arada
kaynayıp gitti. Çok hassas bir dönemden geçerken devletin başı
olarak vereceği tepkiler çok önemliydi, ama kayda değer bir şey
söylemedi.
Ahmet Necdet Sezer’in ‘demokratik hukuk devleti’ vurgusunu daha
Anayasa Mahkemesi Başkanı iken yaptığı biliniyor ve takdir
topluyordu. Sezer’in köşkte dış krizde ortaya koyduğu ‘meşruiyet’
arayışının benzerini iç krizde de göstermesi bekleniyordu.
Susurluk kazasının henüz hafızalardaki tazeliğini koruduğu
günlerdi. Yaşanan yolsuzluk ve hırsızlıklarda en çok siyasetçiler
suçlanıyor, milletvekilleri ve politikacılar en az güvenilen
kişiler olarak gösteriliyordu. Türkiye’nin düze çıkması için
sunulan önerilerin başında, mevcut siyasilerden kurtulma yer
alıyordu. Süleyman Demirel de o dönemde cumhurbaşkanlığının son
günlerini yaşıyordu. 57. Hükümet, Demirel sonrası için isim ararken
herkese bir bahane bulunuyor ve sözkonusu adayların hiçbirinin
cumhurbaşkanlığı yapamayacağı öne sürülüyordu. İktidar partileri
DSP, MHP ve ANAP kendine yakın bir adayı seçtirmek için mücadele
ediyordu. Ortalıkta dolaşan hiç bir isimde uzlaşma sağlanamayınca,
Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer gündeme gelmişti. İyi
bir hukukçu olarak tanımlanan Sezer’in bu makama gelmesiyle
birlikte Türkiye’deki hukuksuzluğun sona ereceğini düşünenlerin ve
bu makamın siyasilerden kurtarılmasını isteyenlerin desteklediği
fikir kamuoyundan da iltifat görmüş, Sezer Meclis’in büyük
çoğunluğu tarafından cumhurbaşkanı seçilmişti. Artık Türkiye’nin
bir hukuk devleti olacağından ve Çankaya ile iktidar arasında yetki
kavgasının biteceğinden kimsenin şüphesi kalmamıştı. Çünkü Sezer
Anayasa Mahkemesi başkanıyken yaptığı konuşmalarda
cumhurbaşkanlığının yetkilerinin azaltılmasını ve sembolik bir
makam haline getirilmesini istemişti. Bu düşüncelerinin üzerine
hukukçu kimliği de oturtulunca ideal cumhurbaşkanının bulunduğu
zannedilmişti.
Yılda bir market alışverişi
Sezer’in seçildiği günlerdeki halk desteği de oldukça yüksekti.
Kamuoyu yoklamaları halkın yüzde 70—80’inin Sezer’i desteklediğini
gösteriyordu. Bu desteği verenlerin yelpazesi de oldukça genişti.
Sağcı—solcu, inanan—inanmayan neredeyse her kesimden büyük destek
vardı. Cumhurbaşkanlığının ilk günlerinde özel işleri için sivil
arabayı tercih etmesi, şehir içi gezilerde polis eskortu
istememesi, kırmızı ışıkta durması, market alışverişleri yapması
kendisinin daha çok sevilmesine neden olmuştu. Kimseye haber
vermeden İstanbul’a giderek bir kitabevinden alışveriş yapması ve
yapılan maaş zammını reddetmesiyle toplumdan kopuk olmayacağının
sinyallerini vermişti. Ancak zamanla sadece hukukçu olmanın devleti
yönetmek için yeterli olamayacağı ortaya çıktı. Sezer’in iktidarın
icraatlarıyla ilgili tasarruflarında cumhurbaşkanı gibi değil de
Anayasa Mahkemesi başkanı gibi davrandığını düşünenlerin sayısı
gittikçe arttı. İlk market alışverişinin ardından ancak bir yıl
sonra alışverişe çıkması da başlangıçta oluşan sempatinin
azalmasına neden oldu. Kenan Evren, Turgut Özal ve Süleyman
Demirel’in aksine Çankaya’yı halka kapattı. Demirel döneminde heyet
akınına uğrayan Çankaya Köşkü, Sezer’le birlikte bu işlevini
kaybetti. Demirel gün içinde yüzlerce insanla tokalaşırken,
Sezer’in günlük programları bir ya da iki kabulü geçmedi. Bazı
günlerde ise tek bir kabul bile gerçekleştirmedi.
Cumhurbaşkanlığının resmi sitesi “www.cankaya.gov.tr”de Sezer’in
son bir yılda gün gün ne yaptığıyla ilgili bilgiler var. Rastgele 5
ayrı günü seçtiğiniz zaman olağan görüşmeler dışındaki kabullerin
sayısının üçü bulmadığını görüyorsunuz. Eski cumhurbaşkanlarının
aksine basın toplantıları düzenlemeyen, gazetecilerle röportaj
yapmayan Sezer, hukuk ağırlıklı oluşturduğu danışman kadrosu
aracılığıyla Çankaya’nın görüşlerini kamuoyuna aktarıyor. Bu
nedenle pek çok gazete ve televizyon eskiden olduğu gibi Çankaya’da
muhabir bulundurma ihtiyacı hissetmiyor.
Süleyman Demirel cumhurbaşkanlığı süresince 120 binden fazla
vatandaşla tokalaşmıştı. Bu da ortalama yılda 20 bin, ayda 1666,
günde ise 55 kişi demekti. Görev süresince yaklaşık 1 milyon
kilometre yol katetmiş, günde ortalama 375 kilometre gitmiş,
gününün bir saati ise hep uçakta geçmişti. Türkiye’nin bütün
illerini dolaşmış, sokaktaki insanların sorunlarıyla birebir
ilgilenmişti. Kenan Evren bile asker kökenli olmasına rağmen
kendisini Çankaya’nın içine kapatmak yerine il il dolaşmayı ve
halkla miting ve toplantılar vasıtısıyla buluşmayı tercih etmişti.
Üniversiteleri dolaşmış, girişimcileri ziyaret etmişti. Devletçi
gelenekten gelen Evren dahi halkçı olmayı başarmıştı. Turgut Özal
ve Süleyman Demirel ise siyasetçi kimlikleriyle sokağın nabzını
tutmaya devam etmişlerdi.
“Yüzünüze hasret kaldık”
1961 Anayasası’nda yetkileri çok fazla olmayan cumhurbaşkanı, 82
Anayası’yla birlikte neredeyse icra organının başı hükümet kadar
yetkiyle donatılmıştı. Seksen öncesi cumhurbaşkanlarının sokakla
diyalog içinde olup olmamaları ülke yönetimi için çok mühim
değildi, şimdi ise durum farklı. Oysa Sezer, memleketi Afyon’da
meydana gelen depreme bile birkaç gün sonra gitmişti. Geçtiğimiz
haftalarda Bingöl’de yaşanan deprem faciası sonrası hükümet ve
muhalefet anında çıkarma yaptığı halde Sezer ancak altı gün sonra
kamuoyundan yükselen seslere kulak verdi. Hürriyet yazarı Emin
Çölaşan, Sezer’in Afyon’daki depreme gitmemesini eleştirdiği
yazısında, “Türk milleti Çankaya’da sadece Anayasa Mahkemesi hakimi
yani hukukçu kimliği ile değil insancıl yönüyle de ikamet eden bir
cumhurbaşkanı görmek istiyor” diyerek Sezer’i şöyle eleştirmişti:
“Cumhurbaşkanı ilk seçildiği günlerde arkasında büyük bir halk
desteğine sahipti. Ama dikkat ediniz, bu desteği giderek yitiriyor.
Toplumdan kopuk, insancıl duygulardan epeyce uzak, sosyal
ilişkileri olmayan, sadece kendi ortamında yaşayan ve çok zorunlu
olmadıkça yerinden kımıldamayan bir cumhurbaşkanı. Bütün hayatı
böyle geçmiş.” Medyada Çölaşan gibi düşünenlerin sayısı gün
geçtikçe arttı. Bunlardan biri de Sabah Gazetesi Başyazarı Erdal
Şafak’tı. Şafak “Yüzünüze hasret kaldık” dediği Sezer’e şunları
söyledi: “Cumhurbaşkanı Sezer üçüncü yılına giren görev süresi
boyunca Cumhuriyet Bayramı ve 10 Kasım törenleri dışında ne zaman
halkın içine karıştı ki... Türkiye halkla iç içe cumhurbaşkanlarını
zaten bir Atatürk’le gördü, bir de uzun bir aradan sonra Özal’la...
Çıkın biraz. Moral verin biraz. Verin ki biz de cumhuruyla iç içe
bir halk olmanın tadını çıkaralım.” Taha Akyol ise Sezer açılmalı
diyor ve şunları söylüyor: “Sayın Sezer’in artık sırf ‘kanun adamı’
gibi değil, cumhurbaşkanı olmanın gerektirdiği alan genişliğiyle
konulara bakması, Çankaya’yı topluma ve dünyaya açması gerekiyor.
Sezer’in artık ‘açılması’ gerekiyor. Her ‘tek disiplinli düşünce’
ufuk darlığı yaratır. Hukukla birlikte ekonomi, siyaset, sosyoloji,
diplomasi, tarih gibi disiplinler de önemlidir.”
Hukuk yetmedi!
Sezer’in ilk günlerde YÖK ve memur kararnameleriyle ilgili tutumu
alkış almıştı. Ama zamanla her olaya sadece hukuk penceresinden
bakarak karar vermesi yeni sorunları da beraberinde getirdi.
Kendisini seçen iktidar partileriyle çatışmaya girdi ve Şubat 2001
krizinde rolü olduğu yönünde kamuoyunun belli kesiminde kanaat
oluştu. MGK toplantısında bürokratların önünde başbakanı azarlaması
ve anayasa kitapçığını fırlatmasıyla başlayan süreçte
cumhurbaşkanının aynı zamanda siyaset bilmesi ve idarecilik
yeteneğine sahip olması gerektiği gerçeği ortaya çıktı. Kendisi de
bir hukukçu olan ve ismi cumhurbaşkanlığı için gündeme gelen
Hüsamettin Cindoruk da Çankaya’daki kişinin mutlaka siyaseti
bilmesi gerektiğini söylüyor; “Orası siyasi bir kurumdur. Dünyanın
her yerinde iyi siyasetçiden cumhurbaşkanı seçilir. Oraya gelen
kişinin siyasetçilerle geçmişi olmalı biraz, onları tanımalı,
bazılarına hatırı geçmeli. Gerektiğinde çağırıp konuşabilmeli.”
Cindoruk’a göre bu özelliklerden hiçbiri Sezer’de yok; “Çankaya
bugünkü şekliyle bir denetim organı niteliği kazandı. Yönetim
organı olmaktan çıktı. Seçimden önce ‘ikinci bir anayasa mahkemesi
kurulur’ diye uyarmıştım. Sadece hukuk kurumlarından geldiği için
başka türlü düşünmesini beklemek zor. Orası kamusal alan değil,
siyasal alandır. Bu makamdan beklenen, tarafsız karar vermesi ve
hakem olmasıdır. Ben çok devletçi olduğunu sanmıyorum. Ama çok katı
anayasacı.”
“Perspektifi evrensel değil”
Sezer’in cumhurbaşkanlığı için ismi gündeme geldiği zamanlarda
rezerv koyanlardan biri anayasa hukukçusu Prof. Dr. Mustafa
Erdoğan’dı. Sezer’in iyi hukukçu olup olmadığıyla ilgili elde
objektif veri olmadığını, dolayısıyla Sezer’in iyi hukukçuluğunun
tartışmalı olduğunu yazan Erdoğan, Sezer’le birlikte Çankaya’nın
devlet makamı haline geleceğini ve onun halkla haşir neşir biri
olmayacağını belirtmişti. Öngörülerinin büyük kısmı doğru çıkan
Erdoğan’a Sezer’in cumhurbaşkanlığı süresince verdiği kararların
iyi bir hukukçu olup olmadığını gösterip göstermediğini sorduk.
Aldığımız cevap “Sezer aşağı yukarı ortalama bir Türk hukuk
uygulayıcısının vasıflarına sahip. Tipik bir pozitivist. Resmi
ideoloji kalıplarının dışına çıkan bir evrensel hukuk perspektifine
maalesef sahip değil. Esasen böyle bir beklenti gerçekçi de
olmazdı” şeklinde oldu. Erdoğan diğer öngörüleriyle ilgili
sorularımızı da şöyle cevapladı: “O tipik bir ‘devlet adamı’. Tabii
ki bu onun kararlarına da yansıyor. Çankaya baştan beri milletin
değil ‘devlet’in makamı olmak üzere tasarlanmıştı. Bu makam Özal’ın
cumhurbaşkanlığı dönemi dışında hiçbir zaman topluma devletten daha
yakın olmadı. Çankaya’da inisiyatif 1993’ten itibaren ‘devlet’e
geçmiştir. Sezer bu devlet inisiyatifini güçlendirmiştir.”
Çankaya’ya yeni misyon
Hükümet ile cumhurbaşkanı arasında 3 Kasım seçimlerine kadar devam
eden hukuk tartışması bu tarihten itibaren yerini ideolojik bir
rekabete bıraktı. AK Parti’nin tek başına iktidara gelmesiyle
birlikte doğan boşlukta Çankaya’ya da yeni bir misyon yüklendi.
Sezer’in inisiyatifi dışında olsa bile artık Çankaya iktidar
karşısında resmi ideolojinin hassas olduğu konuların savunulduğu
bir makam haline geldi. Atama kararnamelerinin imzalanması sorun
oldu. Kadrolaşmada eski hükümete gösterilen hoşgörü AK Parti’den
esirgendi. Sezer önemli makamlara atanacak kişilerin çoğunu geri
çevirirken, çıkarılan yasalarla ilgili düşüncelerinde kamuoyunda
yükselen seslere göre karar vermeye başladı. Medyanın desteklediği
yasalara onay verirken, gazetelerin karşı çıktığı yasalar bir kez
daha görüşülmek üzere Meclis’e gönderildi. Oysa aynı Sezer Anayasa
Mahkemesi başkanlığı döneminde cumhurbaşkanının yetkilerinin
azaltılmasını istiyordu. AK Parti iktidarının onaylanması için
gönderdiği 593 atama kararnamesinden 103’ünü çeşitli nedenlerle
geri çeviren Sezer 210 kararnameyi de imzalamadan bekletmeye devam
ediyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise durumdan şikayetçi.
“Bizden önceki hükümetlerin yaptığı atamaların Çankaya’dan dönme
oranı yüzde 2—4 iken bizim dönemimizde bu oran yüzde 29” diyor
Erdoğan. Gazeteci—Yazar Etyen Mahçupyan, Sezer’in 3 Kasım seçimleri
sonrası CHP’li yönünün fazlasıyla öne çıktığını söylüyor ve eskiden
hükümetle Çankaya arasındaki sorunun hukuki olduğunu, şimdi ise
ideolojik bir arka planı bulunduğunu belirtiyor; “Türkiye
siyasetindeki sıkışmalar Sezer’in kendisine atfetmediği bazı
misyonlar yükledi. Daha dengeli bir siyasi yapı olsa daha başarılı
bir cumhurbaşkanı olurdu. Ancak belirli işlevleri otomatik olarak
taşımak durumunda kaldı ve laikçi bakışını bir şekilde
seslendirdiği noktalar oldu. Hepimizin refleksleri var,
sıkıştığımız zaman ani kararlarda o reflekslere kayarız. Sezer’in
de CHP’li bir refleksi var ve en büyük handikapı da bu. Biraz katı;
siyasi nüanslardan bihaber görünüyor. Ama öte yandan bu
tartışmaları yaşamamız için de gerekli bir cumhurbaşkanı.”
Sezer’in ‘derin CHP’li’ tarafı affettiği mahkumların kimliğinde de
ortaya çıkıyor. Cumhurbaşkanlığı döneminde af yetkisini her ne
kadar Adli Tıp raporları doğrultusunda kullansa da mahkumların daha
çok DHKP—C ve PKK’lı olması eleştiri konusu oluyor.
Siyasi partiler farklı düşünüyor
Sezer’le ilgili siyasi partilerin görüşleri de birbirinden farklı.
MHP ve CHP Sezer’in yeni konumunu desteklerken, ANAP ve DYP
eleştiriyor. ANAP Genel Başkan yardımcılarından Nesrin Nas
“Cumhurbaşkanının temel görevlerinden biri devletin kurumları
arasında koordinasyonu sağlamaktır. Bunu sağlamak konusunda çok
çekimser davrandığını görüyoruz. Özellikle Irak savaşı öncesi
meşruiyetin kaynağı olarak Meclis’i değil de BM Güvenlik Konseyi
kararını işaret etmesi doğru bir yaklaşım olmadı. Bunun ötesinde
zaman zaman kanunları hukukun kendisi gibi yorumlama eğilimi
gösteriyor. Son dönemde muhalefet görevi üstlenmiş gibi bir izlenim
var, bunu da doğru bulmuyorum” diyor.
MHP Genel Başkan Yardımcısı Ercüment Konukman ise Sezer’i
desteklediklerini söylüyor; “Durup dururken cumhurbaşkanlığı
müessesesinin tartışmaya açılmasının zamanı değil. Son günlerdeki
veto tartışmalarından öyle anlaşılıyor ki cumhurbaşkanına bazı
yetkilerin verilmesinde fayda var. Türkiye’nin menfaatleri bazen
hukukla paralel gider, bazen hukukun da önüne geçebilir. Bazı
vetolarını keşke yapmasaydı dediğimiz oluyor. Bir cumhurbaşkanı her
zaman halkın içine, sokağa çıkmamalıdır. Ama Sezer’in halkla
bütünleşmek için gayret içinde olduğunu ve halkımız tarafından
sevildiğini biliyoruz.”
DYP Genel Başkan yardımcılarından Oğuz Tezmen de Sezer’in halktan
kopuk bir görüntü sergilediğini söylüyor; “Siyasi bir kişiliği
olmadığı için halktan ve siyasetten kopuk gibi görünüyor. Bizim
geleneğimizde halkla kaynaşma, halk içinde olmak vardır.
Cumhurbaşkanlığının bir güvence unsuru olması gerekiyor. Keyfi
uygulamaları hükümete karşı kontrol altında tutacak, güvence unsuru
olacak bir makam olarak görüyoruz orasını. Ama dünya görüşü ve
kişisel bazı yaklaşımlarının da veto ve kararlarındaki etkisini
görmek mümkün.”
AK Parti’nin siyasi ve hukuki işlerden sorumlu genel başkan
yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat ise Sezer’in kendisini
yanılttığını ifade ediyor; “Bir hukukçu kişiliği bulunması ve
Anayasa Mahkemesi başkanıyken cumhurbaşkanının yetkilerinin
daraltılması yönünde beyanatları bulunması nedeniyle oyumu ona
kullanmıştım. Oysa şimdi beni hayal kırıklığına uğrattı. Milletin
başkanı olabilmek, halkla özdeşleşmek, halkın düşünce ve
yaşantısını paylaşabilmektir. Yoksa sadece bir gösteriş olarak
kırmızı ışıkta durmak, fileyi alıp pazara gitmek halk adamı olmak
için yetmiyor. Bu durumda siz halk olabilirsiniz ama cumhurbaşkanı
olamazsınız. Çünkü onun ıstıraplarını, hissettiklerini
hissedebilmeniz lazım. Cumhurbaşkanı diğer üç erki gözetmek
zorunda, onların uyumlu ve iyi çalışmasını sağlamak durumundadır,
yoksa kösteklemek durumunda değildir.”
CHP Sezer’i sonuna kadar destekliyor. Çoğu konuda aynı fikri
savunuyor. Adana Milletvekili Tacidar Seyhan da Sezer’in şu anda
CHP’nin idealindeki cumhurbaşkanı tipine çok yakın bir yerde
durduğunu söyleyerek; “AKP’nin bize icraat yaptırmıyor yaklaşımı
doğru değil. Laik, demokratik bir devletin cumhurbaşkanına yakışır
bir görüntü ve duyarlılık sergiliyor” diyor.
Sezer’in sokaktan kendisini soyutlamasını eleştiren partiler onu
tek parti iktidarı karşısında bir güvence olarak algılarken, Meclis
dışı güçler de Çankaya’ya aynı misyonu yüklüyor. Ahmet Necdet Sezer
ise isteyerek ya da istemeden bu görevi üstleniyor. Bu durum hem
cumhurbaşkanının hukukçu kimliğiyle tezat oluşturuyor, hem de
ekonomik ve siyasi krizlere davetiye çıkarıyor. Geçtiğimiz hafta
yaşanan ve asker sivil yetkililer arasındaki gerginlikte de Sezer
ortada yoktu.
Kaynak: