Sezer AB ülkelerine seslendi
Abone olMeclis'in açılışında konuşan Cumhurbaşkanı Sezer, yargı bağımsızlığına vurgu yaptı, irticaya dikkat çekti. Sezer müzakereler öncesi AB kamuoyuna da çağrıda bulundu
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, ''Din istismarını temel araç
olarak kullanan ve toplumumuzun Cumhuriyet döneminde elde ettiği
tüm çağdaş kazanımları yok etmeyi hedefleyen irticai hareket;
anayasal düzenimiz için öncelikli tehdit olma özelliğini
sürdürmektedir'' dedi. Sezer, TBMM Genel Kurulu'nda yeni yasama
yılının açılışında yaptığı konuşmada, din istismarını temel araç
olarak kullanan ve toplumun Cumhuriyet döneminde elde ettiği tüm
çağdaş kazanımları yok etmeyi hedefleyen irticai hareketin;
anayasal düzen için öncelikli tehdit olma özelliğini sürdürdüğünü
söyledi. Toplumsal, kültürel, siyasal ve ekonomik alanlarda giderek
yaygınlaşan din istismarcılığının, bir yandan anayasal düzene ve
demokratik gelişmeye, öte yandan İslam dinine büyük zarar verdiğine
işaret eden Cumhurbaşkanı Sezer, şunları söyledi: ''Türkiye'nin
ülkedeki irticai tehdide karşı en büyük güvencesi, laik düzenidir.
Atatürk devrimlerinin özü, ulusal birliğimizin temeli ve toplumsal
barışın en önemli güvencesi olan laiklik, çağdaşlaşma çabalarımızın
temelini oluşturmakta, yurttaş olmaktan ulus olmaya kadar duygu ve
düşüncede, yönetim ve yaşamda çağdaş tutum, bilimsel yöntem ve
akılcı yaklaşımı öngören bir dünya görüşünü ve yaşam biçimini
göstermektedir. İrticaya karşı savaşım, temel dayanağını ve gücünü,
Anayasa ve yasalardan, ulusumuzun çağdaş değerler ve uygarlık
yönünde gelişme kararlılığından almaktadır. Bu kararlılık
karşısında karanlık düşüncelerin esin kaynağı olduğundan kuşku
bulunmayan kimi çabaların başarısızlığa uğraması kaçınılmazdır.''
-AB- Sezer, Avrupa-Atlantik bağlantısının, Türk dış politikasının
önemli bir boyutunu oluşturduğunu vurgulayarak, sözlerine şöyle
devam etti: ''Bu çerçevede, AB üyelik süreci, Amerika Birleşik
Devletleri ile ilişkiler ve NATO içindeki yerimiz, geleneksel
olarak dış politika gündemimizin ilk sıralarında yer almaktadır.
AB'ye üyelik sürecimiz konusunda yaşanan gelişmeler, son aylarda
ulusal ve uluslararası kamuoyunun ilgi odağı durumuna gelmiştir. AB
Anayasası, geçtiğimiz Mayıs ve Haziran aylarında Fransa ve
Hollanda'da yapılan halkoylamalarında onaylanmamıştır. Yine Haziran
ayında yapılan Avrupa Birliği Konseyi sırasında mali yaklaşım
konusunda anlaşmazlık yaşanmıştır. AB içindeki kimi ülkelerin bir
akıl karışıklığı yaşamış olmalarını olağan karşılıyoruz. Bu
gelişmelere karşın AB liderleri, Haziran Doruğu sonunda
yayımladıkları bildiride, genişleme konusunda Aralık 2004 Doruğu
kararının tümüyle uygulanması gereğinin altını çizmişlerdir. AB,
çağımızın en başarılı siyasal ve ekonomik bütünleşme
girişimlerinden biri olarak aynı zamanda bir istikrar ve barış
alanını temsil etmektedir. Bu birliğin, belirli bir coğrafyayla
sınırlanmayan küresel bir değer olabilmesine, Türkiye'nin
üyeliğinin yapacağı katkılar açıktır. İki gün sonra, Türkiye'nin
AB'ye üyelik için görüşmelere resmen başlaması öngörülmektedir.
Görüşmelere başlanmasına bu kadar kısa bir süre kalmış olmasına
karşın, kimi noktalardaki belirsizlik sürmektedir. Bu aşamaya
gelmek kolay olmamıştır. Bundan sonrasının da kolay olmayacağını
belirtmek gerekir.'' -EK KOŞULLAR...- Sezer, Türk ulusunun, AB
yolunda ek koşullar dayatılmasını ve ülkesine karşı ayrımcılık
yapılmasını kabul etmeyeceğinin altını çizerek, ''Bu konudaki
yersiz duraksamaların ve kimi ülkelerdeki iç politika kaygılarından
kaynaklanan yaklaşımların sona erdiğini görmek istiyoruz'' dedi.
AB'nin kimi organlarında Türkiye'ye karşı sergilenen olumsuz
duygular ve önyargılar sonucu alınan kararlardan üzüntü duymamanın
olanaksız olduğunu ifade eden Sezer, şöyle konuştu: ''Ancak
başlayan süreç, geri dönülmez bir aşamaya gelmiştir. Türkiye, AB'ye
üye olmaya kararlıdır ve bu süreci, ulusal çıkarlarını ve ulusal
onurunu koruyarak tamamlayacaktır. Bu sürecin geciktirilmesi,
Türkiye'den çok Avrupa'nın kaybıdır. Çünkü Türkiye, ilerlemesini ve
ulusunun yaşam kalitesini yükseltme ülküsünü, uygarlık ve çağdaşlık
çizgileri içinde sürdürmeye kararlıdır. Ünlü bir yazar, 'Dünyadaki
hiçbir güç, zamanı gelmiş bir düşünceden daha güçlü değildir'
demişti. Şimdi, geniş ufuklu ve geniş ufuklara yürüyebilen bir
Avrupa'nın zamanıdır. AB üyesi ülkelerin, bu gerçeği görerek
davranmalarını bekliyoruz.'' -AB ÜLKELERİNE ÇAĞRI- Cumhurbaşkanı
Sezer, tüm AB üyesi ülkelere çağrıda bulunarak, şöyle seslendi:
''Çağdaş ve evrensel değerleri esasen benimsemiş olan Türkiye,
üyelik yolunda üzerine düşen sorumlulukları içtenlikle yerine
getirmiştir. Avrupa'nın önüne önyargılardan oluşan bir duvar
örmenin hiç kimseye yararı yoktur. Bizim önümüze konacak her yeni
engel, gerçekte Avrupa'nın önünü kapayacak bir duvarın taşları
olacaktır.'' HUKUK DEVLETİ VE YARGI BAĞIMSIZLIĞI- Sezer,
Anayasa'nın 2. maddesinde, Cumhuriyet'in nitelikleri arasında
sayılan hukuk devleti ilkesinin, tüm çağdaş demokratik rejimlerin
temel özelliklerinden biri olduğunu ifade ederek, sözlerini şöyle
sürdürdü: ''Hukuk devleti, en kısa tanımıyla, yurttaşların hukuksal
güvenlik içinde bulundukları, devletin eylem ve işlemlerinin hukuk
kurallarına bağlı olduğu sistemi anlatır. Hukuk kurallarına
bağlılığı sağlayacak düzenek ise devlet organlarının eylem ve
işlemlerinin yargı denetimi altında bulunmasıdır. Hukuk devletinin
en önemli öğelerinden biri, hiç kuşkusuz yargı bağımsızlığıdır.
Yasama ve yürütme işlemlerinin hukuka uygunluğunu denetleyecek
yargı, bu organlar karşısında tam bağımsızlığa sahip değilse, yargı
denetiminden beklenen yarar ortadan kalkacaktır. Bu da devlete olan
güveni zedeleyecektir. Bu nedenle, yargı organlarının kuruluşu,
çalışma ilkeleri, yargıçların seçimi ve özlük hakları konularında
yargı bağımsızlığını gölgelemeyecek yöntemlerin yeğlenmesi hukuk
devleti ilkesinin gereğidir. Anayasa'nın 140. maddesinde,
'Hakimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı
esaslarına göre görev ifa ederler' denilmesine karşın, yargıç ve
savcılar Adalet Bakanı'nın başkanlık yaptığı, siyasal iktidarca
atanan Adalet Bakanlığı Müsteşarı'nın doğal üyesi olduğu Hakimler
ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun gözetim ve denetimi altındadırlar.
Yargıç ve savcıların atanmaları, yükseltilmeleri, yer
değiştirmeleri, disiplin ve özlük işleri, Yargıtay, Danıştay ve
Uyuşmazlık Mahkemesi üyelerinin seçimi gibi önemli yetkilerle
donatılmış Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun oluşumunda
Bakan'ın ve Müsteşar'ın yer alması, yargı bağımsızlığını, yargıç
güvencesini, dolayısıyla hukuk devleti ilkesini zedelemektedir.''
Sezer, yargının iş yükünün kaldırılabilecek düzeyde tutulmasının,
yasama ve yürütmenin eylem ve işlemlerinde hukuk kurallarına ve
yargı kararlarına uygun davranmasıyla olanaklı olduğunu kaydetti.
SİYASİ SORUMLULUK TARTIŞMALARI- Anayasa'nın 105. maddesinde,
Bakanlar Kurulu kararları ile ortak kararlardan Başbakan ve ilgili
bakanın sorumlu olacağı belirtildiğini anımsatan Sezer, şöyle
konuştu: ''Burada sözü edilen siyasal sorumluluktur ve yürütme
organının Bakanlar Kurulu kanadına yüklenmiştir. Devlet yönetiminde
yetkili organların ve kişilerin sorumluluğu, siyasal sorumluluktan
ibaret değildir; bunun çok ötesinde, önemi içeriğinden kaynaklanan
toplumsal ve anayasal sorumlulukları vardır. Hukukun üstünlüğü, bir
yandan hukukun genel ilkeleri, Anayasa ve yargı kararlarının
bağlayıcı olduğu, öte yandan da yasama ve yürütmenin eylem ve
işlemlerinin yargı denetimine bağlı bulunduğu düzenin adıdır.
Anayasa'nın 11. maddesinde, Anayasa kurallarının, 138. maddesinde,
yargı kararlarının, 153. maddesinde de Anayasa Mahkemesi
kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, yönetimi, gerçek
ve tüzel kişileri bağlayacağı vurgulanmıştır. Bu ilke ve kurallar,
her yurttaşa, anayasal kurallarla oluşturulan devlet sistemini ve
rejimini benimsemek, bu sistem ve rejime bağlı kalmak, onu korumak
görevini, ödevini ve sorumluluğunu yüklemektedir. Bu, anayasal,
toplumsal ve vicdani sorumluluk, siyasal sorumluluktan çok daha
önemli sonuçlar doğurabilecek niteliktedir. Siyasal sorumluluğun
sonucu olarak seçimde başarısız olan bir siyasal partinin, sonraki
seçimleri kazanıp iktidara gelmesi olanaklıdır. Ne var ki rejimin
zedelenmesi geri dönüşü olanaksız sonuçlar doğuracaktır. Bu
nedenle, Cumhuriyeti koruma ve yaşatma sorumluluğu, tüm
sorumluluklardan çok daha önemlidir.'' -''EKONOMİDE SEVİNDİRİCİ
GELİŞMELER''- Sezer, Türkiye Cumhuriyeti'nin güçlü bir ekonomi ve
demokrasi olarak, çağdaş dünyanın saygı duyulan, güvenilir
üyelerinden biri durumuna gelmesinin temel amaca olduğunu ifade
ederek, bu amaca ulaşılmasında büyümenin sürdürülebilir kılınması
başta olmak üzere, ekonomik dengelerin kalıcılığının sağlanmasının
belirleyici rol oynayacağını kaydetti. Son yıllarda Türkiye
ekonomisinde sevindirici gelişmeler yaşandığını belirten Sezer,
geçen yıl büyüme hızının yüzde 9,9'a ulaştığını, kişi başına düşen
GSMH'nin 4 bin 172 dolara yükseldiğini, cari fiyatlarla ve satın
alma gücü paritesine göre kişi başına GSYİH'nin ise 7 bin 687 dolar
olarak hesaplandığını bildirdi. Cumhurbaşkanı Sezer, kronikleşen
enflasyon olgusunun denetim altına alınmasında son yıllarda
gözlenen olumlu gidişin, 2005 yılında da sürdüğünü belirterek,
ancak işsizliğin önemli bir sorun olarak önceliğini koruduğunu
söyledi. Sezer, istihdam olanaklarını artıracak ivedi önlemlerin
alınmasının gerekli olduğunu vurguladı. -KAYIT DIŞI EKONOMİ-
''Kamuya kaynak sağlamak amacıyla özelleştirme uygulamalarına
ağırlık verilirken, kaynak sağlamanın en önemli aracı olması
gereken kayıt dışı ekonominin önlenmesi çabaları da
artırılmalıdır'' diyen Sezer, cari işlemlerdeki açığın sürekli
artması ve bunun hareket yeteneği yüksek fonlarla finansmanı,
ekonomiyi denetim dışı riskler karşısında kırılgan duruma
getirdiğini söyledi. Ekonomideki olası kırılganlığın nedenlerinden
birinin de iç ve dış borçlar olduğunu ifade eden Sezer, borçlanma
faizlerindeki düşüşün olumlu olmakla birlikte borç yükündeki genel
artışın önüne geçilmesinin, ekonomik istikrarı kalıcı kılmak için
zorunlu olduğunu kaydetti. -ÖZELLEŞTİRME POLİTİKALARI- Sezer, kamu
mülkiyetinde bulunan işletme ve varlıkların özelleştirilmesinin,
tüm ulusu yakından ilgilendiren bir konu olarak gündemdeki yerini
koruduğunu belirterek, şöyle konuştu: ''Kuşkusuz her siyasal
iktidar özelleştirme politikasını, ülke yararına ve hukuka uygun
olmak koşuluyla, kendi önceliklerine göre belirleyecektir. Ancak,
bu süreçte, özelleştirilen her işletme ve varlıkta tüm yurttaşların
katkısı bulunduğu dikkate alınarak, kamuoyunun haklı duyarlılıkları
üzerinde titizlikle durulmalı; ülke yararına uygun olmasına ve
sosyal hukuk devleti niteliğinin zedelenmemesi için gereken
önlemleri içermesine özen gösterilmelidir. Burada yeri gelmişken,
ulusal kalkınma sürecinde tarihsel bir görevi yerine getiren kimi
kuruluşlarımızın özelleştirilseler de ulusumuz için tarihten
silinemeyecek kadar önemli ve değerli olduklarını anımsatmak
istiyorum. Ülkenin içinde bulunduğu koşullar nedeniyle kimi
stratejik kurum ve kuruluşların özelleştirilmesinde daha özenli
hareket edilmesi, özelleştirmenin yabancılaştırmaya dönüşmemesi ve
gerçek değer üzerinden yapılması, yeni teknoloji, yeni yatırım ve
yeni istihdam olanakları yaratılması gerektiği açıktır. Özellikle
Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki az gelişmişlik sorununun
giderilmesine ilişkin gereklerin, alınan önlemlere karşın özel
kesimce yerine getirilmemesi ya da yetersiz kalması durumunda
devlete görev düşeceği unutulmamalıdır. Sonuçta hepimiz,
Türkiye'nin tüm bireyleriyle mutlu, huzurlu, güçlü bir ülke
olmasını amaçlıyoruz. Ekonomiyi, dengeleri oturmuş, istikrarlı bir
yapıya kavuşturmadan, güven ortamını kalıcı kılmadan bu amaca
ulaşılamayacağının bilincindeyiz. Türkiye, güçlü ekonomisiyle
AB'nin vazgeçemeyeceği bir ülkedir. Böyle bir ekonomik yapıya sahip
Türkiye'nin AB'ne güç katacağı açıktır. AB ülkelerinin bu durumu
dikkate alacağını umuyoruz.'' Sezer, üzerinde özenle durulması
gereken kimi sorunları bulunmakla birlikte, Türk ekonomisinin son
yıllarda gösterdiği olumlu gelişmelerin sürmesini diledi.