Sevinç Altan'ın yeni resimleri sergide
Abone olYepyeni bir solukla, yeni bir çizgide heyecanlı bir yolculuğa başlayan Maçka Modern sezonu bir Sevinç Altan sergisiyle açıyor.
Sergide sanatçının yeni çalışmalarında da izini sürdüğü, özel
bir dönemine işaret eden, 1997-2007 tarihli büyük boy resimleri yer
alıyor.
Sevinç Altan, güvenli bir dayanak aramak yerine rüzgarı hissederek
hareket eden bir ressam.
'Sözünü bir kağıt kalemle de söyleyebilirsin'
diyerek geldiği noktada sesini en basit olanda, ilkel olanda
buluyor. Orada ne anlatılmak isteniyorsa o kadarı vardır, üstüne
başka bir şey yüklenmez.
Sergideki resimler, en basit olana doğru süregiden yolculukta bir
durak.
Bu durakta Sevinç Altan 'kentsel dönüşüm projeleri’yle
mutenalaştırılmaya çalışılan mekanlarda dolaşıyor. Üstümüze
kaplanan kabuğu aralayıp her şeye rağmen görünene bakıyor.
İktidarın kendi oluşturduğu meşruiyeti dayatıp, pazarlama
stratejileriyle ayıklayarak, temizleyerek, mutenalaştırarak yeniden
tasarladığı alanlar. Ve kenarda köşede, kendine eklentiler yaparak
dönüşen, akıp giden, kıvrımlı kıpırtılı mekanlar. Altan, sürgüne ve
tecrite direnen bu gayrimeşru alanların uygunsuzluklarının,
düzensizliklerinin, çirkinliklerinin, ilkelliklerinin,
esrikliklerinin yanında duruyor.
Resimlerdeki sürekli oluş hali, bu mekanlarda izini sürdüğü
kendiliğindenlik, hesapsızlık ve sahiciliğe, -bir ara bölge-ye
doğru bir arayışı işaret ediyor bize.
Bir oda…yanına bir oda…ihtiyaç halinde bir oda daha.
‘Düzayak çivit badanalı bir kent nasıl kurulur abiler?’
Sergi 15 Eylül – 9 ekim 2010 tarihleri arasında görülebilir.
Maçka Modern
Maçka cad. 24/1 Teşvikiye
Tel: 0212 259 46 13
Açılış: 15 eylül çarşamba 17 00 - 20 00
Rahmi Öğdül'ün Sevinç Altan'ın resimleriyle ilgili kaleme aldığı
yazıyı okumak için ikinci sayfaya geçiniz
SEVİNÇ ALTAN’IN YER-YAZIMI (COĞRAFYASI)
RAHMİ ÖĞDÜL
Tuvalin veya bulduğu her türlü kâğıdın uzamını yalın çizgilerle
‘yer’leştiriyor Sevinç Altan. Yer olmayan, insana sınırsızlık,
özgürlük, çoğu kez de belirsizlik duygusu veren uzamı yalın bir
dil, bir tür hiyeroglif sayesinde güvenli yer haline getiriyor;
yer-yazımına (geo-graphy) girişiyor.
Uzam ve yer farklı deneyimleri belirten sözcükler. Yer güvenlik,
uzam ise özgürlük duygusu uyandırıyor bizde; sahip olduğu tüm
değerlerle birlikte bir yere bağlanıyoruz; yerin toplumsal
ilişkileri, fiziksel yapısı, doğal çevresi bizi sarıp sarmalıyor,
kendimizi güvende, evimizde hissediyoruz. Öte yandan uzam ise
özgürlük duygusunu çağrıştırıyor; yerin ötesine, dışına doğru
yapılan bir yolculuğu, bir hareketi talep ediyor bizden. Bir yer
dar, kısıtlı bir mekân ve bu mekânın barındırdığı ilişkilerle,
dolayısıyla gelenekle tanımlanıyor. Yerden yola çıkarak hareket
etmeye başladığınız an, yer ve yerin bağlantılarından (gelenekten)
bir kopuş yaşanıyor. Bağlanma ile özgürlük, belirlilik ile
belirsizlik duygusu arasındaki sürüp giden çatışma bir anlamda yer
ve uzam sözcüklerinde ifade buluyor.
Yerleşmek, kök salmak mesken tutmak, her ne kadar yerleşik,
güvenlikli bir yaşamı ima etse de Sevinç Altan’ın özellikle
tuvalleri alttan alta kaynaşan huzursuz kuvvetlerin tehdidini de
duyumsatıyor bize. Katı, sağlam olanın her an sıvılaşabileceğini,
bastığımız yerin altımızdan her an kayabileceği hissediyoruz.
Komünist Manifesto’da Marx’ın, “katı olan her şeyin buharlaşıyor”
saptaması sadece moderniteye atfediliyorsa şayet, yer kabuğunun bu
anlamda modern-öncesi, kadim bir modern olarak durduğunu
söyleyebiliriz. Bu görünüşte katı olan, ama içten içe kıpır kıpır
kaynayan zeminin üzerinde yaşamak, bir yere bağlanmak, aslında
elimizde olmayan bir bağlanmamayı da gerekli kılıyor.
Şeffaf boya katmanlarının altından kendini belli belirsiz ele veren
tuval-yerin tarihi. Bu katmanların en üstüne en yalın malzemeyle
(her türlü kalem) yazılmış hiyeroglifler; doğanın kuvvetlerine
uyarak durmadan göç eden ilk insanların yılın belirli dönemlerinde
ziyaret ettikleri mağara duvarlarına çizdikleri gizemli desenleri
andırıyorlar. Göçebeler de çizerek, ‘yer’leştiriyorlardı
mağarayı.
Bir yer kabuğu olarak tuval, altında gizlediği jeolojik katmanların
bu huzursuz, kıpır kıpır kuvvetlerini belli belirsizce yüzeye
kusuyor. Sevinç Altan’ın şeffaf boya katmanlarının altında lekeler
halinde yüzeye yansıttığı bu huzursuz kuvvetler sayesinde tuval
müthiş bir patlamanın şiddetini gizil bir güç olarak bağrında
saklıyor. Tuvalin görünürdeki dinginliği, yalın çizgilerinin
kırıklarından sızan derinlerdeki kaotik kuvvetlerce her an
bozuluverecek gibi. Kabuk kırılacak ve tuval yüzeyinde tutunmaya
çalışan çizgiler, alttan alta kendilerini hissettiren akkor
halindeki lavlarla sürüklenecek. Sevinç Altan yer kabuğunun
dinamik, kıpır kıpır doğası ile hiyeroglifler arasındaki gerilimi
çok iyi yansıtıyor. Magma (boya katmanları) denizinde yüzen yer
(tuval) kabuğunun katılığının aslında bir aldatmaca olduğunu,
kabuğun her an sıvıya dönüşüp üzerinde ne varsa sürükleyip
götüreceğini ima ediyor.
Kaygan, oynak, tekinsiz bir kabuk üzerinde yazılar yazıyor Altan.
Yazıların gölgesi yere vuruyor, ateşten gölgesi. Yazılarının bedeni
ve yere vuran gölgesi genleştikçe, çizgiler, kıvrımlı, kırıklı,
noktalı çizgiler her yeri işgal ettikçe gerilimli bir uzam olarak
tuval, yer haline geliyor.
Yeri, Nietzscheci bir anlamda bir beden olarak tanımlayabilir
miyiz? Galiba evet. Nietzsche’ye göre ister kimyasal ya da
biyolojik, ister toplumsal ya da politik olsun kuvvetlerin kendi
aralarındaki ilişkileri, bir beden teşkil ediyor. Çok sayıda
kuvvetin etkileşime girdiği yer de bir bedendir o halde.
Romalıların bir kent inşa etmeden önce kentin göbek deliğini
(umbilicus) tespit etmeleri, bir beden olarak yer anlayışını
cisimleştiriyor; kentin merkezinde yer alacak bu göbek deliğinde
çukur açıyor, yeraltı ve yerüstü tanrılarını/kuvvetlerini teskin
etmek, gönüllerini almak için adaklarla dolduruyorlardı bu çukuru.
Dolayısıyla insanların yaşadığı, ekip biçtiği, savunduğu, mihenk
noktalarını belirlediği, sınırlarını koruyup kolladığı bir beden
olarak yer, yeraltı ve yerüstü tanrılarının, doğal ve toplumsal
kuvvetlerin, atalarının ya da ruhlarının izlerini taşıyor.
İnsanlar, içinde yaşadıkları yer sayesinde kimliklerini
ediniyorlar, yer üzerinden tarihsel ve ilişkisel varlıklar haline
geliyorlar. Birbirleriyle, geçmişleriyle yer üzerinden ilişki
kuruyor, geleceğe dair beklentilerini yine bu yer üzerinden
oluşturuyorlar.
Sevinç Altan yer altı ve yerüstü kuvvetlerini tuvalin kabuğunda bir
araya getirerek yerin (tuvalin) gerilimli bedenini görünür
kılıyor.
Doğal ve toplumsal kuvvetlerin etkileşime girdiği bir beden olarak
yer anlayışında büyük bir kırılma yaşandığı görülüyor günümüzde.
Hız, yerle kurulabilecek her türlü ilişkiyi yok ediyor, sürekli bir
kopuş deneyimi yaşatıyor insana; yerler uzamlara, uzamlar
yer-olmayanlara dönüştürülüyor. Hız mekânlarıyla ya da Marc
Augé’nin tabiriyle “yer-olmayan” mekânlarca işgal ediliyor yeryüzü
artık. Alışveriş merkezleri, havaalanları, oteller gibi bu tekdüze,
homojen mekânlar, gerçek yerin tüm kuvvetlerinden, kıvrımlarından
muaf tutuluyorlar; doğal iklimden, insan ilişkilerinden, tarihten,
toplumsallıktan tamamen arındırılmış bu yapay mekânlar, birbirine
eklemlenerek yeryüzünü devasa bir “yer-olmayan”a dönüştürüyorlar
adeta.
Her türlü kuvveti bünyesinde barındıran ‘yer’e, fırçasının ve
kaleminin gücüyle sarılan Sevinç Altan, yerin katmanlarıyla,
kıvrımlarıyla oynaşan, etkileşime giren çizgileriyle yer-yazımına
girişiyor, kendi coğrafyasını kuruyor.