SEVGİDE ALDATMA OLMAZ
Abone ol''Yaşam Okulu'' eğitmenleri, AŞK ve SEVGİ'yi anlatıyor
Röportaj:
İnternethaber - Dilek Yaraş
Taaa 1986 yılından beri “bireysel
gelişim” kavramını yazılarında, seminerlerinde,
radyo programlarında ülkemizde tanıtan, Nil Gün ve Saim Koç; iki
yazar, iki ‘’Yaşam okulu’’
öğretmeni.
Onlar, hayatı bir oyun gibi ama alabildiğine ciddiye alarak
yaşıyorlar. Hem öğreniyorlar, hem öğretiyorlar. Birçok insana
birbirlerine duydukları sevgiyle, öğrettikleriyle ve yaşam
sevinçleriyle ilham veriyorlar.
On üç yıl önce ilk görüşte aşık olup evlenen ve ilişkilerindeki ilk
günlerin heyecanını hâlâ koruyabilen çift, son derece üretken bir
evliliğe de çok güzel bir örnek oluşturuyorlar.
Kimbilir,
mutluluklarının kaynağı da budur belki de...
Daha önceleri, Güneş gazetesindeki yazılarından, TGRT’deki
‘’Nil Gün ile Yeni Bir
Gün’’ programından tanıdığınız Nil’in bu güne kadar
çoğu en çok satanlar listesine girmiş ve onlarca baskı yapmış 14
kitabı, onlarca motivasyon cd’si ve kaseti var. Nil’in 32.
baskısını yapan NLP kitabı hâlâ en çok satanlar listesinde.
Duyguların Simyası’nı da yazan yazarın ‘’Mutluluk Kitabı’’ ise şu anda 18. baskısını
yapmış durumda.
‘’İletişimde Ustalaşmak’’
ve ‘’ Özsaygı: Öncelikler Listende Kaçıncı
Sıradasın?” isimli kitapların yazarı Saim Koç ise
Nil ile beraber kurdukları Kuraldışı, Ötesi ve Aykırı yayınlarının
yöneticiliğinin yanı sıra insanlara ‘yaşam
koçu’ olarak hizmet veriyor.
Bütün bunların yanı sıra, 1989’dan beri her hafta sonu bireysel
gelişim alanında bireylere ve şirketlere yönelik ‘’workshop’’lar
yani grup çalışmaları da düzenliyorlar. Bu çalışmalara 1989’dan
2005 yılına kadar tam 55 bin kişi katılmış...
Saim ve Nil, yılların deneyim ve birikimini eğlendirici ve öğretici
bir televizyon programıyla geniş kitlelere sunmaya da
hazırlanıyorlar... Henüz belli bir kanalla anlaşmaya varmamışlar
ama gerçekleştiğinde insan ilişkilerine yönelik piyasadakilerden
çok farklı bir program izleyeceğiz gibi görünüyor.
Siz, onların çalışmaları hakkında daha geniş bilgi edinmek
istiyorsanız www.kuraldisi.com’u ziyaret edebilirsiniz... Ama ben
bu mutlu ve üretken çiftle aşk ve evlilik üzerine, onların kendi
ilişkilerinden ve deneyimlerinden yola çıkarak uzun ve eğlenceli
bir söyleşi yapmayı tercih ettim...
Siz de aşkla başlayanlardansınız...
Nil: Hem de yıldırım
aşkıyla. İkimiz de ilk görüşte aşkı yaşadık.
Saim: Sadece ikimiz vardık
sanki dünyada.
Ne kadar sürdü bu
dönem?
Saim: Herhalde üç dört ay
sürdü.
Nil: Ben, o dönem bitsin
istiyordum artık. Çünkü yazı yazamıyordum, başka hiçbir şeyle
ilgilenemiyordum. Varsa yoksa Saim.... O kadar hastalıklı bir
durumdu ki.
Saim: Bunun hayatını
aksattığını hissetsen de tadını çıkarmaya odaklanıyorsun. Ama bir
süre sonra hayata dönüyorsun. Bu noktada ilişkide özen önem
kazanmaya başlıyor. Çünkü bu özen yoksa bir arada kalmanın bir
anlamı da kalmıyor.
Nil: İnsan değer verdiği
şeye özen gösterir. Birçok insan arabasına eşine verdiğinden daha
çok değer veriyor.
Arabalarına iyi bakmazlarsa
tamirci masrafı, ilişkilerine bakmazlarsa da doktor masrafı çıkıyor
galiba...
Nil: Evet... Gerçek ya da
hayali hastalıklar ortaya çıkıyor. Hastalıkların çoğu insanların
mutsuzluğundan kaynaklanıyor. İnsanlar mutsuz olmamakla
yetiniyorlar. Oysa mutlulukla mutsuz olmamak arasında dağlar kadar
fark var.
Neden böyle?
Nil: Kendilerini layık
görmüyorlar.
Saim: Mutluluklarını
koşullara bağlıyorlar. Ama o koşulları değiştirme sorumluluğunu
almıyorlar. Çaba harcamıyorlar.
Ya evliliğin getirdiği
sorumluluklar....
İnsanların en büyük hatası sorumluluğu özgürlük kısıtlaması olarak
algılaması. Oysa ki sorumluluk özgürlüğümüzü arttıran bir şeydir.
Ne kadar kendi hayatımızın sorumluluğunu üstlenebiliyorsak o kadar
da özgürüzdür. Örneğin; ekonomik olarak kendi hayatımızın
sorumluluğunu üstlenemiyorsak yaşadığımız hayat da kısıtlanır.
Duygusal olarak kendi duygularımızın sorumluluğunu alamıyorsak,
duygularımızı başkaları belirler, istemediğimiz duyguları yaşamak
zorunda kalırız.
Nil: Tabi burada
‘öz’ sorumluluktan
bahsediyoruz.
Nasıl yani?
Nil: Öz sorumluluk, görev
anlamına gelmez. Fedakârlık içermez. Çiftlerden biri fedakâr ise bu
fedakârlık bir süre sonra öfke yaratır. Sağlıklı ilişkilerde
‘özveri’ yani ‘öz’den verme vardır. Vermek keyif olmaktan çıkıp da
birinin görevi haline gelmişse veren kişide öfke yaratır.
Saim: Başkalarını mutlu
etmek uğruna kendi hayatını feda eden insan, karşısındakinde minnet
duygusu uyandırır. Ama minnet duygusu, içinde öfkeyi barındır
daima. Üstelik, fedakâr eşler, yaptıkları ‘feda’dan bekledikleri
‘kâr’ ı elde edemezler
genellikle. Hatta, bütün o fedakârlıklar onların asli görevi gibi
görülür. O zaman da haksızlığa uğramış hissederler kendilerini.
Ya sadakat....
Saim: Sadakat, düşünsel ve
cinsel bağlılık gerektirir. Bunu da toplum kurallarından
baskılardan dolayı değil, kendi içinden öyle geldiği için
yaparsın.
Nil: Bu da ancak eşler
birbirlerinin fiziksel, duygusal, düşünsel ve ruhsal ihtiyaçlarını
karşılıyorsa olabilir.
Saim: Yani şöyle bir
sadakat anlayışı olmaz: Ben tatmin olmuyorum bu ilişkide ama sadık
bir insan olduğum için de eşimi aldatmam... Böyle bir şey olmaz.
Hiç kimse bunu yapamaz. Ama insanlar ilişkilerinden yeterince doyum
alamadıkları halde, çıkarlarına uygun olmadığı için ayrılmıyorlar.
Kendilerini ya doyumsuz bir hayata mahkum ediyorlar ya da eşlerini
aldatıyorlar.
Nil: Gerçek sevginin
olduğu yerde aldatma olmaz.
Emin misiniz?
Nil: Kesinlikle olmaz.
Saim: Evet. Doyum
bulmuyorlarsa ayrılırlar. En yıpratmayan çözüm budur. Aldatma
durumunda kişinin kendisine olan saygısı da azalıyor. Erkekler,
toplumum meşru görmesi nedeniyle bunu biraz daha kolay
kaldırıyorlar ‘’Her evli erkek arada bir küçük çapkınlıklar yapar’’
gibi rasyonalize ediyorlar ama biraz gelişkin bir insanın bundan
rahatsız olması lazım.
Ama
‘’sorumluluklar, hayat
şartları’’ diyorlar
ve sürdürüyorlar...
O kelimeleri ‘’çıkarlarım’’ olarak değiştirmeleri gerekir.
İlişkinin sorumluluğunu üstlenmiyorlar demektir. İlişkinin
sorumluluklarından biri de sadakattir. Diğerleri sorumluluk değil
‘çıkar’dır.
Çocuklarım
diyorlar...
Saim: Bu da bir çıkar.
Çünkü ayrılınca çocukların onlara yükledikleri sorumluluk artıyor.
Eskiden olduğundan daha fazla ilgilenmek durumunda kalıyorlar
çünkü....
Nil: En büyük yalanlardan
biri o. ‘’Çocuklarım uğruna ben bu
evliliği sürdürüyorum.’’ Hakikaten büyük bir yalan, iki
yüzlülük. Aynı kadın, ekonomik koşulları müsait olsaydı, ya da
hemen evliliğini bitirdiği anda karşısına hayatının ideal erkeği
çıkacak olsaydı hâlâ çocuklarım deyip devam ettirir miydi
ilişkiyi..
Grup çalışmalarınıza 89 yılından
bugüne altmış bine yakın insan katılmış. Bu, ilişkilerdeki tükenme
aşamalarını gözlemlemek için de iyi bir rakam...
Saim: İlişkiler belli
aşamalardan geçerek tükeniyorlar. Bunların ilki
tepki aşamasıdır: Özen
gösterilmemeye başlanır. Eşin bizi daha önce rahatsız etmeyen
huyları rahatsız etmeye başlar. Bunun önü alınamazsa tepki
kızgınlığa dönüşür.
Nil: İnsanların
birbirilerine çekilme nedeni genellikle ayrılma sebebiyle
aynıdır.
Saim: Kızgınlığımız
giderek artar. Aramızda duygusal bir duvar örülmeye başlar. Her şey
batmaya başar. Bol miktarda kavgaların olduğu bir aşamadır bu.
Suçlamalar, yargılar vardır bol bol. Eşler birbirlerini
değiştirmeye çalışırlar. Aralarına duygusal bir duvar girer. Bunun
da önü alınamazsa reddediş
başlar. Bu aşamada yataklar da ayrılır genellikle. Yatakların
ayrılmasının kalıcı olduğu noktada geri dönüş artık imkânsızdır
neredeyse. Tekrar denense bile bu kısa süreli olur.
Bu aşamada ayrılmayanlar, çıkarları gerektirdiği için bir arada
dururlar ve bastırma aşamasına geçerler. O noktada, artık kavgadan,
gürültüden yorulmuşlardır ve iki yabancı gibi yaşamaya başlarlar.
Dışardan bakıldığında çok uyumlu, çok iyi anlaşan bir çift gibi
görünürler. Çünkü başkalarının yanında hiç kavga etmezler artık.
Birbirlerine gerektiği gibi davranırlar. Evde de aynı evi paylaşan
iki yabancı gibi yaşarlar.
Nil: Çünkü artık kavga
etmeye değen bir şey kalmamıştır ortada...
Aslında insanın
mutluluğunun yüzde 85’inin kaynağı aile ilişkisi, sosyal ilişkiler,
hobiler ve birey olabilme yetisini kazanmak. Yüzde 15 ise, iş
hayatında başarıdan geliyor. Biz, hayatımızın ortalama yirmi
yılında o yüzde on beş için okula gidiyoruz. Geri kalan yüzde
seksen beş içinse hiçbir okul yok. Biz bu ihtiyaçtan yola çıkarak;
adına ‘’Yaşam Okulu’’
dediğimiz, içinde ilişkiler, iletişim, NLP, özgüven, kendin olmak,
doğru karar verebilmek, gölgeler gibi çalışmaların olduğu 22 gün
süren bir grup çalışması oluşturduk...
Özel ilişkideki mutluluğun,
hayatın diğer alanlarındaki mutluluğu etkilediğini, ama hayatın
diğer alanlarındaki mutluluğun özel ilişkiye pek bir katkısı
olmadığını mı, söylüyorsunuz?
Nil: Evet. Dünya, meşhur,
başarılı ama özel hayatlarında son derece mutsuz insanlarla dolu.
Herkesin aradığı; sevdiği, sevildiği, güven duyduğu bir ilişki
içinde olmaktır.
Saim: İnsanlar, doğru
insanı bulurlarsa hayatlarına sihirli bir değnek değeceğini ve
mutlu olacaklarını zannediyorlar. Ama, yok böyle bir şey. Bu ancak
masallarda olur. Sürekli emek gerekiyor.
Nil: İşin sırrı,
kendilerinin doğru insan olabilmesinde. Sen doğru insan olduğunda
senin için en doğru insanı da mıknatıs gibi çekiyorsun zaten.
Sıradan insan doğru insanı bulmaya çalışıyor. Bilinçli insan doğru
insan olmayı amaçlıyor.
İnsan olmakla
insanımsı olmak arasında fark vardır... Doğru insan, kendi
mutluluğunun sorumluluğunu üstlenmiş insandır... Fiziksel boyutta
kendine bakabilen, duygularının sorumluluğunu alabilen, zihnini
sürekli geliştirebilen, manevi boyutuna önem veren, varlığıyla
bütüne bir katkıda bulunan insandır.
Kişilikleriniz benziyor mu
birbirine?
Saim: Tam değil. Ama
benzemeyen yanlarımız da birbirimizi zenginleştiriyor ve
geliştiriyor. Ama doğuştan getirdiğimiz karakter özelliklerimiz
benziyor. Aslında o daha önemli. Çünkü ilişkilerde karakterler daha
belirleyici rol oynuyor.
Biraz açar
mısınız şu 'karakter'
meselesini?...
Saim: Mesela, ikimiz de
hiyerarşiye önem vermeyen, özgürlüğüne düşkün, yaptığımız işlerde
anlam arayan insanlarız. Benim için ‘başarılı olmak’ her şeyden
önemli olsaydı, faaliyetlerimizin eksenine ben başarıyı koyacaktım;
Nil de anlamı. Dolayısıyla, elde etmek istediğimiz şeyler farklı
olduğu için inanılmaz çatışmalar yaşayacaktık. Ya da ben
hiyerarşiye düşkün olsaydım eşit ilişki kuramazdık... Diğer
insanlarla ilişkilerde de birbirimize benzeriz. Örneğin, birimizin
sevdiği insandan diğerinin hoşlanmadığı pek olmuyor.
İlişkiler hakkında bu kadar çok
bilgiyle yüklüyken şöyle ağız tadıyla bir kavga da edemez ki
insan...
Nil: Doğrudan kendimizden
kaynaklanan büyük çatışma yaşadığımızı hiç hatırlamıyorum.
Saim: Bizim
tartışmalarımız daha çok iş hayatındaki fikir ayrılıkları olarak
çıkıyor. Zaman zaman biz de tepkisel tartışmalar yaşıyoruz. Ama
bunu mümkün olduğu kadar çabuk ve tortu bırakmadan
sonuçlandırıyoruz. Bu da karşındakini dinlemekle mümkün olabilir.
İkimiz de bir çatışmada kendimizi de eleştirmeye özen
gösteriyoruz.
İşin içinden çıkamadığımız durumlarda da sorunlarımızı ve çözüm
önerilerimizi yazılı olarak veriyoruz birbirimize... Başkalarına
öğrettiğimiz şeyleri kendimize de uyguluyoruz yani.
Zaten hiç sorun yaşamamak mümkün değil.
Nil: Çok sıkıcı bir hayat
olurdu.
Büyük çatışmayı nasıl
tanımlıyorsunuz peki?
Saim: İnsana kendisini
değersiz, önemsiz hissettiren, karşımızdakine duyduğumuz saygıyı
azaltan çatışmalar.
Nil: Saygısızlık yüzgöz
olmaktır.
Saim: Bizim on üç yıl
içinde hangi konuda kavga edersek edelim ağzımızdan saygısız ya da
hakaret içeren tek bir sözcük çıkmamıştır.
Nil: Bu ağzından çıkan
kelimelerin sorumluluğunu almaktır.
Saygısız sevgi olur
mu?
Nil: Mümkün değil.
İnsanlar samimiyeti bilmiyorlar, yüzgöz oluyorlar. Samimiyet, yani
içtenlik kendin olabilmektir. Benim dostlarımda da aradığım en
önemli özelliktir bu. Onların yanında olduğum gibi olabilirim.
Nasıl oluyor da aradan bunca yıl
geçtikten sonra bile hâlâ ilk yıllardaki heyecanı
duyabiliyorsunuz?
Nil: Heyecanın ortadan
kalkması için ‘alışkanlık’ yasasının devreye girmesi lazım. Onun
için de günlerin aynı ve monoton olarak geçmesi lazım.
Bizde monoton olan zaman yok ki. Sürekli
gelişiyoruz.
Saim: Bir örnek vereyim
sana. On üç yıllık beraberliği olan insanların artık konuşacak bir
şeyleri kalmamıştır denir. Ama biz Nil’le gecenin üçlerine
dörtlerine kadar öyle bir sohbet ederiz ki gülmekten krizlere
girdiğimiz anlar olur. Demek ki hâlâ birbirimizle sohbet etmek
keyif veriyor, neşelendiriyor bizi. Heyecan dediğimiz şey de
bunların hayatta sürekli olması demektir.
Nil: Rutin hayat, kendini
geliştirmeyen eşlerin kaçınılmaz olarak yakalandıkları tuzaktır.
Bizde ise her gün birbirimizi şaşırtacak bir şeyler
oluyor...
İlişkiler canlı
bir organizmadır. Ya gelişir ve büyür ya da tükenir ve çürür. Ben
Saim’le beraber olduğum on üç yıldan beri her an geliştiğimi
hissediyorum. Yani ben onunla beraber olmaya başladığım andan
itibaren daha çok bir insanım. Saim, benim içimdeki iyiyi ortaya
çıkarmak için katalizör oluyor... Zaten dostluğun da tanımı
budur.
Saim’i bugün ilk günden daha fazla seviyorum. Çünkü, Saim’le
beraber olduğum bu on üç yılda kendimi de adım adım daha fazla
sevdim.
Saim: Demek ki ben onun
kendisini değerli hissetmesine katkıda bulunmuşum. Tabi aynı şey
benim için de geçerli. Ben de kendimle daha barışık bir insan
oldum.
Kaç yaşındaydınız aşkınız başladığında?
Saim: Ben 47, Nil de
42...
Nil: Yani, aşk sadece
belirli bir yaş grubuna ait olan bir duygu değildir.
Daha önce hiç aşk yaşamadığınızı
iddia edemezsiniz herhalde?
Nil: Tabii canım.
Fark nedir peki?
Saim: Diğer aşklar bitti.
Sevgiye dönüşemedi.
Nil: Benim önceki aşk
ilişkilerimde, içimde hep ‘’Bir şey
eksik’’ duygusu vardı. Ama Saim’le hiçbir eksiklik
duygusu hissetmedim.
Bunun görmüş geçirmişlikle de bir
ilgisi var galiba...
Saim: Gelişkinlikle ilgili
bir şey tabii ki. Bundan yirmi sene önce ilişkiye bugünkü gibi
bakmıyordum. Dolayısıyla kıymetini bilemeyebilirdim. Eğer yirmili
yaşlarda birlikte olsaydık, iletişim çatışmalarının üstesinden
nasıl geleceğimizi bilemeyeceğimiz için bu bizi ayrılığa doğru
sürükleyebilirdi.
Nil: Sabote ederdik
ilişkimizi yani.
Saim: Birçok çiftin başına
gelen de bu zaten.
Nil: Sevgi bir bilinç
boyutu deyip duruyoruz. Bu bilinç boyutuna da 18 yaşında
gelinmiyor.
Aşkın sevgiye dönüşmesi nasıl oluyor?
Nil: Aşkın
doğasında bitmek vardır.
Ama bunu kabul etmek çok
zor...
Nil: Aşkın
bitmesi kötü bir şey değildir. Her an mutlu olabiliyor musun?
Mutluluk da acı da biter. Duyguların hepsi gelip geçicidir. İyi ki
sürekli mutlu değiliz. Yoksa
çıldırırız.
Ama, bunun
bitişi dönüşümle olursa o zaman sevgiye dönüşür. Yani sahici aşk
sevgi bilincinin ilk evresidir.
Ya tutku?..
Nil: Tutku, sadece
bağımlılık ilişkisidir. Sigara bağımlılığından farklı değildir.
Aşkta hem bağlılık hem bağımlılık vardır. Sevgide sadece bağlılık
vardır.
Peki, ilişki sevgiye
dönüştükten sonra aramaz mı insan ‘AŞK’ ın
heyecanını?
Saim: Aramaz.
Nil: Çoğu insan sanıyor ki
aşkta heyecan vardır; sevgide yoktur. Halbuki aşkta sadece heyecan
vardır dinginlik yoktur. Sevgide hem heyecan vardır hem dinginlik
vardır.
Saim: Aşkta, sevgilinin
dışında hiçbir şey yoktur. Sevgide ise hem sevgili vardır hem
hayatın her şeyi. Bir uçtan bir uca savrulmazsınız.
Dengedesinizdir.
Nil: Aşk aslında bir mani
halidir. Aşk bitince depresyona giriyorsun. Manikdepresif
yani.
Sağlıklı insanda
aşk adım adım gelişir ve sevgiye dönüşür.
O zaman 'gerçek' sevgi aşktan da
öte...
Aşktan çok öte bir şey. Aşkın bütün olumlu halleri gerçek sevgide
vardır ama olumsuz halleri hiç yoktur.
Son olarak, aşktan aşka koşan
insanlar için neler demek istersiniz?
Nil: Birçok insan cinsel
arzuların dorukta olmasını, tensel arzuyu aşk sanıyor. Onun için
iki ayda biten evlilikler var. Tabii ki aşkta cinsellik vardır. Ama
sadece cinsellik yoktur.
Saim: Bunlar ilişki değil
aslında, fethederek kendini değerli hissetme arzusu. Böyle kişiler
ne kadar çok insanı fethedebiliyorlarsa o kadar değerli olduklarını
sanırlar.