Serdar Turgut'un kulakları çınlasın
Abone olRadikal'den Şehnaz Pak'ın yaşamını yitirmesi, muhabirleri gündeme getirdi. Akşam yazarı Ahmet Tulgar, gazete yöneticilerini utandıracak bir yazı ile muhabirleri andı.
Akşam yazarı Ahmet Tulgar, trafik terörüne kurban giden Radikal
muhabiri Şehnaz Pak'ın ardından gazetelerin gerçek emekçileri
muhabirler ile ulaştırma servislerini yazdı. Muhabirler neden ölür?
Gazete binalarının önünde her daim sıra sıra lüks otomobiller
görürsünüz bütün gün yatan. Eller cepte serseri mayın gibi dolanan,
takılan şoförler bir de. Sonra bir an gelir, bu adamlardan biri
kendine alelacele çeki düzen verir, otomobillerden birini arka
kapısını açar, tutar, bekler: Namlı bir köşe yazarı ya da ihtiraslı
bir yönetici, patron katından biri gazeteyi terk etmektedir. Aynı
dakikalarda bu binaların bodrum katlarında ya da otoparklarının
kuytusunda genç kadınlar ve adamlar sık sık saatlerine bakarak
bekleşmektedirler. Bazıları sırtlarındaki kamera ya da lap top
yükünden iki büklüm olmuştur. Onları, heyecanla bekledikleri,
azarlarla yetişmeye zorlandıkları, artık ama öfkeyle beklendikleri
menzillerine götürecek araç bir türlü bulunamamaktadır. Gazetelerin
ulaştırma servislerindeki istihdam azlığı bir yana bir de bu
servislerin angarya merkezi işlevi görmesi rol oynar bu
gecikmelerde. Büyük olasılıkla şoförlerden biri, mesela işi o
gelecek habere resimaltı yazmaktan başka birşey olmayan bir orta
kademe ama kartviziti pek forslu bir yöneticinin elektrik
faturasını yatırmaya gitmiştir. Ya da gazeteye sadece kendilerinin
para kazandırdığını iddia eden reklam toplayıcılarından birinin
bitimsiz iş yemeğinin bitmesini beklemektedir bir lokantanın önünde
aç bilaç. Muhabirler gelen arabaya doluşurlar ve 'Acele edelim'
uyarılarıyla, 'Önce benim işe', 'Hayır benim işe' tartışmalarıyla
yola çıkılır. Ben muhabirlikten geliyorum. Büyük bir rahatlıkla
söylüyorum, başarıdan başarıya koştuğum dönemlerimde bile ömrüm
kaldırımlarda, beni tekrar bilgisayarımın başına götürecek
arabaları beklemekle geçti. Türkiye'de yazarların güvenlik
sorunları vardır ama muhabirlerin olamaz. Mafyayı didik didik eden
muhabirler işte bu kaldırımlarda açık hedeftir. Sabaha karşı
evlerinden alınıp havaalanlarına götürülürken fazla mesaiden canı
çıkmış şoförleri uyanık tutmak için anlatacak hikaye arayışları ise
işin cabasıdır zaten. İki yaz önce bir röportaj için Bursa'ya
gitmiştim. Yanımda foto muhabiri arkadaşım. O yazın en sıcak
günüydü. Klimasız Doğan'dan indiğimizde kibirli özel kalem müdürü:
'Vay be, sizi bu sıcakta İstanbul'dan bu arabayla mı gönderdiler?'
diye dalgasını geçmişti. Milliyet'teydim o zamanlar. Şimdi artık
neyse ki orada da bütün arabalar klimalı. Asıl komiği şeydi:
Marmara depremi olmuş. Biz toz toprak içinde, fırına dönüşmüş
araçlarda, kuyruklardayız. Dördü normal, biri baş beş yazar, iki
helikopterle havadan indirme yapmışlardı o gün bölgeye. Baş olanı
tutturmuş 'Füme camlı helikopter isterim' diye. Fotomuhabiri
arkadaşımıza da direktif vermiş: 'Sadece beni çekeceksin' diye.
Umur Talu, sonradan o günü, o aynı yazarın fotoğraflarıyla bezeli
birinci sayfayı 'bir iş kazası' olarak nitelendirmişti. Birçok
gazetede genel yayın yönetmenleri selam bile vermez bu genç
muhabirlere. Bir gün onlarla bir yemek yemişliği, bir
dertleşmişliği yoktur. O hareketli, o üretken yığının içinden
sıyrılıp dikkat çekmek için mübah ya da değil her yöntemi denemeye
mahkum edilir bu gençler. Dejenere olur bazıları ama çoğu onurunu,
mesleğimizin onurunu korur. Gazetelerin ulaştırma servislerinden
yola çıkılarak bütün bir medya sisteminin merkezine ulaşılabilir.
Orada şu gerçek saptanır: Bu sistem değişmelidir. Muhabirler, can
damarları gazetelerin, kan kardeşlerim benim, otoyollarda kan
içinde yatıyorlar çünkü. AHMET TULGAR / AKŞAM