Türkiye’yi 12 Eylül’e götüren kanlı yoldaki en önemli kilometre
taşları arasında “16 Mart Katliamı” da vardır.
16 Mart 1978 günü İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi
önünde öğrencilerin üzerine tahrip gücü yüksel bir bomba atıldı.
Öğrencilerden Abdullah Şimşek, A. Turan Öner, Baki Ediz, Hatice
Özen, Cemil Sönmez, Hamit Akıl, Murat Kul öldürüldüler. Bu
saldırıda 47 öğrenci de yaralandı.
Gazeteler olay için hazır manşeti kullandılar: Yine karanlık
güçler!
Bu “karanlık güçlerin” kimlerden oluştuğu ise hiç
soruşturulmadı. Özellikle, istihbarat güvenlik ve yargı birimleri
bu olayı savsaklama konusunda birbirleriyle yarıştılar. Sonun da
dava 33. yılında zaman aşımından düştü!
Can Dündar bu olayla ilgili olarak yaptığı belgeselde “karanlık
güçlerin” tamamına yakınının devlet içinde yer aldığını ortaya
koydu. Aslında karanlık güç değil de karanlık bir devlet söz
konusuydu…
Mesela 7 Mart 1978’de İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Şükrü
Balcı imzalı bir yazı İstanbul Üniversitesinde görev yapan polis
birimlerine yollandı. O yazıda Özgün Koç önderliğindeki ülkücü
öğrencilerin, solcu öğrencilere yönelik bir katliama girişecekleri
haber veriliyordu.
Bu yazıdan on gün sonra polisin dediği oldu. Öğrencilerin
üzerine bomba atıldı!
Sonra ne oldu?
Toplum polisi Yahya Gergin bombayı atan Zülküf İsot’u görmüştü.
Peşinden koşmaya başladı, yanında kendisi gibi polis memurları
vardı. Yakalayabilirlerdi… Ama o sırada amirleri olan Komiser
Muavini Reşat Altay, “durun” dedi:
-Koşmayın!
Polisler emre uydular koşmadılar, katil Zülküf ve arkadaşı
kaçtı.
Reşat Altay katiyen görevi ihmalden yargılanmadı. Mesleğinde
yükseldi, yükseldi, yükseldi. 1. Sınıf Emniyet Müdürü oldu. Tamamen
“tesadüf” (!) eseri olarak Hrant Dink katliamı sırasında da (2007)
Trabzon Emniyet Müdürü olarak görev yapıyordu.
Trabzon Emniyeti İstanbul Emniyeti’ne 17 adet “Hrant Dink
öldürülecek” bilgisi yolladı, İstanbul Emniyeti de onları sümen
altına salladı!
Sonunda Hrant öldürüldü. Güvenlik birimlerinin tümü “biz
görevimizi yaptık” pişkinliği içinde kenara çekildi, üç tane çocuğu
mahkemenin önüne attı.
Tıpkı 16 Mart 1978’deki rutin uygulama gibi… Bilgiler iç
yazışmalarla birbirlerine iletiliyor. Herkes ellerini bağlayıp
“katliamı” bekliyor. Cinayetler daire başkanlığı tarzında bir
devlet yapısı var sanki?!!
Hepsi ayrıymış gibi gözüken parçaları bir araya getirince gayet
net bir tablo ortaya çıkıyor:
Karanlık güç yok, yaptığı her kanlı eylemi özenle karartan büyük
bir devlet var. Bir başka anlatımla şöyle de denilebilir:
Serbest Katliam Cumhuriyeti!