Seni
özlüyorum…
İlk kez bir kadının sesine
dokunabiliyorum.
Ve ilk kez bir kadını yazmak zorunda
kalıyorum.
Ve belki de ilk defa çok tuhaf bir duyguyu
tadıyorum. Evet, bu tuhaf duyguyu ilk kez
yaşıyorum; itirafı, deliliğimin gerekçesi olabilecek bir
duygu.
Beynimi zorluyorum…
Hatırlayabildiğim ilk şey, sesindeki rahatsız
etmeyen tını ve o muzip göz kırpışın.
Oldum olası insanların gözlerine bakamadım uzun
uzun… Keşke sana baksaydım diye düşündüm
bir an…
Seni
özlüyorum…
Kolay veda edilemeyecek bir kadın olduğunu
biliyorum.
Gözlerinde okudum bu gerçeği.
Gecenin karanlığına bakıyorum…
Balkon penceremde beliriyor, şekle
bürünüyorsun…
Ada ışıklarından ikisini alıp koyuyorum
gözlerinin yerine…
Titriyorsun…
Ruh üflendiğini biliyorum şu an
sana…
Gülümsüyorsun… Ben de gülümsüyorum…
Ellerine bakıyorum gecenin yalnızlığında uzun
uzun… Uzun parmaklı eller… Tüm güzelliğinin sırrını açığa
vuran kadın eller…
Seni
özlüyorum…
Bir kadın yüzüne doyasıya bakabilmeyi özlediğim
zamanlarda bir bedenin güzelliğini ellerin açığa vurduğunu düşünür
ve inanırdım buna. Bu inançlarım yıkık su an. Bense ayakta kalmaya
çalışıyorum…
Tutkularıma sığınıyorum zaman zaman… Yaşadığımı
hissediyorum.
“Şehrin
gürültüsünden
Senden
bile kaçmak istiyorum
Anam
bile gözyaşı akıtmasın benim için
Sessizliğin sessizleri arasında
Ağlamak
istiyorum
Belki
rahatlarım”
Yıllar önce ilk yazdığım şiirden bu satırlar
geldi aklıma, bir an gözlerine bakarken…
1989…
Ankara…
Dondurucu bir soğuk…
Orta Doğu Teknik Üniversitesi…
Şehirdeki ilk aşkım…
Ağlamayı öğrendiğim geceler…
Onlarca arkadasın arasında çektiğim
yalnızlıklar…
Parasızlıktan köye gidemediğim
bayramlar…
Bayramın ilk günü sabahı çekilen karın
ağrıları…
Seni
özlüyorum…
Sokakta havlayan bir köpeğin sesiyle
irkiliyorum. Kendime geliyorum… “Daldın!” der gibi
gülümsüyorsun.
Gözlerindeki büyüden kurtulup tekrar sana
dönüyorum…
Ağırbaşlı görünüşünün altında zapt
edilmezliğini gizlemeye çalışıyorsun. Bu
duyguyu uyandırıyorsun bende gözlerine baktığımda.
Kazdağı’nın doruklarında bir at canlanıyor
gözlerimde… Alabildiğine koşan doru bir at… Duruyor bir ara… Başını
çeviriyor… Göz göze geliyoruz… Ardında bıraktığı toz bulutuna
bakakalıyorum…
Seni
özlüyorum…
Aksam güzelliğinin esrarını taşıyorsun
bakışlarında… Kızıllık gibi tutku yüklüsün…
Konuşmayı sevdiğini sansalar da susmaktan keyif
aldığını biliyorum…
Ve ben senin şehir aksamları gibi yoğun ve
yorgun olduğunun farkındayım.
Çok sık rüya görmüyorsun. Mutlu rüyalara
ihtiyacın olduğunu biliyorum. Bu şehirde yasayan herkesin buna
ihtiyacı var zaten…
Bazı kadınlara ölüm yakışmaz diye düşünürüm
hep. Sana da yakışmayacak zamanı geldiğinde…
Seni
özlüyorum…
Ne tür müzik sevdiğini bilmiyorum ama ben hep
Karadeniz müziğinin tınısını hissettim aceleci adımlarında…
Oturuşundaysa sanat müziğinin ağırlığı vardı… Bakışlarınsa hep
Mona Roza’yı hatırlattı bana…
Bir şehre karanlık nasıl çökerse öyle
çöküyorsun üzerime bazı anlarda… Nefesimin kesildiğini
hissediyorum…
Kadınlığınla sarıyorsun tüm bedenimi… Ve ben
ürperiyorum.
Seni özlüyorum…
Bekliyorum…
Gel ve bir daha da gitme…
***
Yukarıdaki satırlar dostum Kamer Aydoğdu’ya
ait.
Yazıyı kendisinden dinlediğimde içimden
“Özlemek, meğer ne güzel bir duyguymuş” diye geçirdiğimi
hatırlıyorum.
Ve bir de,
özlemenin ancak bu kadar nefis anlatılabileceğini….
Teşekkürler dostum; teşekkürler
hocam!