Türk sinemasının efsane isimlerinden Şener Şen, Hürriyet'ten Uğur Vardan'a verdiği röportajda çok çarpıcı açıklamalarda bulundu. İşte o röportajdan önemli başlıklar: Sinemamız geçmişte hafiften hor görülür bir durumdaydı. Siz o dönemlerde bile akılda kalan karakterlere imza attınız. - Bende farkında olmadığım gözlem yeteneği vardı. Bazı insanların nasıl kulağı iyidir, gözü iyidir benim de gözlem yeteneğim iyiymiş. Adana’da doğdum ama 1950’de İstanbul’a taşındık. Orta halli bir aileden ve sınıfsal kökenden geliyorum. Zeytinburnu’nda gecekondularda büyüdüm. Orası her sınıftan insanın buluştuğu kozmopolit bir yerdi. Belki de farkında olmadan orada birtakım şeyleri biriktirmişim ve bunlar daha sonra açığa çıktı. - Valla ben her türlü işe girip çıkıyordum. Buna şoförlük de dahil. Sonra Kepirtepe Öğretmen Okulu’nu dışarıdan bitirdim ve öğretmenlik yapmaya karar verdim. ‘Hababam’ serisindeki ‘Badi Ekrem’ ve ‘Gönül Yarası’ndaki Nâzım karakterleriyle öğretmenliğe bir anlamda geri döndünüz. Ne kadar yapmıştınız ve niye bırakmıştınız? - İki buçuk-üç yıl kadar yaptım. Belki de şundan: Benim tercihim sınıfsal bir refleksti. Burjuvaysanız işiniz kolay; eğitiminiz var, yol göstereniniz var, seçeneğiniz var... Yeteneğiniz varsa zaten küçük yaşta keşfediliyorsunuz. Biz ise sadece hayat derdindeydik. Ama büyük oyuncular da o sınıftan çıkmıyor genellikle... - Zaten onlar da oyuncu olmak istemiyor, holdingin başına geçiyor. Bizimse imkânlarımız olmadığı için şoförlük, pazarlamacılık, işportacılık yaptık. Ama bunlar da sizi bir şeye hazırlıyormuş: Kendinizi keşfetme dönemine. Öğretmenliğe gelince ben bu işi ciddi biçimde seçtim. Bu seçimde de aslında sınıfsal bir refleks var. Çünkü bizim kesimdeki insanların tek güvencesi devlete kapılanmaktır; çünkü orada iyi kötü bir para alırsın, yükselmesen de aç kalmazsın. Bu arada şunu da söylemeliyim: İçimde hep tiyatroya ilişkin bir kıpırtı var, amatör olarak sürdürüyorum. Sinemada sizi kim keşfetti? - Valla Arzu Film diyebiliriz. ‘Badi Ekrem’le başladı her şey. Ondan evvel de bazı filmlerde oynadım. Hulki Saner’in ‘Bak Yeşil Yeşil’i vardır mesela. Ahmet Özhan, Hale Soygazi başrollerdeydi. Orada Ahmet’in menajerini canlandırıyorum, yok böyle kötü oyunculuk... Ben olsam oradaki performansımı okullarda “İnsan nasıl bu kadar kötü oyuncu olur?” diye gösteririm. O kadar kötü yani. Ama dediğim gibi kitlelerin beni tanıması ‘Hababam serisi’ ve ‘Badi Ekrem’le oldu. ‘Badi Ekrem’i nasıl bir hissiyatla canlandırmıştınız? - Valla gene gözlem gücüne dayanan bir şeydi. Mesela biz Yavuz’la (Turgul) karakter derinliği üzerine çok tartışırız, çok uğraşırız film öncesi. O zamanlar karakterden çok tiplemeler önemliydi; ben de işte böyle hıyar bir hoca, zart zurt yapan, hava basan, afra tafra yapan bir tipi yarattım. Öyle çok gözlemlerim olduğu için oynarken öneriler getirdim. Bu da Ertem abinin çok hoşuna gitti, o karakter de öyle devam etti. ‘Badi Ekrem’den sonra sokağa çıktığınızda insanların size bakışının değiştiğini hissetmeye başladınız mı? - Tabii ama o süreç kademe kademe oluyor. Bir ismin halk tarafından öğrenilmesi çok zaman alıyor. Şimdi de öyledir ya, “Şu dizide oynayan çocuk, bak oradaki kız vs.” Halk enteresandır yani, en azılı, en acımasız eleştirmendir... İsminiz yavaş yavaş öğrenilir. Yavaş yavaş öğrenildikten sonra da unutmaz; bu oluyorsunuz, olmuşsunuz demektir. Çok sayıda karaktere hayat verdiniz, en sevdiğiniz rol hangisi? - Valla herkesin evlatlarıdır oynadığı roller ama benim gerçek evlatlarım. ‘Namuslu’da da ‘Eşkıya’da da ‘Gönül Yarası’nda da ‘Av Mevsimi’nde de ben seçtim karakterlerimi. Mesela Yavuz (Turgul) bana göre rol yazıyor ama çok duyarlıdır, çok saygılıdır; hep sorar “Oynayacak mısın?” diye. Toparlarsak hep ben seçtiğim için ayrım yapamıyorum. Sahiden evlatlarım. Bazen para için oynarsın, sonra da “O rol benim evladım” dersin. Bizimki öyle değil. Para hiç konuşmuyoruz ki baştan. Genelde herkesin konuştuğu “Kaç para alacağım, kaç gün sürecek”tir. Benim için bunlar belirleyici değil ki... Reddettiğiniz için sonradan pişman olduğunuz bir rol var mı? - Hiç yok. Oynamadığım ve sonradan başarıya ulaşmış filmler vardır ama ben yine de o filmlerde olamazdım. O rolü alan arkadaşlar da benden daha iyi oynadı. Çünkü karar aşamasında o role kendimin dışında genel bir çerçevede de bakıyorum. O karakteri becerir miyim, beceremez miyim diye ölçüp biçiyorum. Eğer uygun bulmamışsam karşımdakine, “Bu proje olur mu olmaz mı bilemem ama bu rolde ben başarılı olamam” diyorum. Bazen de beni tavlamak için öyle roller yazılmıştır ki... Şöyle yapılır ve düşünülür genelde: Adamı parlatırlar, karakter her yere girer, oyuncu dayanamaz ve “Ben bunu oynayacağım” der ama filmin bütünü boştur. Sinemasal hiçbir değeri yoktur, ben senaryoyu, rolümü okuduğum zaman filmi görüyorum. Bunda da genelde yanılmam. Badi Ekrem eşofmanı fikri nasıl çıktı? - Bu sonradan çok önemsendi. Oysa başlarda sıradan bir şeydi. Beden öğretmeni eşofmanlı olur, derse takım elbiseyle çıkmaz tabii ki. Hatta bizde o zamanlar öyle sanat yönetmeni, kostüm tasarımı vs. gibi birimler olmazdı. Sete rastgele bir şekilde o eşofman gelmişti. Giyince de üzerime oturdu ve kaldı. Yani ileride tarihe kalacak bir biçimde özenle seçilmiş bir şey değildi.Bu ülkede siyaset ve baskı ne denli yoğun olursa olsun mizah hep bir çıkış yoluydu. 12 Eylül öncesinin kanlı günlerinde bile Gırgır gibi bir dergi, sizin de rol aldığınız oynadığınız onca komedi filmi hızını kesmezdi. Ama artık siyasi mizah rafa kaldırılmış gibi. Bu koşulları yaratan korku iklimi hakkında neler söylersiniz? Korku bir salgın hastalık gibi yayıldı. Bunun bilinçli yapıldığını düşünüyorum. Bunda tabii ki 12 yıldır süren günümüz iktidarının da payı elbette var. Sanatla ilgili çalışmalar, hür düşünce ürkütücü bir hale getirildi. Bu gibi durumlarda en büyük tehlike de ‘otosansür’dür. TV kanallarını düşünün, onlar da ayakta kalmak ve kendilerini kollamak adına esas görevlerinin dışına taştılar. ''GEZİ BİZE BAMBAŞKA BİR GENÇLİĞİ TANITTI'' Buradan yakın zamandaki en kitlesel politik meseleye atlayalım: Gezi hakkında neler söylersiniz? - Gezi, apolitize olduklarını sandığımız gençlerin kendilerini hatırlatmasıydı. Meselelerden uzak olmadıklarını, kendi kabuklarına ait bir dünyada günlerini geçirmediklerini gösterdiler bizlere. Siyasetle uğraşsın uğraşmasın herkes için örnek bir hareketti. Belki sonradan kimilerinin iddia ettiği gibi safiyane halini bozmuş olabilir ama her halükârda önemli bir oluşumdu. Hatırlıyorum da ilk günlerde “Liderleri kim?” diye bir laf atılmıştı ortaya. Lider yok, belki herkes lider ya da hiçbiri lider değil, hepsi ümmet! Bilmediğimiz bambaşka bir gençliğin ifadesiydi onlar. ‘Gezi’yi böyle okumak gerek diye düşünüyorum. Canlandırdığınız karakterlerden yola çıkarak sorayım: Gerçek Şener Şen kim? - Filmlerimde çok çeşitli karakterleri oynadığım için hangisi benim bilmiyorum. ‘Çiçek Abbas’taki bitirim, ‘Eşkıya’daki Baran, ‘Badi Ekrem’, hangisiyim ben? Bilmiyorum tabii ki ama hepsinden birer parça taşıdığım doğru. Kişilik olarak da kendimi iyi hissettiğim ortamlarda bir açılma oluyor. Ama eğer o kadar iyi hissetmiyorsam kapalı, içe dönük bir kişilik sergiliyorum. Benim için “O bir tanedir” diyenler de var, “Çok mesafelidir” diyenler de. Ama şunu da söylemeliyim: 77 milyonla tabii ki samimi olamam... Yabancı oyunculardan en çok kimi beğenirsiniz? - Bütün iyi oyunculuklarla ilgim vardır. İsim vermek gerekirse mesela Tom Hanks’i çok beğenirim. Peter Sellers çok iyiydi, hatta bende kendi kuşağımın bütün iyi oyuncularından izler bulabilirsiniz. Belki de bu bakış açısıyla tür değiştirme ve yeni alanları keşfetme gayretine girdim. ''KEMAL’İN ÜNÜNE HİÇBİRİMİZ YAKLAŞAMAZDIK'' Kemal Sunal’ı özlüyor musunuz? - Tabii ki, biz Kemal’le iyi arkadaştık. Ailece de görüşürdük. Kemal o dönem o kadar ünlüydü ki hiç birimizin ünü onunla kıyaslanmazdı. Sokakta, ilgiden yürüyemeyecek haldeydi. O yüzden de adeta yüzünde asık bir maskeyle dolaşırdı. Yanına yaklaşmak zordu. Ama gerçekte arkadaşları arasında çok keyifliydi. Belki şu noktaya dikkat çekilebilir: ‘Şaban’ tiplemesi üzerine o kadar yapıştı ki, bundan pek kurtulamadı.