Sendikalarda dönen büyük dolaplar
Abone olTrilyonların döndüğü sendikalarda, işçiler aidatlarının akıbetini öğrenemez. Saltanata karşılık darbelere destek verilir. Bu ilginç sözler 24 yıllık sendikacı Mehmet Tıraş'a
Radikal'den Neşe Düzel 24 yıllık sendikacı Mehmet Tıraş ile
konuştu. Sendikaların iç yüzünü anlattı. İşte çarpıcı tespitler...
Avrupa Birliği'ne üye olabilmek için uğraşıyoruz. Avrupa'da bizi
aralarında görmek istemeyenlerin sesleri de yükseliyor bu arada.
Bunlara kızıyoruz. Birçoğuna kızmakta da haklıyız. Ama, bizi
istememelerine kızarken, neden 'istenmeyen bir toplum' görüntüsü
verdiğimizi de merak etmeliyiz herhalde. Bunun için sadece siyaseti
değil, artık toplumun bütün kurumlarını yavaş yavaş mercek altına
almalıyız. Örneğin, toplumdaki sosyal adaleti ve özgürlüğü
sağlayacak en önemli kurumların başında 'sendikalar' gelir. Peki,
sendikalar gerçekten sosyal adalete yardımcı oluyor mu? Çalışan
kesimin ve toplumun özgürleşmesi için çaba gösteriyor mu?
Sendikacılarla devletin, siyasetçilerin ilişkileri ne? Sendikalarda
toplanan para ne oluyor? İşçinin çıkarına mı kullanılıyor? Bunları
yirmi dört yıllık sendikalı işçi Mehmet Tıraş ile konuştuk. Türkiye
Birleşik Komünist Partisi'nde ve İnsan Hakları Derneği İzmit
Şubesi'nde bir dönem görev yapan Mehmet Tıraş, Petrol Ofisi'nde
dolum işçiliğinden geçen yıl emekli oldu. Tıraş'ın 'Küreselleşen
Dünyada Özgür Birey, Zengin Toplum', 'Tabularımız, Korkularımız'
adıyla yayımlanmış iki kitabı var. Kaç yıl işçilik yaptınız? 24
yıl, altı ay. Kaç yıldan beri sendikalısınız? İşe girdiğimden
itibaren sendikalıydım. Petrol Ofisi'nin İzmit'teki madeni yağ,
gres tesislerinde dolum işçisi olarak çalıştım. Geçen yıl emekli
oldum. Sendikalı olmanın hayatınıza kattığı avantajlar neler?
Örgütlülükle tanışıyorsunuz. Toplu hareketin içinde bulunuyorsunuz.
Bu hayatınıza dayanışma ve paylaşma fikrini katıyor. Kamu İktisadi
Teşekkülleri'nde çalışanların yüzde 80-90'ının eğitim düzeyi
ilkokuldur. Mesela ben imam-hatip ikiden terkim. Sekiz yıllık
eğitime göre, biz ilköğretimi de bitirmemiş durumdayız ama
KİT'lerdeki çalışma sisteminden ötürü bizim çok büyük ekonomik
avantajlarımız var. Ne gibi büyük avantajlar bunlar? Diğer yerlere
göre çok az çalışıyorsunuz, çok ücret alıyorsunuz. Ben sekiz
saatlik bir işgününde 137 dakika çalışıyordum. Çünkü dört kişinin
yapması gereken işi, biz on altı kişiyle dönüşümlü yapıyorduk.
Günde 137 dakika çalışarak, bir üniversite rektöründen 70 dolar
daha fazla para alıyordum. Hatta ilkokul diploması olmayıp da
üniversite rektörlerinden 150 dolar daha çok maaş alan işçiler de
vardır. Bunlar işçilere iş dağıtan kısım sorumluları olarak
'formen' kadrosunda gözükür ve çok daha avantajlıdırlar. Çünkü
mesai yaparlar. KİT'lerde mesai çok para tutar. Şu anda Tüpraş'ta
cumartesi, pazar mesaiye giden 300 milyon lira para alıyor. Maaşlar
KİT'ten KİT'e farklı mı? Devlet üretme çiftliklerinde maaşlar pek
fazla tutmaz ama Karayolları, Devlet Su İşleri, Tüpraş, Petkim,
İgsaş gibi kamu kuruluşlarında çıplak maaşlar 1.5 milyardan az
değildir. Mesela Tüpraş'ta 20 yıllık bir işçi ikramiye hariç ayda
2.5-3 milyar lira arasında maaş alıyor. KİT'lerde bir de iş
garantiniz var tabii. Ben 24 yıllık iş hayatımda, işe gelmedi diye
atılan bir işçi hiç görmedim. 22 yıl işte yan yana olduğum biri,
hiç çalışmadan emekli oldu. Bir partide yöneticilik yapıyordu. İşe
gelirdi, çalışmazdı. Ortalıkta dolaşır, istediği zaman da giderdi.
Siyasi iktidara yakın olanları, belediye meclisi üyesi, parti
delegesi olan KİT işçilerini çalıştıramazsınız. Bir keresinde
iktidar partisinin delegesi olan bir işçi, müdüre, 'Sen benim kim
olduğumu biliyor musun? Soluğunu Van'da aldırırım senin' dedi.
Müdür de bir daha o bölüme hiç uğramadı. Müdür de siyasi olarak
atanmış biri zaten. Çalışmayan işçilerin sayısı çok mudur
KİT'lerde? Tabii. KİT'ler siyasal yerlerdir. KİT'ler için
siyasilerin arpalığı deniyor, doğrudur. Sendikalara gelince...
KİT'lerde çalışan işçilerin sendikası yoktur. KİT'lerde devletin
sendikası var. KİT'lerde işçiler referandum yoluyla sendikasını
seçmiyor. Devletin belirlediği sendikalar, o KİT'te yetki sahibi
oluyor ve işçi o sendikaya üye olmak zorunda kalıyor. Mesela
devlet, 12 Eylül'den önce DİSK'i hiçbir KİT'e sokmadı. Belki bir,
iki istisna vardır. Devlete rağmen sendikacılık yapamazsınız.
Devletin ideolojisinin yanında yer alırsanız ihya olursunuz.
Devletin söylemine karşı çıkarsanız imha edilirsiniz. Kürt sorununa
değindi diye, Petrol-İş Sendikası'nın başkanı Münir Ceylan'ın
sendikacılığı bitirildi, hapse girdi. Konu Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi'ne gitti ve devlet Ceylan'a tazminat ödemek zorunda
kaldı. Peki siz sendikanıza aidat ödediniz mi her ay? Tabii ama
aidatı ben kendim ödemiyorum ki. Aidatlar, bordroda kesiliyor. Buna
da 'çek-of' deniyor. İşçi, kendisinden sendika için ne kadar üyelik
aidatının kesildiğinin pek farkına varmıyor. Halbuki Türkiye'de bir
işçi, ayda bir gün sendikasına çalışıyor. Eğer sendikacı bir banka
hesabı verse ve işçi her ay sendika aidatını buraya yatırsa, işçi
cüzdanından çıkan bu paranın hesabını sorar. Ama bu çek-of
sistemiyle para kendiliğinden sendikanın kasasına giriyor.
Sendikacı da ikna etmek için işçinin fabrikasına bile uğramıyor. Bu
çek-of sisteminin kaldırılmasını isteyen hiçbir sendikacı oldu mu
bugüne dek? Sendikacılar bu sistemin kaldırılmasına karşı. Hatta
bir yönetici bana, 'Kalkarsa sendikacılık biter. Kimse aidat
ödemez' dedi. 12 Eylül'den sonra Kenan Evren, 'Bu işçiyi sömürüyor'
deyip çek-of'u kaldırmak istedi. O zamanki Türk-İş Başkanı, 'Sokağa
dökülürüz' diye itiraz etti. Evren, '1982 Anayasası'na destek
verirseniz kaldırmam' dedi ve Türk-İş bu Anayasa'yı destekledi. Siz
işçi olarak sendikaya ödediğiniz aidatların nasıl harcandığını
kontrol edebildiniz mi peki? Hayır. Ben, işçilik hayatımın 22
yılını buna verdim ama aidatların sendikalarda nereye gittiğini
öğrenemedim. Sendikalı bir işçi, bağlı olduğu sendikanın
harcamalarını denetleyemez. Paraların nereye harcandığını
öğrenemez. Bu ülkede vergi ödeyenler vergilerinin harcanmasını
nasıl denetleyemiyorsa, işçiler de ödedikleri aidatları
denetleyemiyor işte. Bir işçinin sendikasını denetleyebilmesi için
sendika içi demokrasinin çalışması lazım. Hiçbir konfederasyonun ya
da sendikanın aylık yayınında sendikanın gelir ve giderleri
belirtilmez. İşçi, sendikacıların maaşlarını da bilmez. Paraların
nereye harcandığını öğrenmek isteyen bir işçi nelerle karşılaşır?
Paranın hesabını soran işçi pek yoktur. Çünkü başına ne geleceğini
bilir. Ben tehditle çok karşılaştım. Bir sendikacı çizmeyi aştığımı
söyledi bana. Bazı yöneticiler, 'Kongrede konuşmasın, sopayı yer'
diye haber gönderdi. Senin ödediğin parayla evini geçindiren adam,
seni tehdit ediyor. Bu bir çetedir yahu! Çete sadece Çakıcı ya da
Peker demek değil ki. Her sektörün, her meslek grubunun kendi
çetesi var. Futbolun içerinde de var, sendikanın içinde de çete
var. Ben sendikaya bireysel olarak başvurdum, ödediğim aidatların
nasıl harcandığını görmek için mali denetim raporunu istedim.
Alabildiniz mi peki? Petrol-İş Mali Sekreteri Adnan Özcan , 'Biz
genel kurul kararı gereği işçilere böyle bir bilgi veremeyiz' dedi.
Bu konuyu işyerime taşıdım. Herkes korktu. Çünkü tehdit ediyorlar.
Sizi hemen, devletin belirlediği düşman kategorisi içine
sokuyorlar, devletin düşmanı ilan ediyorlar. Mesela kongrede
paraları gündeme getirdim, beni konuşturmadılar. Beni destekleyen
dini bütün bir arkadaşım vardı. Paraların hesabını sorduk diye onu
irticacılıkla, beni de PKK'lılıkla suçladılar. Ben hayatımda PKK'ya
sempati duymadım. Ama size Hizbullahçı ve PKK'lı dediklerinde yol
alamazsınız ki. İşin garip tarafı sendikalardaki muhalefet de mali
konuları dile getirmez. Bütçeyi tartışmaz. Niye? Çünkü kendisi başa
geldiğinde buradaki rantı o da kullanacak. Sendikalarda o kadar
büyük rakamlar dönüyor ki... Bu paraları kullanmanın hesabını
yapıyor muhalefet de. Trilyonlar dönüyor sendikalarda. Ben işçilik
hayatımda sendikaya sadece kendi ödediğim aidatın miktarını
söyleyeyim, siz gerisini hesap edin. Sadece ben, ayda ortalama 20
dolardan toplam 4 bin 920 dolar aidat ödemişim. Çok uğraştım, bu
paraların nereye gittiğini öğrenemedim. Sonunda sendikacı beni,
emekliliğime altı ay kala işten attırdı. Sendikalardaki paraların
nasıl harcandığını sadece merkez yöneticileri biliyor. Devletin bu
paraları denetleme yetkisi var ama devlet konunun üstüne gitmiyor.
Siz hiç bugüne kadar yolsuzluktan yargılanan bir sendika başkanı
biliyor musunuz? Oysa bir yerde denetim yoksa, orada yozlaşma
doğaldır. Niye devlet bu paraları denetlemiyor? Ne gibi bir çıkarı
olabilir? Sendikalar, 12 Eylül'e, 28 Şubat'a destek veriyorlar. 12
Eylül'den sonra kurulan askeri vakıflara para yardımı yapıyorlar.
Sivil toplum örgütlerinin nerede görülmüş darbeleri desteklediği?
Sivil toplumun evrensel tanımı, devlete rağmen oluşmuş, askerden
arınmış, özgür bireylerden meydana gelmiş örgütlü toplumdur. Ama
bizde, özellikle KİT'lerdeki sendikacılar, siyasi partilerle de
büyük bir uyum sağlarlar. KİT'lerde en iyi sözleşmeler seçim
dönemlerinde yapılır. 90'larda Mesut Yılmaz başbakanken biz yüzde
140 zam aldık. KİT'lerde verimlilik diye bir şey yoktur. Köylü
temiz buğdayını tüccara, bitlisini TMO'ya verir. İşçiler özel
sektörde gösterdiği performansı kamuda göstermez. Çünkü özelde
rekabet vardır, ancak başarırsa bir yere gelir. KİT'lerde ise
rejimle ve siyasi iktidarla uyumlu olduğun sürece işin garantidir.
Bu sendikacılık sistemi siyasetçinin de, devletin de işine geliyor.
Özal bir dönem sendikacılarla çatıştığında, sendikalarda biriken
paraları kastederek, 'Bana fonları konuşturtmayın' dedi. Sendikalar
bunun üzerine sustu. Bir sendikacının yaşama standardıyla bir
işçinin yaşama standardı arasında farklar var mıdır? Çok büyük fark
var. Lüks içinde yaşıyorlar. İşçiden farklı yerde oturuyorlar.
Yazlıkları, kışlıkları var. Kaliteli arabaya biniyorlar. Mesela
Petrol-İş'te bir sendikacı maaş artı, altı ikramiye alır. Arabası,
benzini, telefonu bedavadır. Ayrıca çok yüksek yolluk, harcırah
alır bunlar. Avrupa'da böyle bir sendikacı saltanatı yok.
Türkiye'de sendikacılık geçim kapısı olmuş. Zaten bunlar işçilikten
değil, sendikadan emekli olurlar. Sendikacılık bizde meslek olmuş.
Avrupa'da meslek değil midir? Değildir tabii. Avrupa'da
sendikacılık hizmettir. Orada sendikacılar fiilen işyerine
bağlıdır. Bizimkilerin ise işçilikle alakası yok. Türk-İş, Hak-İş
ve DİSK'e bakın, 20, 30, 40 yıllık profesyonel sendikacılar
göreceksiniz. Türk-İş'e bağlı Sağlık-İş eski başkanı Mustafa Başol
35 yıl sendikacılık yaptı. Arada milletvekili oldu, sonra tekrar
sendikacılığa döndü. Ben 24 yıl, altı ay çalıştım, 40 milyar lira
emekli ikramiyesi aldım. Ama bir sendikacı, üç yılda 55 milyar lira
aldı. Çünkü sendikacılar üç yılda bir 'hizmet ikramiyesi' adı
altında para alıyor. Bu paralar, Türkİş'te çok büyük rakam tutuyor.
Petrolİş'in merkezindeki 15-20 yıllık üç sendikacı, bugüne kadar
beş kez hizmet ikramiyesi aldı ve her birinin aldıkları ikramiye
200 milyar lirayı buldu. Aynı denetlenemeyen yapı Hak-İş ve DİSK'te
yok mu? Hak-İş ve DİSK'te de aynı sendikacılık sistemi var.
Türk-İş'in dikkat çekmesinin nedeni kamuda örgütlenmiş ve devletle
özdeşleşmiş olması. Devlet, üniversiteleri YÖK'le nasıl
denetliyorsa, Türk-İş'le de ülkedeki işçiyi denetliyor. Siz hiç
demokratik anayasa talep eden, darbecilerden hesap sorulmasını,
Kürt sorunun çözümünü, yargının bağımsız olmasını, faili meçhul
cinayetlerin aydınlatılmasını, Kıbrıs'ta çözümü isteyen bir
sendikacı gördünüz mü? İşçi sendikaları Susurluk'un da üstüne
gitmedi. Çünkü Susurluk derin devletin fotoğrafıydı. 12 Eylül'den
önce idamla yargılanan bazı DİSK yöneticileri, o dönemde 28 Şubat'a
destek verdi. Bir işçi, sendika yöneticisi olmak isterse neler
yapmak zorundadır? Sendikaların kurullarında yer almak için delege
olmak zorundadır. Delege olmak ise çok zordur. Delege sistemi 12
Eylül'den sonra getirildi. Eğer merkeze geldiyseniz, bu delege
sistemi olduğu sürece sendikanın yönetimini pek kaybetmezsiniz.
Çünkü paranın musluğu elinizde. 200 trilyon nakit parası olan
sendikalar var. Tes-İş, Türk Metal-İş gibi... Bu parayı elinde
tutan seçim kaybedebilir mi? Sendikalar, işyeri temsilcilerini
toplantı adıyla sık sık tatil yörelerinde, Kıbrıs'ta beş yıldızlı
otellerde ağırlar. Delegeleri de zaman zaman toplantılara
götürürler. Türk-İş, Hak-İş ve DİSK hepsi böyle. Her isteyen işçi
delege olmak için harekete geçebilir mi? Geçebilir ama seçilemez.
Seçilmek için şubeyle, merkezle ve işverenle ilişkisi çok iyi
olmalıdır. Mesela Petrol-İş 35 bin üyeli ama 250 delegeyle genel
kurul yapıyor. Bu 250 delegenin 48'i profesyonel sendikacı. Her
sendikacı üç delege avladığı zaman kongreyi kazanıyorsun.
Sendikalarda genel başkanlar kongreyi sadece kendi içlerindeki
çatışmadan ötürü kaybeder. Sendikalardaki trilyonlar nasıl
değerlendiriliyor, bilginiz var mı? Bu paralar üye aidatlarından
geliyor. 12 Eylül'le birlikte elektrik, enerji, petrol, yol gibi
işyerlerinde artık grev olmuyor. Dolayısıyla paralar birikiyor. Bu
paralarla sosyal tesisler yapılıyor. Bu paralar faize yatırılıyor.
Böylece toplumun her kesimiyle büyük pazarlık gücüne sahip
olunuyor. Eski Türk-İş Başkanı Bayram Meral, geçen yıl Kanal 7'de
Ahmet Hakan'a, "Ben 3 Kasım'da CHP'den milletvekili seçildiğimde,
Yol-İş'in 150 trilyon nakit parası vardı. Gelenek gereği genel
başkanlar ayrılırken ona bir hediye alınır. Ben hediyeyi kabul
etmeyince, sendika yönetimi buna karşılık işsiz olan oğlumu 5
milyar brüt maaşla sendikada işe aldı" dedi. Türkiye'deki
sendikaların Avrupa Birliği'ne uyum sağlayabileceğini düşünüyor
musunuz? Ya uyum sağlayacak ya da bitecek. AB ülkelerinde böyle
sendikacı saltanatı yok. Orada topladığın aidatı üyene
açıklıyorsun, harcamalarını belgeliyorsun. Ama bizdeki sendikacı,
bir işçinin 25 yılda aldığı parayı, üç yılda hizmet ikramiyesi adı
altında alıyorsa, bu sistemin değişmesini ister mi? AB'ye karşı
çıkmalarının nedeni bu. Olay parada düğümleniyor. Bu tür
sendikacılığın biteceğini bildiklerinden AB'yi istemiyorlar. Yoksa
bir sivil toplum örgütü, çalışan kesim için daha özgür ve yaşam
standardı daha yüksek bir yapıya karşı çıkar mı? Benimle konuşup
bunları anlattığınız için başınızın derde girebileceğini düşünüyor
musunuz? İsmet İnönü, 'Namuslular, namussuzlar kadar cesur
olmalıdır' diyor. Demokrasi mücadelesi verenlerin yolunun üstünde
her zaman tehlike vardır ama bu beni korkutmuyor. Benim
yayımladığım iki kitabım var, şimdi üçüncüsünü yazıyorum.
Düşüncelerimi açıklıyorum ben... Neşe Düzel/Radikal