Sen ne diyorsun Hasan Abi!
Abone olHasan Pulur, 'Olaylar ve İnsanlar'ın peşinde bir ömür kitabında neler anlatıyor neler...
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la neden
tartıştı?
Erdoğan, Hasan Pulur'la Hasan Cemal'i nasıl
karıştırdı?
Hangi gazeteci, Aydın Doğan'a "Hasan Pulur'u işten at"
dedi?
Oktay Ekşi'nin pantolonuna bir şeyler dökülünce
ne oldu? Hürriyet Ekşi'nin pantalonunu nasıl kurtardı?
Zeynep Oral nasıl işletildi?
Hürriyet'ten Sefa kaplan 'Olaylar ve İnsanlar'ın peşinde bir ömür
kitabının yazarı Hasan Pulur'la konuştu... Bu kitabı okuyan "Sen ne
diyorsun Hasan Abi!" demekten kendini alamıyor..
Haber: Sefa Kaplan
- Bu kalkmış, Aydın Doğan’a gitmiş. "Sizin gazetede kontrgerilla
var" demiş. Aydın Doğan da, "Kim o, söyle" deyince, "Hasan Pulur"
demiş (...) Onun aleyhinde bir şeyler yazdığın zaman kontrgerilla
oluyorsun. Yapısında bu var zaten. Arkasından Aydın Doğan’a, "Siz
buna yazı yazdırmayın" demiş. Aydın Doğan da, "Bak ben sana bir şey
söyleyeyim, Hoca öyle bir adamdır ki, ben bunu söyledim mi,
şapkasını, çantasını alır gider. Ayrıca böyle bir şey teklif edilir
mi? Sen bizimle çalışsan, böyle bir teklif gelse, senin için de ben
bunu yapmam" demiş (...) Aydın Bey, bunu bana kendisi söyledi.
Sonra geldi buraya, yazı yazdı, yazar oldu. Arkasından da Sabah’a
gitti.
Diğer gazeteler atölye Hürriyet ise fabrikadır
- Hürriyet’i diğer gazetelerle karşılaştırmamı istiyorsanız, daha
önce söylediğim, "Diğer gazeteler atölyeyse, Hürriyet işleyiş
bakımından bir fabrikadır" sözünü hatırlatmak isterim. Hürriyet
öyle bir kurumdur ki olup biten pek çok şeye ve olup bitme tarzına
ister istemez şaşırırsınız. Bir örnek vereyim: Oktay Ekşi’nin bir
Ankara ziyaretinde pantolonu üzerine bir şey mi döküldü ne oldu? O
akşam davete gidecekti Oktay. Hürriyet, İstanbul’dan araba çıkardı
ve Oktay’a yeni bir pantolon gönderdi. Diyeceksiniz ki, "Çok mu
önemli?" Bugün için çok önemli değil, o gün için çok önemliydi.
Sapına kadar laikim ama Müslümanım da
- 28 Şubat’ta laikliği tartışırken, bir etki ve tepki olarak
düşünmemiz lazım. Türkiye giderek tehlikeli bir noktaya doğru
ilerliyor. Ben yaşadım o günleri, hani o "Vatan Cephesi"
bölünmüşlüğü var ya, Türkiye oraya doğru gidebilir. Çünkü toplum
çok kesin çizgilerle "laikler-dinciler" diye bölünüyor ve bu çok
tehlikeli bir şeydir. Çünkü ben laik olup da beş vakit namazını
kılan, "Çok şükür Müslümanım" diyen pek çok insan tanıyorum. Ben
sapına kadar laikim. Ama hiçbir zaman ateist olmadım. İslam dininin
felsefesini veya temellerini çok mu araştırdım, hayır. Benim
Müslümanlığım bu toplumdan bana bir hediye, babamdan bana kalan bir
hediye, bir miras, bir armağan. Ben gözümü açmışım "Müslüman"
olduğumu öğrenmişim, "Müslümanım" diye de götürüyorum. Ben, cenaze
namazımın da musalla taşından kaldırılmasını, İslamiyet’in
kurallarına göre toprağa verilmesini isterim. Ama buna mukabil,
öyle beş vakit namazında bir insan değilim.
Gazetecileri korkutmak için havaya ateş edildi
- Peki dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in sorumluluğunu ne
yapacağız? Yanlış bir kere başladıktan sonra devam edip gitti.
Demirel, Tansu Çiller’in getirdiği imzaları bir kenara koyup Mesut
Yılmaz’ı başbakan yaptı. Demek ki, diğer darbelerde olduğu gibi, 28
Şubat’ın da hem başlangıcında, hem de uygulanması esnasında
sivillerin, sivil politikacıların büyük katkıları var. Unutmayın ki
bu katkılar lehtedir, aleyhte yapılan hiçbir şey yoktur. Bir
zamanlar kalkıp da 12 Eylül için, "Benim tapulu arazime gecekondu
kondurtmam" diyen Demirel, o gün yasaklı olduğu için böyle diyordu.
Cumhurbaşkanı olunca o lafını unuttu. Tapulu araziyi bizzat kendisi
yağmalayarak teamülleri bir kenara bıraktı ve Mesut Yılmaz’ı
başbakan yaptı. Sonra ben 28 Şubat’a, RP’nin bir-iki yayın organı
dışında, çok ciddi olarak siyasi anlamda karşı çıkan hiç kimse
görmedim, görmüyorum. O kadar görmüyorum ki, o gün için kendilerine
"sivil onbaşı" veya "sivil başçavuş" lakapları takılanlar, şimdi
kahramanca liberal demokrasiyi savunuyorlar, düşünce özgürlüğünü
savunuyorlar. Peki, kışlalara gidip ağırlananlar kimdi? Aldılar
gazetecileri, orduları tanıtma amacıyla kışlalara götürdüler. Sonra
ne yaptılar? Gece orada yatırdılar gazetecileri, geceleyin
korksunlar diye de dışarıdaki nöbetçilere havaya ateş emri
verdiler.
Belediye başkanı yüzüme telefonu kapattı
- Ben Tayyip Bey’i tanımam. Belediye Başkanı iken iki kere
telefonla konuştum. Levazım Sitesi’nde bir yangın çıkmış ve iki
tane hostes kız yanmıştı. O zamanki İtfaiye Müdürü bir doçentti ve
Tayyip Erdoğan tarafından göreve getirilmişti. O adamcağız,
"Efendim evde şarap şişeleri bulundu, bunlar içki içmişler" filan
dedi. Gayet çirkin bir açıklamaydı o ve bir de üstelik,
"Merdivenimiz yok çıkacak" demişti. Ben de, "İnsanlar şarap içmiş
filan diye açıklama yapacağınıza, itfaiyeye merdiven alın" diye
yazdım. Ondan sonra bir gün Tayyip Bey bana telefon etti. "Sen bir
itfaiye merdiveninin kaç para olduğunu biliyor musun, kolay mı
merdiven almak" diye konuşmaya başladı. Bana uzun uzun devlet
bürokrasisinden söz etti. Ben de, "İsterseniz, çözersiniz siz
onları" dedim. O da, "Sen bilmiyorsun bu işleri" diye cevap verdi
bana. Ama sürekli "sen" diye konuşuyor. Dayanamadım, "Bakın, ben
size ’sayın’ diye hitap ediyorum ’siz’ diyorum. Siz bana ’sen’
diyemezsiniz" dedim ve kapadım telefonu. Birincisi bu, ikincisi,
bir gün "Başkan Recep Tayyip Erdoğan arıyor" dediler. Açtım
telefonu, "Hasan Abi, yarın gidiyoruz değil mi?" dedi, Şaşırdım
tabii. Ve "Nereye gidiyoruz? Siz hangi Hasan’ı arıyorsunuz" diye
sordum. Meğer Hasan Cemal’i arıyormuş, "Ben Hasan Pulur’um" deyince
kapattı telefonu suratıma.
Zeynep Oral’ı nasıl işlettik
- Desenler böyle bir tomar gelince biz bunları Milliyet’teki
altıgen yazı işleri masasının üzerine yaydık. 70’li yıllar, öyle
çok fazla telefon yok gazetede. Yazı işleri masasının üzerinde var
bir tane. Desenleri masanın üzerine yaydıktan sonra telefonu açık
bırakıp Zeynep Oral’ı çağırdık. Geldi, aldı telefonu, tabii ses
filan yok. Bu arada, masadaki desenler ilgisini çekti Zeynep’in. O
da, "Kimin bunlar" diye sordu. Zeki Sözer, "Bizim kızın, ilkokulu
bitiriyor ya, ödev olarak vermişler, o da bunları yapmış" dedi.
Zeynep zokayı hemen yuttu tabii ki, "Bir ilkokul çocuğu için güzel
şeyler bunlar" dedi. Bunu duyar duymaz biz patlattık bombayı. "Ne
ilkokul çocuğu ya, Abidin Dino’nun bunların hepsi." Zeynep Oral
kıpkırmızı kesildi önce fakat yapacak bir şey yoktu, o da bizimle
birlikte güldü haliyle.