Semra Özal kime poz veriyor dersiniz?
Abone olYıl 1983... Yeniköy'de bir apartman katı. Evsahibesi ise bir first lady. Semra Hanım; 'Turgut Bey'e kıyafet sipariş etti; bakın sonra ne oldu?
Zeynep KURTBAY/ İNTERNETHABER
Annesi Dina’nın acılarını yemek yaparak hafiflettiği o yılları ve eşsiz yemek tariflerini anlattığı kitabıyla; Sefarad sofra kültürünü gün ışığına çıkartmış; gurmelerin alkışını toplamıştı. Kendisi de iyi bir lezzet ustası olan Deniz Alphan; Türk dergiciliğinin önde gelen isimlerinden. Bir döneme damga vuran Vizyon dergisinin baş kahramanı. Vizon; sonraki adıyla Vizyon neredeyse 30 yıl kadar önce yayınlanan ilk life style dergiydi. Zamane ünlüleri dergiye kapak olmak için can atardı. Derginin en ses getiren kapağı da dönemin first lady'si Semra Özal'lı kapaktı. Alphan'ın arşivi haliyle; çok önemli isimlerin fotoğrafları ve hatıralarıyla dolu... Son 10 yıldır da Milliyet gazetesinin hafta sonu ilavelerini yöneten Deniz Alphan'la sohbetimize buyrun...
Nasıl
başladı medya serüveniniz?
Yaz aylarında çeviri yaparken gazeteciliğe bulaştım ben. Sedat Sertoğlu ve Vedat Sertoğlu’nun arkadaşıydım küçükken. Erenköy’de biz onların evine giderdik; sayfiyeye.. Bir gün annesi bizden sıkıldı. Onlar gazeteci bir aile biliyorsun. ‘’Artık burada haylazlık etmek yok; hepinizi bir gazeteye göndereceğim’’ dedi. Sedat’ı adliye muhabirinin yanına çırak verdi. Beni de Yeni İstanbul’a yolladı. İngilizce çeviriler yapıyordum. Lise 1’deydim. Cep harçlığım çıkıyordu.
Önce gazeteydi yani… Peki ya dergicilik?
Okul bitince reklam şirketinde çalışmaya başladım. Parası az geliyordu. Gazetelerde çeviriler yapmaya başladım. Yeni evlenmiştim. O dönemde Vizon dergisi çıkıyor dediler. Oraya başvurdum. Kamil Şükun vardı başında; sonra o ayrıldı. Şükun ayrılınca dergiyi ben yapmaya başladım. Sonra Aliye Simavi geldi; Haldun Simavi’nin kızı.
Deniz Alphan'ın annesi Dina. 1951 yılından bir fotoğraf; Moda İskelesi'nde. Sefarad yemeklerini yapan kadın..
O dönemin dergiciliğinden söz eder misiniz?
Bizimki life style dergiydi; trend yaratma anlamında bir yaşam tarzı dergisiydi. O zamanki sanat dergilerinden bile daha çok sanat ağırlıklıydı. Popüler kültür vardı. Moda vardı… Yeme içme vardı. Tuğrul Şavkay yazıyordu. Aziz Nesin yazıyordu. En önemlisi de o dönem Türkiye’de hiçbir şey yoktu. Özal dönemiyle yeni ürünler ülkeye girmeye başladığında ilan da almaya başladık.
Vizon'un geleneksel köfte piyaz günleri... Adettenmiş; her sayı; o sayıda adı geçen herkes davet edilir; köfte piyaz ikram edilirmiş. Fotoğraflarda kimler yok ki... Zeliha Berksoy; Neşe Erberk; Halit Refiğ, Şener Şen; Ali Poyrazoğlu; Hasan Cemal; Güneri Civaoğlu...
[PAGE]ERKEKLERİN DE OKUDUĞU DERGİYDİ BİZİMKİ
Bazaar da sizden sonra çıkmıştı…
Bütün o dergiler bizden sonra çıkmaya başladı. Ama hiçbiri tam da bizim gibi değildi. Bizimki erkeklerin de okuduğu bir dergiydi.
O günlerde Vizon’a kapak olmanın anlamı neydi?
Biz oyuncuları da kapak yapıyorduk. Şimdiki gibi diziler; sinemalar vs. gibi bir furya yoktu. Genellikle moda çekimleri olurdu. Bazen oyuncular da yer alırdı; bir yılbaşı sayısında Şener Şen’i yapmıştık mesela kapak. Hülya Ekşigil röportaj yapıyordu; röportaj isteyip de hayır cevabı aldığı olmuyordu.
FİRST LADY KAPAK OLUNCA: YIl 1983... Semra Özal'ın Yeniköy'deki apartman dairesi. İşi koparan Ertuğrul Akbay. Not tutan derginin yayın yönetmeni Deniz Alphan. Fotoğrafı çeken Aliye Simavi; Haldun Simavi'nin kızı. Semra Hanım; Vizon'a kapak yapılacak çekimler için ''Turgut'a söylerim; bana kıyafet göndersin'' diyor. Sonra da geçiyor objektiflerin karşısına. Tabii dergiye kapak olmakla bitmiyor; ertesi gün bütün gazeteler Semra Hanım'ın mankenliğini manşetlerden haber yapıyor. Deniz Alphan; o çekimi ''Rahatlığına hayran oldum. Hiç çekinmedi. Bir manken gibi pozlar verdi. Kendinden emindi'' diye anlatıyor....
'KEBAPTA; BALIKTA EN İYİLER LİSTESİ’ ONUN ESERİ
Siz bu dönem yeme içmede yapılan ‘en iyiler’ listelerini o günlerde ilk başlatansınız aslında değil mi?
Listeler; moda olanlar olmayanlar; gurmelerin, ünlülerin seçtikleri… O listeler bizde başladı evet.
Siz misiniz fikir annesi?
Biz hiçbir zaman ayrılmayan bir takımdık. Hülya Ekşigil vardı. Müessesemizin her şeyini yöneten Zeliha Dündar vardı. İlanlarda Ayşe Ataklı Büyükçınar vardı. Cağaloğlu’ndan Sabah’a geldiğimizde Bazaar; Cosmopolitan gibi dergiler çıkmaya başladı. Ama biz orada da1 Numara’ya dahil olmadık; Sabah’a bağlı tek dergiydik.
Muz cumhuriyeti gibiydiniz yani… Peki neden özerktiniz?
Biz öyle istedik. O zaman dergisi yoktu Hürriyet’in. Biz ilanları da kendimiz alıyorduk. Sabah’a geldiğimizde de öyle kalalım istedik. Nişantaşı’na gidene kadar da öyleydi. Sonra dergi 1 Numara grubuna geçti ve ben de ayrıldım.
[PAGE]Peki bir dergi yönetiminden sonra Sabah’ta ilaveleri ilk yapan gazeteci oldunuz. Zor olmadı mı?
Ekler de bir nevi dergi gibi. Zorlanmadım ama Sabah’ta bir kadro kuramadığım için zorlandım.
MEHMET YILMAZ MİLLİYET’E GİTTİ; ‘EYVAH’ DEDİM
10 yıldır Milliyet’tesiniz. Milliyet hikayeniz nasıl başladı?
Gazetede bir şeyler yolunda gitmeyince Mehmet Yılmaz beni Radikal için çağırmıştı. 3 5 gün sonra bir baktım Mehmet Yılmaz Milliyet’e gitti. ‘Eyvah’ dedim. Telefonla konuştuk. O da bana tamam aynı şartlarda buraya gel dedi. O zaman hafta sonu eki yoktu. Ve şimdi herkes söylüyor; Milliyet’in 10 yıldır değişmeyen bir eki var.
10 yılda 3 yayın yönetmeniyle çalıştınız… Hangisiyle çalışmak daha kolay, hangisiyle zordu?
Valla her birinin huyu suyu değişikti. Söylemek zor. Sabah da yayın yönetmenleri değişse de ekler çıkmaya devam ediyor. Burada her dönem yeni yayın yönetmenleriyle hatta aynı yönetmenle hep değişik şeyler denenmiş; olmadı baştan olmadı baştan…
Hasan Cemal'in 40. yılı... Yakup'ta. Ergun Babahan; Deniz Alphan; Cüneyt Özdemir; Ayşe Sözeri Cemal; Mirgün Cabbas; BAnu Güven; İsmet Berkan; Cengiz ÇAndar ve eşi.
Yeni yayın dönemi size bir de kardeş geldi. Cadde’yi nasıl buluyorsunuz?
Çok canlı kanlı güzel bir şey oldu. Beğeniliyor. Kısa zamanda bir marka yarattılar. Yeni yayın döneminde canlandı kanlandı gazete. Çok dinamik ve enerjik oldu; dirildi. Tiraj arttı. Cadde de çok büyük renk kattı.
Siz ister miydiniz; öyle bir ilave yapmak?
Tam da benim tarzım değil.
Aziz Nesin; Vizon dergisinin yazarıydı. Deniz Alphan ile birlikte...
Ne farkı var sizin tarzınızla?
Hafta sonu ekleri biraz da ağır kalıyor belki diyelim. Cumartesi eki ile Pazar günü eki arasındaki fark gibi.
Sizde gazete içinde rekabet var mı?
Öyle bir derdimiz yok. Ben öyle bir şey hissetmiyorum.
Çok kaotik günlerden geçiyoruz. Böyle günlerde okur es geçiyor mudur ilave haberciliğini? ‘’Memleket ne halde; siz nelerle uğraşıyorsunuz’’ diyen oluyor mudur?
Yok okuyucular çok memnun ilavelerden. Cadde gibi bir ek Milliyet’e çok okur kazanmıştır. İnsanlar çok bayılıyor magazin haberlerine. Herkes her şeyden haberdar; okumuyorum diyorlar nereden haberdar oluyorlar peki?
Life style haberciliği dönem içinde nasıl gelişti sizce?
Life style gazeteciliği insanlar üzerine kurulu. İnsanların giydiği giysidir; inşa ettiği binadır; çizdiği resimdir... Şimdiki gazetecilik de bunun üzerine kurulu.
Sizce olmalı mı olmamalı mı? Bir dönem çok tartışıldı ya sitcom gazeteciliği?
Bence okur istiyorsa olsun. Bence her şey olmalı. Okur istediğini okur istemediğini okumaz.
[PAGE]HABER DERGİCİLİĞİ ÖLDÜ; BİZ BAYAĞI İYİ DERGİ YAPIYORMUŞUZ
Dergicilik dönem içinde nasıl gelişti peki? Sizin döneminizle bugünü karşılaştırır mısınız?
Teknik olarak çok gelişti tabii. Vizon ilk çıktığında saman kağıda basılıyordu. Andy Warhol‘un Interview’sunun havasına sığınıyorduk ama işin aslını sorarsanız kuşe imkanımız yoktu. Daha sonra sadece ilan sayfalarını kuşe kağıda basmaya başladık. Tümünü kuşeye bastığımızda ancak yüzüne bakılır bir hal almıştı. Vizyon olarak çıktığında artık ucundan da olsa bugünkü dergilerle kıyaslanacak bir hale gelmişti. Ama içerik olarak şunu söyleyebilirim ki hem o zamana hem şimdiye göre bayağı iyi bir dergi yapıyormuşuz. Hülya Ekşigil’in söyleşileri çok çok iyiydi… Heyecanla onları biraz da güncel ekler yaparak bir araya getirip yayımlamasını bekliyorum. Moda ve dekorasyon dergileri önemli adımlar attı, ama haber dergiciliği öldü.
Life style yazarlardan beğendiğiniz yazar?
Hepsini oluyorum. Bazen hoşuma gidiyor bazen gitmiyor. Ama bu fevkalade yazıyor dediğim kişi yok.
Bugüne kadar en iyi yaptığınız kapak?
Belki en iyi sayı değildi ama en ses getiren kapak Semra Özal’lı kapaktı.
En beğendiğiniz hafta sonu ilavesi desem?
Gazetelerin hafta sonu eklerinin çoğu bir kaliteyi tutturuyor. Pazar günleri eklerin gazetelerden çok okunduğunu düşünüyorum. Sabah’ın ekini beğeniyorum. Hürriyet ‘in eki de bir alışkanlık, okumayınca eksikliğini hissediyor insan. Ayşe Arman’ın varlığı, röportajları Hürriyet’e Pazar’a çok şey katıyor.
AYŞE ARMAN TUTMUŞ BİR FORMÜL; YENİSİNİ YARATMAK KOLAY DEĞİL
Siz Ayşe Arman eksikliği hissediyor musunuz, yaptığınız ilavede? Her ilavenin vitrini var da neden diğer ilavelerde Ayşe Arman gibi bir isim çıkmıyor veya genelde neden hep o model alınıyor?
Ayşe Arman çok başarılı. İmzası bir eki ayakta tutabilecek nitelikte artık. Tabii bu bir günde olmuyor. Tutmuş bir formül olduğu için o modele başvuruluyor. Bir yenisini ve daha iyisini yaratmak kolay değil. Atılmış bir takım iyi tohumlar var, göreceğiz ileride tutacak mı diye.
Ayşe Arman gazeteciliğini nasıl buluyorsunuz?
Ayşe Arman işini çok iyi yapıyor, çok profesyonel. Genel olarak çok başarılı buluyorum. Bu tür gazeteciliğin her şeyini onaylıyorum ve çok beğeniyorum demek değil tabii. Günlük gazete yazıları benim ilgileneceğim türden değil, bir okuyucu olarak bana hitap etmiyor o köşe. Ama bir gazeteci gözü ile baktığımda çok müşterisi olduğunu görmezden gelemem dolayısı ile başarılı derim. Röportajlarının ise okuyucusuyum, zevkle ve merakla okurum.
Şu an en çok başarılı bulduğunuz muhabir/ röportajcı kimler var; hafta sonu ilavelerinde?
Zaman zaman çok iyi iş çıkaran çok isim var. Şimdiden bir şey diyemem, biraz vakit geçmesi gerekiyor. İstikrar şart. Röportajdaki başarı düz yazıda yok ama. İyi ve renkli yazı yazan adama ihtiyaç var.
GEZİYE GİTMEK NORMAL AMA METHİYE DİZMEK GARİP
PR gezileri hep eleştiri noktası olmuştur medyada? Hafta sonu ilavelerinin yayın yönetmeni olarak sizin yaklaşımınız nasıl?
Basın gezileri dünyanın her yerinde yapılıyor. Ben buna karşı değilim. Ama o geziye gidip de methiye yazmak çok garibime gidiyor. Onlar sana bir ürün tanıtıyorlar. Bu ürünü gazetecinin ufku açılsın diye yapıyorlar; ana fikir bu.
Peki son bir soru; hem lezzet ustası oluşunuzdan hem de yeme içme listelemede eskiden gelen tecrübelerinizden de yola çıkarak soralım; sizin mekanlarınız hangisi?
Çok yok aslında… Ben bir mekana gittiğim vakit ‘vay be’ demeliyim.
Size ‘vay be’ dedirten restoran yok mu gerçekten?
Yok. İstikrarlı olmuyorlar. Kafeler çok hoş; yediğin şey her yerde aynı; ‘vay’ demiyorsun. Sürprizli bir şey yok. Üstelik bir de para tuzağı. 5 marul yaprağının üzerine 2 çeri domates, rendelenmiş peynir yemek istemiyorum. En çok meyhaneye gitmekten hoşlanıyorum, Yakup en tercih ettiğimiz yerlerden. Arkadaşlarla evde yemeyi içmeyi tercih ediyoruz. İddialı lokantalara gidip hayal kırıklığına uğramak hiç hoş olmuyor. Bu tip lokantalarda istikrar yok, standart yok. Örneğin Mikla’ya üç dört kez gittim başta gittiklerimde pek ahım şahım gelmedi ama son gittiğimizde dünya standardında müthiş bir yemek yedik. İstikrarsızlık İstanbul lokantalarında sık rastlanır bir durum. İnsan ödediği paranın karşılığını alamıyor çoğu zaman. Yemekten çok genellikle ambiyans satıyorlar. Nişantaşı’ndaki Kantin çok başarılı, bizim Vizyon takımından Şemsa Denizel‘in lokantası. Park Şamdan bir klasik. Borsa‘da da insan ne bulacağını biliyor. Et konusunda Beyti bir numara. Yöresel yemekler için Çiya çok iyi. En iyi balık Arnavutköy’de Ali Baba’da yenir ama ne yazık ki içki yok. Kebapçıların standardı lokantalardan daha yüksek, daha istikrarlı.