'Semra Hanım' ülke meselesi oldu!
Abone olTürkiye'nin 'Semra Hanım'a 17 Aralık Zirvesi'den bile fazla kilitlenmesi Murat Bardakçı'nın aklına bir kaynanayı getiriyor. Bardakçı, 2 kaynanayı birbirine benzetiyor.
Hürriye Gazetesi yazarlarından Murat Bardakçı, 'Semra Hanım'ın
Türkiye tarafından bu kadar çok önemsenmesine şaşırıyor. 'Semra
Hanım' Bardakçı'ya Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın 1927'de yayınladığı
'Kaynanam Nasıl Kudurdu?' adlı romanınındaki kaynanayı
hatırlatıyor. Bardakçı, 'Semra Hanımı' daha beter bulduğunu
söyleyerek, bir yandan da iki kaynananın karşılaştırmasını "Semra
Hanım, efsane kaynana Kuduruk Makbule’ye bile rahmet okuttu" isimli
yazısında şu şekilde yapıyor:
Geçtiğimiz perşembe gecesi Brüksel’e odaklanan Türkiye’nin cuma
gecesi Semra Hanım’a kilitlenmesi, bana Türk Edebiyatı’nın konusunu
kaynanalardan alan en meşhur eserini, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın
1927’de yayınladığı ve içerisinde Türk Edebiyatı’nın en güzel
kaynana tiplemesinin bulunduğu ‘Kaynanam Nasıl Kudurdu?’ isimli
romanını hatırlattı.
Kitabı seneler sonra o gece yeniden okudum ve romanın kahramanı
Kuduruk Makbule’nin, Semra Hanım’ın eline su bile dökemeyeceğini
farkettim. Semra Hanım’ın, haftalardan buyana yaptıklarıyla
eserinde dört dörtlük şirret bir kaynana portresi çizen koskoca
Hüseyin Rahmi’nin hayallerini bile geride bıraktığını görünce,
mukayese yapabilmeniz için Kuduruk Makbule’nin macerasını anlatayım
dedim.
GEÇTİĞİMİZ perşembe gecesi Brüksel’e odaklanan Türkiye, cuma
gecesini de yine ekran başında ama bu defa Semra Hanım’a
kilitlenerek geçirdi.
Haftalardan buyana neredeyse AB konusundan daha fazla tartışılır
hale gelen Semra Hanım önceki gece yarışmanın birincisi olan
müstakbel gelini Sinem tarafından bir güzel elendi ama etrafına
çektirdikleriyle daha bir müddet gündemden inmeyecek gibi.
Semra Hanım’ın birdenbire Türkiye’nin neredeyse en meşhur siması
haline gelivermesi, bana Türk Edebiyatı’nın konusunu kaynanalardan
alan en meşhur eserini hatırlattı: Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın
1927’de yayınladığı ve içerisinde Türk Edebiyatı’nın en güzel
kaynana tiplemesinin bulunduğu ‘Kaynanam Nasıl Kudurdu?’ isimli
romanını...
TV’deki yarışmaya gözüm önceki gece son defa takıldığında ‘Kaynanam
Nasıl Kudurdu?’yu kütüphanemden çıkartıp yeniden okudum ve romanın
kahramanı Kuduruk Makbule’nin, Semra Hanım’ın eline su bile
dökemeyeceğini farkettim. Semra Hanım, haftalardan buyana
yaptıklarıyla, eserinde dört dörtlük şirret bir kaynana portresi
çizen koskoca Hüseyin Rahmi’nin hayallerini bile geride
bırakmıştı.
İşte, Türk Edebiyatı’nın efsane kaynanası Kuduruk Makbule’nin kısa
öyküsü:
Makbule Hanım, çocuk yaştayken babasından da yaşlı bir adama
verilmiş ve genç yaşında dul kalmıştır. Beşiktaş’taki konağında
kızı Vehibe, oğlu Ali Harun, damadı Osman Zihni ve torunlarıyla
beraber yaşamakta; konağın izbe köşelerine çıkınlar içerisinde
altın saklamaktadır.
Seneler öncesinden tozutmuş olan Makbule Hanım, erkeğe ve paraya
düşkündür. Oğlu yaşındaki gençlere göz süzüp gerdan kırmakta ama
parasından çocuklarına zırnık koklatmamakta, servetini çıkınlar ve
keseler içerisinde konağın kendisine ait kısmında tutmaktadır.
Günün birinde Vassaf Bey isminde genç bir avukatla tanışır ve
sırılsıklam áşık olur. Konağa gündüz erken saatte gelen avukatı
geceleri odasında alıkoymakta, işe içki álemleriyle başlayıp
arkasını getirmekte ve neticede ailesi mahalleye rezil olmaktadır.
İşin garip tarafı, genç avukat da annesi yaşındaki kadına gönül
vermiş gibidir ve Hüseyin Rahmi’nin ifadesiyle ‘Ah hayatım, ruhum!
Bana varmazsan genç yaşımda canıma kıydırırsın. Vallahi sensiz
gözüme dünyalar zindan olur. Makbule’ciğim, sensiz yaşayamam’ diye
çırpınmaktadır.
Makbule Hanım’ın kızı Vehibe ile oğlu Ali Harun, İstanbul’da nefesi
kuvvetli diye bilinen ne kadar hoca, cinci ve büyücü varsa
dolaşırlar ama kaynana bir türlü yola gelmez. Makbule Hanım’ın
esrar ve morfin cinsinden bütün uyuşturuculara müptelá olan oğlu
Ali Harun ise, günün birinde bir işe kalkışır: Annesini öldürmek
ister ama damadın mani olmasıyla bir başka yol arar ve gider; önce
annesini, sonra da annesinin sevgilisi Vassaf’ı boyunlarından
ısırır, soranlara ‘Beni sokakta geçen gün köpek ısırmıştı. Meğer
kuduzmuş, ben de gidip annemı ısırdım, hep beraber öleceğiz ve bu
rezalet son bulacak’ der.
Aile konaktan alınıp hastahaneye kapatılır, Makbule Hanım’da
kudurma alámetleri başladığı sırada meselenin aslı tesadüfen ortaya
çıkar: Ali Harun kuduz değildir. Kuduz taklidi yaparken annesini
korkudan öldürmeye ve parasının üstüne oturmaya çalışmaktadır. İşe
damat Osman Zihni el koyar, kurduğu tezgáhla kaynanası Makbule
Hanım’ı ve genç avukat Vassaf’ı bir güzel kavga ettirir ve Vassaf
çekip gider. Hastahaneden taburcu edilen Makbule Hanım’a elli
yaşlarında bir koca bulunur ve kızıyla damadı da konakta buldukları
çıkınlar içindeki paraların sahibi olurlar.
1920’lerin unutulmaz kaynanasının yaratıcısı olan Hüseyin Rahmi,
şimdiki TV cinnetimizi görmüş olsaydı ‘Kaynanam Nasıl Kudurdu?’yu
bugünlere kimbilir nasıl uyarlardı, merak ediyorum.
Kaynana sözlüğü
ESKİ sözlüklerde ‘kayın’ sözünün Türkçe’nin eski devirlerinden
kalma bir kelime olduğu söylenir ve karşılığı ‘evlilik yoluyla
aileye giren kişi’ diye yazılır.
‘Kayın’ ve ‘ana’ sözlerinden meydana gelen ‘kaynana’ ise bileşik
bir isimdir ve Türkçe’de ‘kayın’ kelimesine diğer sözlerin
ilávesiyle yapılan daha başka birçok kavramlar vardır.
İşte, bu kavramların küçük bir sözlüğü:
‘Kaynanaçiçeği’: Sahlep.
‘Kaynanadili’: Kaktüs ve bir tür iğne oyası.
‘Kaynanayumruğu’: Sebze gibi yenen kırmızı bir ot.
‘Kayınikeç’: Büyük baldız.
‘Kayınsinil’: Küçük baldız.
‘Kayınaga’: Büyük kayınbirader.
‘Kayınini’: Küçük kayınbirader.
‘Kaynanazırıltısı’: Çevirdikçe ses çıkartan bir tür oyuncak.
Ve, Türkçe’de kaynanayla gelin arasındaki málum münasebetleri
anlatan birkaç deyim:
‘Kaynana pamuk yumağı olup raftan düşse, gelinin başını yarar’,
‘Kaynana böcü, oğlun cici’, ‘Kaynana gelinin altın duvağı’, ‘Gelin
çiçek, her dediği gerçek; kaynana yılan, her dediği yalan’...
YAZI:HÜRRİYET