Şemdinli sanıklarına yarayacak
Abone olYaşar Büyükanıtın ismi sanıklara yarayacak!
Diyarbakır Barosu Başkanı, Sezgin Tanrıkulu Bilgi
Üniversitesi’nde dün başlayan Kürt Konferansı’nın
katılımcılarından. Bugün “Devlet politikaları ve Kürt sorunu”
başlığı altındaki oturumda konuşacak.
Devletin bu konuda bir çözüm projesinin olmadığını söyleyecek ve
‘terörist yöntemlere başvuran bir örgüt’ diye nitelendirdiği
PKK’nın mensuplarına bir af çıkarsa bunun örgütün silahsız hale
gelmesine hizmet edeceğini savunacak. Şemdinli davasının müdahil
avukatlarından biri olması nedeniyle söyleşimiz sıcak gündem
üzerinde yoğunlaştı. Tanrıkulu, iddianame ile ilgili son
tartışmaların yarattığı güvensizlik ortamından son tahlilde
Şemdinli olayı sanıklarının yararlanacağına inanıyor.
Şemdinli davasının müdahil avukatlarından birisiniz. Olayı
nasıl yorumluyorsunuz?
Hakkari, Şemdinli, Yüksekova, JİTEM ve çete faaliyetlerinin zirve
yaptığı yer. Orada bir istikrarsızlık yaratılmak isteniyor. JİTEM
bugüne kadar kabul edilmeyen bir örgüttü. Bugün anlaşıldı ki, böyle
bir örgütlenme var. Fakat bu yargı sistemiyle bu örgütler ortaya
çıkarılamaz. Siz çete faaliyetinden dolayı yakalanan bir insana
“Tanırım, iyi çocuktur” diyemezsiniz.
Ama “suçlu mu değil mi yargıda ortaya çıkar” diye arkasından
ekledi. İşin o kısmını görmemek haksızlık değil
mi?
Bence değil. Kara Kuvvetleri Komutanı, hakkında böyle bir iddia
bulunan bir şahısla ilgili görüşlerini o anda aklına geldiği gibi
söyleyemez. Söylerse sorumluluğu vardır bunun. Ama şunu belirteyim,
Şemdinli olayının Büyükanıt’a indirgenmesi bu soruşturmanın adil
biçimde yapılmasını bu noktadan sonra engeller.
Yani bunu basına sızdıranlar olayın Büyükanıt üzerine
indirgeneceğini bilerek yaptılar ve bu yüzden iddianame ciddiye
alınmayacak, dolayısıyla diğerleri de yargılanamayacak. Bunu mu
diyorsunuz?
Evet. Bence böyle bir şey var. Bunun üzerinden bir mesaj veriliyor.
Yani üç tane devlet görevlisi içeride. Bu adamlar TCK’nın en ağır
maddesiyle, yani PKK örgüt üyeliği hangi madde ile yargılanıyorsa,
Şemdinli’de silahlı eylem yapanlar da aynı maddeden
yargılanacaklar. Şu söylenmek isteniyor: Biz içerideyiz. Biz niye
içerideyiz? Eğer içerideysek, işte bunun tartışmasını sağlarız.
Birbirlerine mesaj veriyorlar. Yoksa Büyükanıt’ı yıpratmak amacıyla
değil.
Şemdinli sanıkları söylediğiniz gibi Büyükanıt üzerinden
mesaj veriyorsa savcı buna alet mi oldu?
Hayır, savcının buna alet olduğunu düşünmedim. İddianamenin
kabulünden önce gizlilik kararına rağmen basına sızdırılması ve
Büyükanıt üzerinden haberler yapılması halen tutuklu bulunan
sanıklara yaradı. Bununla iddianamenin hukuksal gücü zayıflatılmaya
çalışıldı. Bu sanıkların içinde bulunduğu yasadışı örgütler bölgede
birçok eylemin sorumlusudur. Sanıklar yakalanma, tutuklanma ve bu
iddianame ile kendilerini korumasız hissetmektedirler ve bu nedenle
de bilgileri dahilinde olan birçok eylem hakkında ilişkilerini
deşifre etme olasılığı halinde Türkiye’nin ne ile
karşılaşabileceğinin mesajını vermektedirler. Büyükanıt üzerinden
yargılandığınız bir davada savcı üzerinden bir tartışma
yaratırsanız soruşturmanın hukuken geçerli olmadığı izlenimi
verirsiniz ve bu ortamdan psikolojik olarak yararlanırsınız.
Hakim de bundan etkilenir mi?
Hakim dahil Türkiye’de herkes etkilenir bundan. Bana göre Büyükanıt
karşıtları ya da hükümet cephesinden bir dezenformasyon yok burada.
Bence failleri tarafından var. Bu istihbarat örgütü devletin bütün
işleyişine işlemiş durumda. Bu işi yapan adamlar, bu eylemleri
gerçekleştirenler işin bu noktaya geleceğini hesaplamamışlardı. Ama
şimdi iş kötüye gidiyor artık, kurtuluş yok. Emri veren dışarıda.
Ve siz içeridesiniz. Böyle bir psikoloji içerisinde dezenformasyon
eğer hükümete yöneltilirse bundan en fazla kim yıpranır ve kim
yararlanır buna bakmak lazım.
İddianamenin kabul edilmeme ihtimali var
mıydı?
Sayın orgeneral bakımından iade edilecek bir durum söz konusu
değildi. Çünkü onun hakkında düzenlenmiş bir iddianame yok.
Niye? Çete kurmak gibi iddialar var.
Onunla ilgili olarak savcı, iddianamesinin bir bölümüne şu ifadede
şunlar şunlar söylenmiştir diye belirtmiş. Dolayısıyla Büyükanıt
bakımından iadesi söz konusu değildi. Sanıklar bakımından, ki
istihbarat elemanlarıdır, toplanmayan bir delil varsa iade
edilirdi. Türkiye’de bugüne kadar yargı bu çeteler konusunda iyi
bir sınav vermedi. Devlet içindeki örgütlenmeleri ortaya
çıkaramadı. Ama bu olayda inkar edilemeyecek düzeyde teknik
deliller var. Olay eğer bu üç adamla sınırlı kalırsa ortaya yine
bir şey çıkmayacak. Ancak Türkiye bununla yüzleşir ve bu
örgütlenmeyi ortaya çıkartırsa bir hukuk devleti olabilecektir.
Hukuk devletinin zaten özelliği sıradan yurttaşın nefes aldığı
ortamın güvenlik içerisinde olmasıdır. Her zaman silahlı örgütler
olacaktır. Ama devlet içerisindeki örgütlenmelerin şiddete
başvurması kabul edilemez. Şemdinli’deki olay da budur.
Adalet Bakanı’nın savcı hakkında soruşturma başlatma kararı
ne anlama geliyor?
Van savcısı ile ilgili olarak iki müfettişin görevlendirilmesi
yargı bağımsızlığına doğrudan müdahaledir. Bu görevlendirme ile
aynı zamanda bu tür soruşturmalarda savcılara “haddinizi bilin”
mesajı verilmek isteniyor. İddianameye konu olayın basit bir ceza
soruşturmasına konu olabilecek bir olay olmadığı ortada.
Dolayısıyla bu soruşturma bakımından savcının ulaşabildiği
delillere iddianamesinde ayrıntılı yer vermesi ve hatta entelektüel
birikimini katarak değerlendirme yapması bana göre olması
gerekendir. Savcı iddianamede sanıklar tarafından
gerçekleştirildiği iddia edilen eylemler ile ilgili olarak amacının
“Türkiye’nin temel politik yönelimlerinin (modernlik projesi, AB
süreci) akamete uğratılması ve merkezdeki siyasi/bürokratik yönetim
elitinin güç ve yerlerini muhafaza etmesi” olabileceğini belirtmiş
ve devamla “devletin bekasını korumak ve temsil etmekle görevli
olan bürokratik aygıt içerisine sızmalar olması halinde
bürokrasinin bizzat kendisi devletin bekasını tehdit eder noktaya
gelebilir” görüşünü ortaya koymuştur. Gerçekten bu değerlendirmeler
önemlidir ve devlet içerisindeki hukuk dışı çete yapılanmasının
gerçek görüşünü ortaya koymuştur. Türkiye’de devleti sorgulamaya,
devletin hukuk dışılığını ortaya çıkarmaya, hele hele bunun yargı
aracılığıyla yapılmasına alışık olmadığımız için, herkes savcıyı
“haddini aşmakla” suçlamaktadır.
Savcının kişiliğinin sorgulanması ne anlama
geliyor?
Türkiye’de herkesin başına gelebilecekler bu olayda savcının da
başına gelmeye başladı. Çocukluğundan kayınpederine, doğduğu evden
özel yaşamına kadar didik didik edilmeye başlandı. Bu aslında
kendilerini dokunulmaz hissedenlerin, kendilerine dokunulduğunda
neler yapabileceklerini ortaya koymak bakımından iyi bir örnek.
Bundan sonra davanın seyrinde neler olur?
4 Mayıs’ta başlayacak olan bu yargılama uzun bir sürece
yayılacaktır. Fakat iddianame, savcı, soruşturma, mahkemenin kabul
kararı ile ilgili değerlendirmelerin, yorumların, eleştirilerin
kamu gücünü elinde bulunduranlar tarafından yapıldığı bir ortamda
hâkimlerin tarafsız olabileceklerini nasıl bekleyebiliriz? Savcı
için müfettiş görevlendiren bakanlık herhangi bir nedenle hâkimler
için de görevlendirebilir. Böyle bir risk altında adil yargılamanın
yapılabileceği noktasında şüpheler uyanmaktadır. Bu olayla
siyasetçilerin “yargı bağımsız” söyleminin ne kadar gerçek dışı
olduğunu da gördük. Dolayısıyla devlet’in “derin” olanı ile
“yüzeyde” olanının da aynılaştığı ortaya çıktı. Aynı zamanda yargı
bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile yargıç güvencesinin hukuk devleti
olma bakımından ne kadar gerekli olduğunu bir kez daha test ettik.
Devlet, kendisi ile yüzleşmeli, bu safraları içinden atabilmenin
yolunu bulabilmelidir. Ben buradan aidiyet meselesine gelmek
istiyorum. Kürtlerin devlete bağlılık noktasında aidiyet
eksiklikleri var. Bunun nedenlerinden biri de işte bu
adaletsizlikler. Adaletin gerçekleşebileceği noktasında inanç
eksikliği var herkeste. Haksızlıklar sempati yaratıyor PKK’ya
karşı. Bizim bu sempatinin kaynaklarını kesmemiz lazım.
Bunun da yolu aftan mı geçiyor yani?
Örgütün silah bırakmasını sağlamalıyız. Siz bir insanı kavgada
yenerseniz, o adamın kafasında intikam duygusu olur. Ondan sonraki
ilişkileri bakımından her şeyi yapmaya çalışır. Ama biz desek ki,
siz gelin, siz de Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşlarısınız.
Silahlarınızı bırakın. Bu toplumu size de açalım. Bir
rehabilitasyon programı geliştirelim. 15-20 yıldır dağdasınız. Bu
topluma entegre olmaya çalışın. Silahsız, şiddetsiz bu sorunu
çözmeye çalışın, sorun çözülür.
Defalarca PKK’ya “silah bırak” çağrısı yapanlardan
birisiniz. Kürtlerin büyük bir bölümünce PKK bir terör örgütü
olarak kabul edilmedikçe bu mümkün mü?
Sorun sadece örgütün silahsız hale getirilmesi meselesi değil. Yani
bu silahsız hale getirilmesi Kürtlerin demokratikleşmesi ve
Türkiye’nin siyasal hayatının normal rayına girmesi açısından çok
önemli. Ama aynı zamanda burada yaşayan, PKK’ya sempati duyan
duymayan her Kürt’ün yaşadığı sorunlar var. Devlet, bu insanlarla
bir empati kurmuyor. Dolayısıyla da örgüte yönelik bu sempatinin
kaynaklarını ortadan kaldırma görevi devlete aittir.
Ama Kürtler, Öcalan ile aralarına bir mesafe koymadığı
sürece bunları çözmek de zorlaşıyor.
Bence demokratik bir ortam olursa, kendi siyasi
partileri ile örgütlenebilirse, yeni liderler ve yeni örgütlenmeler
ortaya çıkar. Kürtler henüz kendi kimlikleri ile
örgütlenemiyorlar.
İşte kör dövüş. Onlar Apo’ya bağlı kaldıkça devlet onların
siyasi örgütlenmelerine izin vermeyecektir.
Evet. Tavuk yumurta, yumurta tavuk meselesi gibi bir
şey bu. O nedenle biz örgüte silahı bırak falan desek de
bırakmayacaktır. Bunu bırakma koşullarının yaratılması lazım. Bugün
de Kürtlerin çoğunluğunda ezilmişlik, itilmişlik ve yenilmişlik
duygusu var. İşte bu beni karamsar yapıyor. Batman’da olanlar ve
önceki gün Van’da gerçekleşen eylemleri kınıyorum. Bir kez daha
şiddete son verilmesi çağrısında bulunuyorum. Bu tür tablolar yine
karşımıza çıkabilir. Fakat bu tür eylemler sorunu çözme konusunda
irade eksikliğine yol açmamalıdır.
Kaynak:
Röportaj: Nuriye Akman