Sema törenindeki postun sırrı
Abone olSema töreni ne anlamlar içeriyor biliyor muydunuz? Her bir hareket inçce mesajlar ve manalarla yüklü.
İNTERNETHABER- Semazenin boynunun
bükülüşü ve sağ kolu üzerine öksüzce yaslanışında öylesine bir
kendinden geçiş vardır ki etkilenmemek mümkün değildir.
Sema etkileyicidir çünkü Mevlevilik konusunda en ufak bir bilgisi
olmayan bir insan bile semanın bambaşka bir dünyaya işaret ettiğini
hemen sezinler.
Gerçektende sema ve Mevlana bildiğimiz alıştığımız dünyanın
ötesindeki gerçekliğe açılan kapıdır.
“Bizim gönlümüzde dönüp duran bir sır vardır. Yaratılan her şey o
sırra bağladır. Kat kat şu gökyüzü bile. Onun yüzünden dönüp
duruyor” diyen Mevlana ve İslam sufizmine göre her insanın
yüreğinde sır adı verilen bir şey saklıdır. Bu sır her insana
verilmez.
Bu sırra ancak uzun çabalar ve lütuf sayesinde ulaşılır. Bu sır
büyük tasavvuf şairi Türk Yunus Emre’nin “bir ben vardır bende
benden içeri” dediği şeydir.
İşte sema töreni İslam sufizminde Nur-u Muhammedi denen yüce ruhun
yaratılıp ‘kün’ ol emriyle başlayan iniş ve sonra da insan-ı kamil
olmaya doğru yükselişini anlatır.
Ritüellerin neyi işaret ettiğini, neyi ifade ettiğini
araştırdık. Ortaya uzun bir yazı çıktı. Çünkü Sema töreni çeşitli
bölümlerden oluşuyor. Bugün sizlere semazenlerin dizilişi, dede
efendinin kırmızı post kamamında yerini alması, semazenlerin
birbirini selamlaması ve yere oturması, ney taksimi, devri veledi
denilen üç dairevi dönüşün ne anlamlara aktaracağız..
Mevlana’nın ölümünden çok sonra oğlu ve torunu tarafından bir takım
esaslara bağlanan sema töreni, naat-ı şerif denen Hz. Muhammed’i
öven bir bölümle başlar.
Peygamberi övmek aslında soyuttan somut aleme inen Allah’ın sureti
yüce ruhu övmektir. Gelmiş geçmiş bütün peygamberler bu yüce ruhun
yani tanrının yansımasıdır. Tanrıdan başka gerçek olmadığı için
peygamberleri övmek aslında Allah’ı övmektir.
Naat-ı Şerif bölümünden sonra duyulan kudüm darbeleriyse Allah’ın
kaniatı yaratırken verdiği ol emrini ifade eder.
Bu kısacık bölümü izleyen ney taksimi bu emirle somut aleme inen
tanrı nurunun cansız bedenlere hayat veren ilahi nefesini
simgeler.
Ney taksimi bitince semazenler ve şeyh ilahi nefeste canlanan
bedenler olarak kendilerini yere vururlar. Bununla gerçeği arama
yoluna girmiş insanlar olarak, ‘ol’ emrini tamamlamak için aslımız
olan yüce ruha dönüşme insan-ı kamil olma azmini gösterir.
Gerçeği arama yolunda insanın en büyük rehberi mürşididir. Bu
mürşit Mevlana’nın temsilcisidir. Devri veledi denen bu bölüm sema
törenini bir takım kurallara bağlamış olan Sultan Veled’in anısına
bu adı taşır. Sulan Veled Mevlana’nın oğludur.
Birbirlerinin yüzlerine ve gözlerinin içine bakarak verilen bu
selam her insanda var olan tanrı tecellisini kutsamak anlamına
gelir.
Devri Veledi bütün bunların bir rehber eşliğinde gidilmesini
sembolize eder. Adımlarımızı daha önce bu yollardan geçip pişmiş
şeyhin adımlarına uydurup onun bastığı noktalardan ilerlemenin en
iyi yol olduğu anlamına gelir.
Bu bölümde şeyh ve semazenler post önündeki selamlaşmadan başka
postun tam karşısındaki noktayı geçerken de selam verirler. Post
Mevlana’nın dolayısıyla şeyhin makamıdır. Ve burası ilahi tabiatı
simgelerken, karşı uç insan tabiatını sembolize eder.
İki uç arasında hattı istiva denen hayali çizgi vardır. Bu çizginin
hakka ulaşmanın en kısa yolu olduğu düşünülür. Böylece dairenin sağ
yanı ilahi tabiattan mutlaktan insan tabiatına geçişi sol yanı ise
insan tabiatından ilahi tabiata çıkışı sembolize eder.
Sağ maddi aleme geçişi sol ruhani mükemmeliyete çıkışı ifade eder.
Sağ görünen bilinen alemdir. Sol ise görünmeyen bilinmeyen
alemdir.
İşte şeyh ve semazenlerin iki uçta verdikleri selam bir alemden
ötekine geçerken verdikleri selamdır.
Mevlana’ya göre öbür alem denizse bu dünya sadece bir köpüktür.
Devri Veledi’de üç tam tur yapılır. Bu bilgi edinmenin üç şeklini
sembolize eder.
Kur’an Allah’ın insana şah damarından daha yakın olduğunu söyler.
Bu yakınlığı anlamanın ilk basamağı ilimdir. Bilgi yoluyla Allah’ı
tanıyabilmektir.
Bir can var canımda. Bu canı ara. Beden dağındaki gizli mücevheri
ara. Ey yürüyüp giden dost bütün gücünle ara. Ama dışarıda değil
aradığını kendinde ara.
İşte içinde başka can bir başka ben olduğunu duyan derviş bu konuda
edinebileceği her bilgiyi teorik olarak öğrenir. Ancak edinilen bu
bilgilerin akıl yürütmeyle değil bizzat yaşanarak hissedilerek
anlaşılması gerekir.
Verilen bilgi hiç bilinmedik tanınmadık bir şey hakkındadır. Kişi
tamamen karanlıktadır. Ama bir gün birden bire bir sıcaklık gelir.
Bütün vücudu bir ateş dalgası sarar. Çok yakında ateşin yakıldığı
hissedilir.
Ateşin çıtırtıları duyulur. Ateş görülmese bile bütün vücut onun
sıcaklığını duyumsar. İşte bu ilmel yakındır. Öğrenmenin ilk
adımıdır.
İnsanın kalbindeki hırs, kin, nefret, öfke, korku gibi
duygularla yaratılan kirlilik temizlendikçe, yani bu duygular yok
edildikçe gerçeği örten perde yavaş yavaş kalkar yüreğin gözü
açılır ve kişi içindeki ateşi ilahi ışığı görür. İşte bu aynel
yakın mertebesidir. Öğrenmenin ikinci aşaması.
Bu halin özelliği vecd içinde kendinden geçmiş olarak kalmaktır.
Hak sevgisinin şafağı ışık saçınca canlar göğe yükselir ışığın
ardınca. Hak aşığı öyle bir yerlere varır ki dostu görür her soluğu
verip alınca.
Aynel yakın mertebesine mürşitsiz olarak girmek çok tehlikelidir.
Derviş gördüğü ya da gördüğünü zannettiği tecelliler karşısında
kolaylıkla yolunu kaybedebilir. Bu yüzden derviş tanrıyla ilgili
bilişini bir mürşidin yardımıyla görüş haline getirmelidir.
Sakin kendin gibi belleme. Baştan başa bakıştır, görüştür,
sessizliktir o. Duyacak bir kulağın varsa gerçek şudur. Hakka
ulaşmak özünden geçmekle olur. Seziş ve görüş evrenine varınca sus.
O da dille dudak susar, yalnız göz konuşur.
Ancak hala bir ikilik söz konusudur. Tasavvufi deyimle bir sevilen
bir de seven vardır. Yani insan ve ikiliği devam etmektedir. İnsan
nefsindeki her çeşit bencillik belirtisini her türlü sahip olma
isteğini en ufak bir gurur kırıntısını bile silip atınca, Allah’a
ulaşma isteği dahil her türlü istek ve arzudan arınınca bir hic
olunca ego nefs tamamiyle ortadan kalkar.
Kendimiz zannettiğimiz bu yapay ben ortadan kalkınca sıradan
insanlarda hiç bilinmeyen bir yaşam tarzı baş gösterir. Aklını
topla ey görünüşe aldanan bil ki bir dost saklar gönlünde yatan şu
can. Can duygunun özüdür, duyguysa bedenin bedenden duygudan candan
genç odur kalan.
İşte bu hakkel yakındir. Üçüncü aşamadır. Artık kişi hissedilen ve
görülen şeyin ta kendisi olmuştur.
Aşk geldi derimin damarlarımın içine kan gibi oldu. Beni benden
boşaltarak dostla doldu. Vücudumun bütün zerrelerini dost kapladı.
Benden bana bir ad kaldı. Bi geri kalan o oldu. Kişi artık
evliyalık mertebesine ulaşmıştır. Bu mertebeye ulaşmış kişi
tekamülünü tamamlamış, potansiyelini gerçekleştirmiş, insanı kamil
olmuş tanrının bilincini yansıtmaya başlamıştır. Yani en başa
dönmüş evrenin oluşumundan önceki makamına yükselmiştir.
Semazenler de hakkel yakın mertebesine ulaşmanın umudu içinde bütün
bu yollardan geçtiği varsayılan şeyhlerini izleyerek üç turunu
tamamlarlar. Şeyhin posta geçmesiyle devri veledi biter. Bedeni kil
ve topraktan yaratılmış insanın hakkel yakin mertebesine ulaşması
için önce pişmesi gerekir.
Bu pişme tanrıyla karşılaşma günü gelip çattığında acemi adayın
yüreği buna dayabilsin diye gereklidir.
Bu pişmenin en zor aşaması nefs ile mücadeledir. Bu öylesine zor
bir savaştır ki, buna büyük cihad denmiştir. Öfke, kıskançlık,
hırs, nefret, korku gibi duygularımız düşüncelerimiz
içselleştirdiğimiz örf ve adetler ve kimliğimiz etrafımızda
içimizdeki ilahi ışığı engelleyen bir duvar oluşturur.
Bunların hepsi bir düşünce ve anılar yumağından başka bir şey
değildir. Aynanın görüntüsünü bozan toz ve kir tabakası gibidir.
Aynayı görebilmek içi ki bu aynada tanrı tecelli edecektir. Bu toz
ve kir tabakasının temizlenmesi gerekir