Almanya’nın Stuttgart şehri yakınlarında Backnang kasabasında,
eski bir deri fabrikası olan, daha sonra işyeri ve konuta
dönüştürülen binanın ilk katında yaşayan Türk kökenli ailenin
evinde çıkan yangında sekiz kişi hayatını kaybetti.
Aslen Afyonkarahisarlı olan ama Almanya’da doğup/büyüyen anne
Nazlı Özkan,yedi çocuğuyla birlikte can verdi.
Konutun tamamen tahta oluşu, evde odun sobası yanması yangının
çıkma nedeni olarak gösterilmesi bizleri hiç şaşırtmasa da bu
olayın kundaklama ve bir entegrasyon politikası belki de soykırım
politikası olduğunu söylemek beni hiç zolamıyor sayın okuyucu…
Durum o kadar vahim ve elim ki, aziz
google’ye,‘yangın‘ yazsak, bize direkt Almanya’da
yangınlarda ölen Türklerin çetelesini verecek net.
Solingen faciası ve bu faciada ölenler hala unutulmadı.
Yananların aileleri hala acılı, hala gözü yaşlı…
Almanya’da Türklerin yaşadığı evlerde çıkan yangınlar, Türk
işyerlerinin kundaklanması, dönerci cinayetleri ve bu cinayetlerin
sırrını hala koruması, cinayetlerin DNA’sından polis teşkilatının
çıkması vesaire vesaire derken bendeniz bu yangınların hiç de
ihmalkarlık, elektrik kaçağı gibi komik bahanelerden çıkmadığına
adım gibi inanıyor, olan tüm olayları planlı/programlı yapılmış
vahşi cinayetler olarak görüyor, devamında kısmi soykırım olarak
addediyorum.
Gelelim çok cocuk yaptığı için eleştiri alan, yanarak ölen
kadıncağaza…
Almanya’da çocuk parası alabilmek için birçok çocuk yapan Türk
ailelerin varlığından oldukça çok bahsediliyor.‘‘Bu doğru
bir zihniyettir‘‘ demek doğru olmaz ama eğitimsizlik,
vasıfsızlık, işssizlik hayatta ki alternatifleri değerlendirme
biçimini bu şekilde etkileyebiliyor.
Okuyucu yorumlarına baktığımda, olayın vahşetinden çok, ölen
kadının devletten para yardımı alabilmek için çok cocuk yaptığı
iddiaları ve bunun üzerine söylenmiş aşşağılamaları okumak benim
içim tam kabustu.
Sayın okuyucu; Türkiye’de yabancı bir kadın öldürüldüğü zaman,
ne kadar hassaslaştığınızı taaa buralardan izliyorum.
Elin Sierra’sı, Helga’sı için yırtınıp duruyorsunuz. Bu olayları
elbette ben de kınıyorum ama lütfen yurt dışında yaşayan
insanlarımızı bu tür olaylarda aşşağılayıp, olanı/biteni hiç
anlamadan, besleyip büyüttüğünüz şişkin önyargılarınızla, fikir
muhasebesi yapacağınıza, biraz daha empati, biraz daha anlayış
diyorum…
Burada tartışılacak ve üzerinde durulacak konu kesinlikle bu
yangınların sebepleri ve arkasında kimler olduğudur.
Hadi empati yapın bakalım; Türkiye’de, Almanların yaşadığı bir
bölgede üst üste anlamsız yangınlar çıkıp, insanlar yanarak can
verse. Alman hükümeti ne yapar? Bunun cevabını verdikten sonra,
daha sağlıklı bakış yakalayacağınıza eminim.
The Butterfls’s dream (kelebeğin rüyası)
İzle dediler. Ben de merak ettim ve gittim. Film bittikten
sonra, sinema salonundan çıkarken, hala filmin içindeysem film beni
çok etkilemiştir ama öyle bir şey olmadı. Aklımda tek kalan Kıvanç
Tatlıtuğ’un oyunculuğu. Öyle bir oyunculuk ki, bakışlar, mimikler,
vücut dili…‘‘Harikasın Kıvanç‘‘
İki hastalıklı insanın sonlarını bile bile evlenmesi ve o kadar
olumsuzluğun içinde mutluluk kırıntılarıyla beslenebilmesi
detayında kaldı aklım…Benim mutluluk kırıntısı gözüyle baktığım ama
onların yaşam iksiri…Ve şunu bir kez daha belki de daha net gördüm;
istenirse tüm olumsuzlukların içinde mutluluk yakalanabilir.
Mutluluk,‘an’larda dahi yaşansa bizde yarattığı etki ömrümüze bedel
olabilir. Sizi mutlu edenleri asla bırakmayın, zehir de olsa
bırakmayın.