Seçim ve sonrası bize ne öğretti?

Kimin hangi söylemi daha heyecan yaratır?

Muhammet Şakiroğlu msakiroglu@gmail.com

İstanbul’da İmamoğlu’na mazbatasının verilmesi ve İmamoğlu’nun görevine başlaması ile beraber siyasette normalleşme hızlandı. Çünkü iki haftadan fazla süre askıda bekleyen süreç, demokrasiyi ve seçmeni çok yordu. Haliyle seçimler ile ilgili sağlıklı bir değerlendirme yapmayı ve buradan ileriye dönük dersler çıkarmayı da erteledi. Olağan dışı durumlarda, aklı selim ile değerlendirme yapmak da pek mümkün olmuyor zaten.

Sadece Türkiye’de değil dünyanın adil seçim yapılan tüm lokasyonlarında, mesaj vermeyen/verme kaygısı taşımayan bir seçmen kitlesi her zaman mevcuttur. Bu kitleler her hâlükârda bulunduğu ya da demir attığı siyasal ideolojik gettosunda kalır ve kendi partisine oy verir. ABD’de aşırı tutucu kiliselerin kontrolündeki nüfusun yaşadığı ve yoğunlukla Amerika’nın ortasında kalan kısmen kırsal eyaletler ile Cumhuriyetçi Parti karşılıklı biri birine ipotek koymuşken; kozmopolit, dünyaya açık ve gelişmiş eyaletler olan New York ve California, her zaman Demokrat Parti’den yana tercih kullanır ve bu tercihler adayların kimliklerinden bağımsızdır. Dolayısıyla bu eyaletler, her iki parti için çantada keklik anlamında “safe states” olarak adlandırılırlar. Buna karşın, bazı eyaletlerin tercihleri, adayların kimliğine, vadettiklerine ve seçim atmosferine göre değişir ve iki parti arasında gider gelir. Bu eyaletlere de “swing state” yani el değiştiren eyaletler denir ve tercih değiştiren bu eyaletlerin seçici oyları sayesinde ABD’de başkan belirlenir.  Yani seçimin kaderini tercih kullananlar belirler.

Benzer şekilde ülkemizde de ideolojik oy kullanan ve bunu değiştirme eğilimde olmayan kitleler vardır. Bu kitlelerin oyları hiç değişmediği/değişme ihtimali olmadığı için ortada mesaj verme durumu da yoktur. Ancak, seçimde oyunun rengi değiştirme becerisini elinde tutan kesim ile oy kullanıp kullanmama arasında kalanlar gerçek yönlendirici kesim. 'Oyumun rengini değiştiriyorum' ya da 'sandığı protesto ediyorum' diyebilenler asıl söz söyleyenler oluyor. Yani bir mesaj varsa onu veren de tercih kullananlar oluyor. Son zamanlarda mantar gibi çoğalan ve seçim öncesinde ekranlarımızı işgal eden, sonrasında ise arazi olan anketçi esnafı, bu seçmen kesimine “yüzer-gezer oylar” diyor.

 Şimdi gelelim başlıktaki soruya.. Seçmen gerçekten mesaj verdi mi sandıkta. Verdiyse bu mesaj ne idi.

 Açık seçik ifade edilmeyen bir şeyin ima yoluyla dile getirilmesi anlamanda kullanılmaktadır bu ‘mesaj verme’ deyimi. Örtük olarak, siz anlamadınız 'gelin size anlatayım' da demek. Oysaki seçmen lafı hiç dolandırmadan söyleyiverdi bana göre.

 Yerel seçimde en net çıkarım, adayın niteliklerinin önemli olduğu gerçeği oldu. Ankara, İstanbul, Adana, Mersin gibi büyük şehirlerde belediyelerin iktidar bloğundan muhalefet bloğuna geçmesinde en önemli faktör, aday profili değil miydi? Kendilerini seçmene anlatabildiler. Karşısındaki adaylar ise ya Cumhurbaşkanının ya da iktidarda olmanın gölgesine sığınmayı tercih ettiler. Elbette bunlar ile ilgili yığınla analiz okumuş oldunuz şimdiye kadar. Konuyu fazla uzatmaya niyetim yok. Ancak birkaç istatistik vermeden geçemeyeceğim.  Saadet Partisi 9 ilçe ve 7 beldenin belediye başkanlığını kazanırken, DSP’den şansını deneyen adaylar 3 ilçe ve 1 beldede ipi önde göğüsledi. Benzer şekilde Demokrat Parti 2 ilçe ve bir de belde belediye başkanlığı kazandı.  BBP, 5 ilçe ve 3 belde de yönetme hakkı kazandı. Ovacıktaki başarısından sonra Türkiye Komünist Partisi Tunceli’de elde ettiği zafer ile CHP tarafından aday gösterilmediği için bağımsız olarak seçime katılarak Kırklareli belediye başkanlığını kazanan Mehmet Siyam Kesimoğlu, aday faktörünün ne kadar önemli olduğunu ortaya koydu.

 Seçimin bir diğer göstergesi ise AK Parti öncesinin parçalı siyasasına benzer bir çeşitliliğin ortaya çıkması oldu.  Bu aynı zamanda siyasi renkliliğin artması, ve siyaseten tapulu alanların kullanıma açılması anlamına da geliyor. Yani seçmen bir çift lafı olan, projesi olan ya da hizmet edebileceğini düşündüğü herkese bir şans verebildiğini gösteriyor.

 Asıl önemli mesaj ise siyasette itidalli konuşmanın ve yumuşak üslubun halk tarafından daha çok rağbet gördüğü gerçeği.. Yani projeden ziyade siyasi ve politik huzur daha cazip seçmen için. Kavga retoriği ve düşman söyleminden yakıt devşirmek çok da makul değil. Haliyle, en ufak bir yumuşama ve normalleşme mesajı ciddi bir beklenti oluşturmakta.. Bunu hem seçim propagandası sürecinde gördük hem de itiraz süreci ve devamında... 

O halde seçimin en net mesajının mutedil bir dil ve yumuşak bir söylem beklentisi olduğu sonucuna varabiliriz. Bu damarı yakalayıp uygun bir siyasi söylem geliştirenin yükselecek olması çok iddialı bir kehanet olmasa gerek.

 Şimdiye kadar itidal mesajının araya gitmesi için ana akım medyada canhıraş bir çaba var. Bu mesajı ıskalayan medyanın da kalıcı bir şekilde tasfiye edileceği de benim naçizane görüşüm.

Onun da mekanizmasını müsaadenizle bir sonraki yazıya bırakayım…