Savaşa oynayarak gitmişler
Abone olKore Gazisi Mutallip Ayber, Kore harbine giderken saz çalıp oyun oynadıklarını kaydetti. <br/>19 Eylül Gaziler Günü nedeniyle Hanönü İlçe Ja...
Kore Gazisi Mutallip Ayber, Kore harbine giderken saz çalıp oyun
oynadıklarını kaydetti.
19 Eylül Gaziler Günü nedeniyle Hanönü İlçe Jandarma Komutanlığı
tarafından ziyaret edilen Kore Gazisi Mutallip Ayber, kendisini
ziyarete gelenlere Kore’de yaşadığı anılarını ve esir düştüğü
günleri anlattı.
Kastamonu’nun Hanönü ilçesi Bağdere Köyünde ikamet eden 85
yaşındaki Kore Gazisi Çavuş Mutallip Ayber, 1949 yılında asker
olduğunu belirterek, 1950 yılında Kore’nin işgal edilmesi üzerine
Birleşmiş Milletlerin Türkiye’den asker istediğini ve bunun üzerine
Kore’ye savaşa gittiğini söyledi. 1949 yılında asker olduğunu
belirten Kore Gazisi Mutallip Ayber, acemiliğini Zonguldak’ın
Çaycuma ilçesinde 31. Piyade Alayında yaptığını ve buradaki 3 aylık
eğitiminin ardından Çubuk’a usta birliğine gönderildiğini
belirterek, “Burada çavuşluk kursuna ayrıldım. Kurs bitmeden ise
Kore’ye gönderilmek üzere ayrıldım. 15 günlük eğitimin ardından
muhafız olarak tren yoluyla İskenderun’a gitti. İki hafta burada
kaldıktan sonra General Han gemisine binerek, Akdeniz, Kızıldeniz,
Hint Okyanusu, Süveyş kanalından 23 gün boyunca kara yüzü görmeden
yolculuk yaptık ve sonunda Kore’ye vardık" dedi.
"HARBE, SAZ ÇALIP OYNAYARAK GİTTİK"
Harbe giderken yanında saz götürdüklerini ve yolculuk esnasında
çalıp oynadıklarını anlatan Ayber, “Amerikalılar, ‘biz bu kadar
harbe asker götürdük fakat oynayarak harbe giden asker hiç
görmedik’ dediler. Harbe giden Yunan askerleri ağlamaktan yemeğe
dahi zor indiler. Biz ise birinci sırada doymazsak ikinci kez
sıraya giriyorduk. 23 gün boyunca denizde gemi yolculuğu yaptıktan
sonra Kore’nin Pusan nehrine vardık” dedi.
"TÜRK ASKERİNE GÖRÜNCE DÜŞMAN KORKTU"
Bir hafta Pusan Nehrinde kaldıktan sonra trenle harp alanına
yolculuk yaptıklarını açıklayan Mutallip Ayber, “Bizi bir tepeye
bıraktılar, olduğumuz yeri bile bilmiyoruz. Burada 1. ve 2. taburu
kaybettik, bunlarla irtibat kesildi. Bu tepeyi bir türlü alamayan
Amerikan askerleri, biz gelince bu tepeyi bize bıraktılar. Bizde bu
tepede mevzilendik. Bana da takviye bir manga verdiler. Akşam
yemeklerini mevzilerde yerdik. Yağmur başladı haftanın dört günü
yağmur yağıyordu. Karşıda bir ışık sağa sola gidip geliyor. Ben,
bizim tabur zannediyorum meğer düşman askeriymiş. Tabur ateşe
başladı. Makineliyi o dereye çevirdim. Bana takviye gelen manga
benim üzerime ateş ediyor. Yağmur yağıyor nereye ateş ettiklerini
bilmiyorlar. Bağıra bağıra ateşi kestirdim. Makineli bozuldu, colt
tabancayı verdim. Mevzi su ile doldu. Biz suyun içindeyiz” diye
konuştu.
Kendilerinin açtığı ateşten dolayı düşmanın mevzilerden başını bile
kaldıramadığını belirten Ayber, 40 bin askerle mevzilerini basmaya
gelen düşmanların ateş sonrası bu fikrinden vazgeçtiğini
belirterek, “Sabah olunca geri çekilmeye başladık. Yürümekten
ayaklarım şişti. Açız ekmek yok. Teğmene ’bana un, süt, şeker
alıver’ dedim. Sütü su yerine, şekeri tuz yerine kullanacağım.
Teğmen alıverdi, bir kaporta buldum. Sütü su yerine şekeri tuz
yerine kullandım ekmek yaptım. Karnımızı doyurduk” şeklinde
konuştu.
"AMERİKALILARIN ALAMADIĞI CEPHEYİ TÜRK ASKERİ ALDI"
Konarya harekatına da değinen Ayber, Konarya denilen yerde 40 bin
düşman askerinin bulunduğunu ifade ederek, bu cepheyi
Amerikalıların alamadığını söyledi. Ayber, şöyle konuştu: “Burada
çatışmaya başladık. Bir yerlerden silah sesleri geliyor. Ateş olan
tarafa av kuru bir yol çıkıyor, tepenin yarısını çıktık ve durduk.
Bize yarımşar ekmek verdiler. Onu yedik. İşte ondan sonra üç sene
ekmek yüzü görmedim. Sonra buruda yaşanan şiddetli çatışmanın
ardından bu tepeyi aldık. Akşam olunca sınır diplerine tüfek
kucağımızda yattık. Bir silah patladı, ondan sonra havanlar
içimizden geçenler. Evlerin altına ve içine gizlenmişler. Bir havan
mermisi benim bacağımın arasına düştü. Burada patladı. Bir parça
miğfere isabet etti. Yanımdaki arkadaşları yaraladı. Onları araca
kadar taşıyıp hepsini ben bindirdim. En son kendim bindim. Hiç
korku yok. Güya avdayım. Havanlar sağda solda patlıyor. Geride bir
yüksek bir yer ‘Allah’ını seven insin’ diye bir ses duydum ve
indim. 9’uncu bölükten olan toplansın diye seslendim 9 asker olduk
gerisi yok. Çok zayiat verdik burada. Ben 9 askerle 12’nci bölüğe
katıldım. Komutanlardan mermi istedim. Burada çembere çevrildik.
Çok zayiat verdik fakat çember şeklinde çevremizi saran düşman
askerlerini yarıp geri çekilmeye başladık”
ÇİN’İN CUMHURBAŞKANINDAN TÜRKLERE ÖVGÜ
Çember şeklinde düşman askerleriyle çevreleri sarılınca düşman
askerlerinin komutanının Çin’in Cumhurbaşkanı Stalin’i arayarak
‘Türkleri kıstırdım. Esir mi alayım yoksa öldüreyim mi?’ diye
sorduğunu anlatan Ayber, şunları kaydetti: “Stalin de komutana,
‘Onlar Türk askeri, sen bir bölüğünü tam teçhizat esir al, sana ne
kadar top tüfek varsa hediye edeceğim’ dedi. Fakat kısa bir süre
sonra biz çemberi yarınca Stalin tekrar arayıp soruyor: ‘Ne oldu
komutan, çemberi yardılar mı?’ diyor. Evet cevabını alınca, Stalin,
‘Onlar Türk askeri, ölür ama asla teslim olmaz’ diyor.”
"ESİR DÜŞÜNCE ÜLKEM FİLM GİBİ GÖZÜMÜN ÖNÜNDEN GEÇTİ"
Geri çekildikleri esnada bir çukura düştüğünü ve ayaklarının yara
bere içinde kaldığını ifade eden Ayber, şöyle devam etti: “Burada
birlikten ayrı düştüm. Gelen araçla ramuk arasında bir yere bindim.
Burada bir arkadaş daha var. Beni tuttu ben kaydım. Bırak beni
sende düşme dedim ve düştüm. Ramuk bacaklarımın üstünden geçti.
Orada ne kadar kaldığımı bilmiyorum. Bir tank geri çekiliyor işaret
ettim durdu. Tankın üstünde askerler var. Benim elimden yapışıp
yukarı aldılar. Tank biraz gitti. Bizleri indirdi geri ateşe
başladı. Çay gibi sular, bastığım yerde yıkılıyorum. Tek başıma ne
yapacağım, tek yardımcım Cenabı Allah. Amerikan birliğini gördüm ve
yanlarına gittim. Beni başta Türk askerlerinin olduğu yere
bıraktılar. 5 Türk askeri olduk. Yalnız burada şöyle bir olaya
şahit oldum. Makineli Amerikan askeri gidip birkaç ateş edip geri
geliyor ve kahve içiyor. Bizim birlik olsa dedim şimdiye kadar
burayı yarardı. Bir müddet sonra burada yalnız askeri araçlar
kaldı. Silahlı birisi geldi, mevzide başıma silah dayadı. O esnada
bir film gibi memleketim gözümün önünden geçti. Nasıl olsa öleceğim
diye ölüm aklıma geldi.”
"2 YIL BOYUNCA EKMEK YÜZÜ GÖRMEDİK"
Tek başına kalınca esir düştüğünü aktaran Ayber, paralı askerlerle
tanıştığını ve geri çekilirken üzerlerine düşman uçaklarının
görmemesi için mısır sapanı attıklarını söyleyerek, “Ben de fare
gibi mısır arıyorum sapta yemek için. Yaşamak zorundasın. Bizi bir
sığınağa koydular. Damlalar akar çamur içerisinde. Birkaç yerde
karpit lambası var. Burada mutfak odalarının altından kanal
yapmışlar. Bizlere haşlanmış mısır veriyorlar. Amerikalıların büyük
tenekeleri var doldurup bir kenara çekilip yiyorlar. Bir boş teneke
bulup bizde alacağız. Onlardan boşalan tenekeyi alıp bizde yeterse
yiyeceğiz. Böyle yol boyu devam ediyoruz. Bize bir gün bir topak
verdiler. Fakat hiç tadını unutmuyorum. Köpek eti miydi ne idi
bilmiyorum. Hava çok soğuktu. Uyurken bir taraftan bir tarafa
dönemiyoruz. Sıkışık bir vaziyette yatıyoruz. Çin hududuna kadar
geldik. 224 Türk askeri Amerikalılar, İngilizler, Araplar, Japonlar
hepimiz bir kamptayız. Yemek olarak pirincin kurtlarını ayırıp
kurtsuz yerini yiyoruz. Yaşamak zorundasın. Balığın kurtlarını
ayırıp yiyoruz. Kışın tek öküz araba ile esir kampına pirinç
getirdiler. Biz, bir huni yaptık ve huninin bir ucunu çuvala bir
ucunu cebimizi pirinçle doldurmaya başladık. Sonra bunları bir
tenekede kaynatıp içtik. Alıştık yağsız tuzsuz yemek yemeğe. Ot
toplayıp kaynatıp içmeye yaşamak için. Sonra bit bastı. Kışın
elbiseleri kara akşamdan gömerdik sabaha kadar donup bitler ölürdü.
Sabah tekrar elbiseleri giyerdik. Burada esir kampında Allah’a
şükür hiç zayiat vermedik. 2 yıl boyunca ekmek yüzü görmedik.
Esirken sinek avına çıkardık. 30 sinek öldürene bir dal sigara
verirdiler. Sinekleri sayıp teslim ediyorduk ve sigara alıyorduk.
Ondan sonra bir fare öldürene 3 dal sigara veriyorlardı. 2 yıl
boyunca günlerimizi bu şekilde geçti” dedi.
"BİR TÜRK ASKERİ 10 ÇİN ASKERİNE BEDEL, BİR ÇİN ASKERİ İSE 10
AMERİKAN ASKERİNE BEDEL"
Esir iken bir Çin askerinin yanlarına geldiğini ve ‘Bir Türk askeri
10 Çin askerine bedel, bir Çin askeri ise 10 Amerikan askerine
bedel’ dediğini anlatan Mutallip Ayber, “Bu bize büyük gurur
kaynağı oldu. Çin’den hoca getirdiler. Bizlere komünist rejimin
dersini veriyordu. 12 yıl boyunca İstanbul’da konsolosluk yapmış.
Türkiye’yi ve İstanbul’u çok iyi biliyordu. Derse başlamadan önce o
güzel Türkiye’yi unutamam diyordu. Hoca, ‘ben 12 yıl Türkiye’nin
ekmeğini yedim. Bana yazılı bir kağıt verirler, bende bunu size
anlatmak zorundayım. Yanlış bir kelime söylesem beni öldürürler’
diyordu.
"ÇİNLİLER, TÜRK ASKERİNE BÜYÜK SAYGI GÖSTERDİ"
Çin askerinin Türk askerlerine büyük saygı duyduğunu ifade eden
Ayber, “Bir gün Albay, yanımıza gelip bize küfür etti. Bizde
kendimize küfür ettirmeyiz dedik ve yemeğe çıkmadık. Gelip bize
sordular niye yemeğe gelmiyorsunuz diye. Bizde, memleketimizde
düşman girmesin diye askerlik yaparız. Albayınız bize küfür etti.
Yemeğiniz sizin olsun. Verdiğiniz yemeği biz zaten köpeklere bile
vermeyiz. Ertesi gün baktık albay elinde tüfek nöbet tutuyor, er
olmuş. Arap askerler, pisliklerini getirip yemek yaptığımız yere
döktüler. Bizde Arap askerlerine tepki gösterdik. Onların sayısı
bizlerden fazla. Bir kavga çıktı. Türkler, Arap askerlerini döverek
odalarına kovdu. Nöbetçiler ayırdı kavgayı. Her odanın başında bir
Türk askeri bekledi. Bu kapıda bekleyen Türk askeri, diğer esir
askerleri kapıdan dışarı çıkarttırmazdı. Nehre yıkanmaya falan
göndermezdi. Türklerden cesaret alan İngilizler, daha sonra
ayaklandı. Bizde İngilizlere haber göndererek harba hazır olduğumuz
söyledik. Harp için plan yaptık. Fakat İngilizlerle birlikte diğer
esir askerler cesaret edip savaşamadı” dedi.
"İKİ AMERİKAN ASKERİ MÜSLÜMAN OLDU"
İbadetlerini yerine getirmek için hiç kimsenin karışmadığını ve
Cuma namazları hariç 5 vakit namaz kıldıklarını aktaran Ayber, “Bu
sırada iki Amerikan askerini Müslüman yaptık. Bu yüzden benimle
birlikte 12 çavuşu daha sürgüne gönderdiler. Çinliler, ‘Biz bu
kadar uğraşıyoruz, esirleri komünist yapamadık fakat bu Türkler,
esir askerleri Müslüman yapıyorlar’ dediler.
20 ay boyunca esir kaldıklarını ve 1953 yılında yapılan anlaşma ile
esir takası yapıldığını belirten Ayber, kendisi için 10 tane Çin
askerinin esir verildiğini anlatarak, “Esir takasında en son
çavuşları verdiler. Bende en son esir takası yapılanlar arasında
yer aldım. Çin’den Japonya’ya geçtik ve buradan uçakla İstanbul’a
gönderildik. Kasımpaşa Devlet deniz Hastanesinde 5 gün boyunca
istirahatte kaldım” diye konuştu.
İstanbul’dan otobüse binerek Kastamonu’ya geldiğini ve burada
kendisini büyük bir kalabalığın karşıladığını ifade eden Ayber, ilk
önce Taşköprü’de davul zurna ile karşılandığını ve kurban
kesildiğini belirterek, “Ardından kısa bir sohbetin ardından
Hanönü’ne gittim. Burada da benim için kurban kestiler”
Kore’den savaştan geldikten sonra üç yıl boyunca iş aradığını ve
çeşitli işlerde çalıştıktan sonra Fransa Büyükelçiliğinde işe
başladığını aktaran Ayber, “20 yıl elçilikte çalıştım. Emekli
olduktan sonra köye geri geldim ve buraya tekrar yerleştim”
şeklinde konuştu.
"BİRBİRİMİZİ YEMEKTEN VAZGEÇMELİYİZ"
Müslümanların birbirlerini kırmaktan vazgeçmesi gerektiğini
belirten Ayber, şöyle devam etti: “Bu dünyaya sığmıyor muyuz?
Birkaç tanesi ben akıllıyım deyip fakir aile çocuklarını birbirine
kırdırıyor. Onlarda eğitim noksanlığı var. Allah’ı tanımaz,
peygamber nedir bilmez, kuldan utanmaz birkaç para babası bunları
üç kuruş için ölüme iter. Allah onları ıslah etsin insanlar yaşamak
için var. Ölümü kimse istemez hepimiz insanız, acı hepimizi üzüyor.
Para babaları hiç acı duymuyor. Ölen onun oğlu arkadaşı değil
çünkü.” Ayber, 44 ay boyunca Kore’de kaldığını sözlerine
ekledi.
(İHA)