Savaş Ay Uluç'tan destek istedi
Abone olPolis muhabirliği'nin öldüğünü iddia eden Hıncal Uluç'a yanıt Savaş Ay'dan geldi. Ay iddiaları konusunda Uluç'a hem hak verdi hem de destek vermediği için eleştirdi.
Ay başlıklı yazısında usta yazara yanıt verirken, bazı konularda da destek beklediğini belirtti..
Yazı : Savaş AY
Yarım akıllıyım ya, yıllardır hem gayetle yakın tanıyıp hem de keyifle okuduğum Hıncal abimin yazım tekniği ve 'hücum' taktiğini ancak kavradım.
Önce bir tez öne sürüyor. Göze batsın, can acıtsın, alaka toplasın açısından da sözcükleri iğne uçlu, cümleleri destroyer kıvamda kullanıyor.
Sonra aramızdan bazıları (şekilde görüldüğü gibi) sazana gelip, atlıyor.
İşte hunhar, pardon Hıncal taktik, o andan itibaren ikinci aşamaya geçiyor.
Yerden göğe
Ustamız güya yanıta yanıt verir gibi yapıp, yanıtlayanın asla önermediği, sözünü bile etmediği 'görüşleri' , kendi kafasında yaratıp, karşıdaki bunları demiş gibi yazıyor. Sonra da aksi söylenemeyecek evrensel doğruları alt alta sıralıyor. Diğerlerini atlayıp, sadece son yazısını okuyanlar da; "Hıncal Uluç yerden göğe haklı" diyor.
"Bitişin resmi"
Başka taktikleri de var Hıncal Usta'nın. Mesela önceki gün şöyle diyor; "Şimdi kendimi Cihat Bey'in (Baban) yerine koyuyor ve tüm medyaya soruyorum: Ağca, cezaevinden tahliye edildikten sonra tam 8 gün, içimizde, aramızda, burnumuzun dibinde yaşadı.. Bir, tek bir gazeteci Ağca'ya ulaşamadı.. Sokakta, pencerede tek kare resmini görüntüleyemedi. Geçin.. 'İşte bu evde' diye perdeleri kapalı pencere bile gösteremedi. Bu, Türkiye' de polis adliye muhabirliğinin bittiğinin resmidir.."
İnfaz da yapıyor
İşte taktik bu. "Soruyorum. Tüm medyaya soruyorum" diyor ama soru cümlesi kurmuyor. Devam eden paragraflar da dahil, sonuna kadar soru işaretiyle biten tek cümlesi yok Uluç'un. Sadece durumu (haklı ya da haksız) tespit ediyor, ortaya koyuyor. Soru soran yanıtını ister ama o, hükmünü çoktan vermiş; "Türkiye'de polis adliye muhabirliğini bitmiş" diyor, infazı da gerçekleştiriyor.
Oralar onun
Bu sözlerin geçtiği, kurgusu gerçekten de hoş yazısına "Aşk filmindeki gazetecilik dersi" başlığı koymuş Hıncal Abi. Sonunu da "Gidin filme, gazetecilik nasıl yapılır öğrenin" diyerek bağlıyor yazının.
Ustamızın kronik biçemi haline gelmiş yazım tekniğine (taktiğine) tespit yapmaktan öte bir şey diyemeyiz. Kalem onun, köşe onun, fikir onun.
El verme devirleri
Ama hükmüne karşı çıkmak boyun borcumuzdur. Muhabirliğin Ağca olayı ile bittiği hükmü yanlış çünkü. Hıncal Abi'nin de çok iyi bildiği gibi; genelde gazetecilik, özel de muhabirlik bir usta-çırak mesleğidir. Bu vizörden bakılınca başta polis adliye muhabirliğinin "bitişi" demeyelim de, örselenmesi, Ağca olayından çok çok evvele dayanır. Artık ustadan çırağa el verme, bilgi-tecrübe geçirme yöntemi yok gibi ne yazık ki.
Pompalanan ne?.
Gencecik muhabirler sanki mesleğe değil, pusulasız, haritasız hallerde, bir cangılın içine girmiş buluveriyor kendini. İz sürmeyi, yön bulmayı, doğruyu-eğriyi ayırt etmeyi, ayakta ve hayatta kalmayı kendi başlarına kavramaya çalışıyorlar. Çare ne peki? Meslek içi rekabetin mutlaklığını saklı tutarak söylüyorum; servisler arası dayanışma ve ortak çalışmaların çok daha yoğun olması, yöneticilerin hem genç kadroları palazlandıracak hem de kurumsal sinerjiyi artıracak zeminleri sağlaması şart görülüyor.
Nasıl sıçrarım?
Gazeteciliği sevmekle, gazete içinde aldığı-alacağı pozisyonu sevmek farklıdır. Bunlar zamansız zamanlarda birbirine karışınca kırılma noktaları oluşuyor. Çoğu toy meslektaşımız kendilerini erkenden yol ayrımında buluveriyor. Arada Hıncal Abi'nin arzuladığı gibi "Her türlü zorluğa, olanaksızlığa rağmen" tırnaklayan, tırmalayanlar, böylelikle tutunanlar çıkıyor şükür ki.
Kim bunlar peki?
Malatya Çocuk Yuvası rezaleti, Subaşı Camisi'nde cümbür cemaat namaz kılma meselesi, hayali ihracat mucidi adamın oğluna nikah şahitliği yapan baş savcı haberi, yaşaması ölecek kızının böbreklerine bağlı baba çelişkisi işte o, o her şeye rağmen direnen çocukların becerisi, başarısıdır Hıncal Abi. Onlar "Ölü Muhabirler Derneğinin" üyeleri değil, yaşayan, ve bu kurak gazetecilik ikliminde bile haberciliği yaşatan genç meslektaşlarımızdır.
Tokat gibi
Yine de sana çok, çok teşekkür ederim (ederiz). Ağır, sert, acımasız da yazsan, içinden çıkarılacak dersler, yüzlerimize tokat gibi inecek çok keskin gerçekleri var o yazıların. Haklısın; Ağca'yı birimiz, hiç değilse birimiz olsun bulmalıydık. Ağır yara aldık, çok uzun atladık. Ama ne olur muhabirliğin ölmediğini söyle abi. Şu çatlamış topraklarda, yine de filiz filiz haber büyüten bir avuç genç meslektaşının yüzü suyu hürmetine; "Yanınızdayız çocuklar. Eksikleriniz var ama, hep birlikte kapatırız. Mesleği sinema filmlerinden değil, bizden öğrenin. Sonra da bayrağı gönül rahatlığıyla terk edelim size" de lütfen. Köşende; 18 yaşındaki bir muhabir arkadaş da, 18 yaşında bir futbolcu kadar, 20 yaşında bir aktör, bir besteci, bir pizza ustası kadar olsun anılmayı, anlaşılmayı hak eder sanırım. Ellerinden ve kocaman yüreğinden öpüyorum.