Sartre’ın 100 yılı biterken
Abone ol‘Varoluşçu’ Sartre, yapıtları ve düşünceleriyle 20. yüzyılda derin iz bırakmıştı. Son günlerde Türkçede yayınlanan kitapları, filozofu ve onun çağını yeniden düşü
Dünya, ünlü Fransız filozof ve yazar Jean Paul Sart-re’ın 100. doğum yılını kutluyor.
Yirminci yüzyıl geride kaldı; ama Sartre’ın çağı henüz bitmedi. Geçen yüzyılda doğup ölen Fransız filozofun öngörüleri entelektüel etkisini bir dönem daha sürdürecek gibi görünüyor.
Dünya, Jean Paul Sartre’ın 100. doğum yılını kutlarken, Türkçede de son haftalarda yayınlanan Sartre kitapları dikkat çekiyor.
Claudine Monteil imzasını taşıyan ilk kitap, Sartre’ın zihinsel donanımına olduğu kadar özel yaşamına da ayna tutan bir biyografi. “Özgürlük Âşıkları” (Can Yay., çev: Elif Gökteke) adını taşıyan yapıt, Sartre’ın -kısa kopuşları saymazsak- 55 yıl birlikte olduğu Simone De Beauvoir ile serüvenine odaklanıyor. 20’li yılların ortalarında tanışan çift, kuşkusuz, geçen yüzyılın en ilginç aşklarından birini yaşamıştı.
Bu konuda tereddüt edenler olabilir, fakat kitap sona erince daha iyi anlaşılıyor: İkisi de özgürlüklerine tutkuyla bağlı oldukları için birbirlerine olmadık acılar çektiren Beauvoir ile Sartre’ın yaşadığı şey, düpedüz aşkmış. Politik mücadelede yıpransa da özgürlük yanılsamasıyla sendelese de ayakta durmayı başaran bir aşk (bunu anlamak için çiftin birbirlerine yazdıkları, daha önce Türkçede yayınlanan mektupları okumak bile yeterli aslında).
Ronald Aronson’un kaleminden çıkan ikinci kitap ise, Sartre’ın 20. yüzyılın entelektüel tarihine Beauvoir ile yaşadığı kadar derin iz bırakan öteki ilişkisini konu alıyor: “Camus ve Sartre” (Bileşim Yay., çev: Ekin Uşşaklı). Kitapta, kimilerince dönemin en ünlü dostluğu sayılan Camus-Sartre birlikteliğinin öyküsünü ve onu bitiren çekişmenin sebeplerini bulmak mümkün.
Aronson, bu yakıcı dostluğun trajik karmaşıklığını anlamaya çalışırken taraf tutmak yerine, zihinsel arka planı kavramayı deniyor. Bilindiği gibi, Albert Camus ile Jean Paul Sartre ilk kez 1943 yılında karşılaşmış ve 1952’deki kopuşa kadar dost kalmışlardı. Ne ki, Sartre’ın şiddete kucak açması ve Camus’nun buna karşı çıkması dostluklarını bitirdi. Felsefî olmaktan çok siyasi bir polemiğe dayanan bu ayrılık için, “Sevgili Camus, arkadaşlığımız kolay bir arkadaşlık değildi, ama onu özleyeceğim.” diye yazmıştı Sartre.
Buna rağmen, Camus’nun 1960’taki ölümüne kadar kavga bitmedi. Bu ölümden sonra ise Sartre, edebiyat tarihinin bugün en güzel ölüm yazılarından biri olan o duygusal yazıyı yayınlamadan edemedi. Sartre’ın 100. yaşı dolayısıyla yayınlanan öteki iki kitap ise düşünürün kendi imzasını taşıyor. Bugün edebiyat kuramı hakkındaki önemli yapıtlardan sayılan “Edebiyat Nedir”, Can Yayınları’ndan Bertan Onaran çevirisiyle yayınlandı.
Sartre, edebiyattaki yeteneğini felsefenin disipliniyle birleştirdiği bu kitabında “Niçin yazıyoruz?” sorusuna cevap arıyor. “Yahudi Sorunu” (İleri Yayınları, çev: Serap Yeşiltuna) adıyla yayınlanan son kitapta ise, Sartre’ın, Yahudi düşmanlığının ve toplumsal eşitsizlikleri Yahudilere bağlamanın arkasında yatan zihniyeti anlama çabası var.
Türk aydını Sartre’ı ne kadar tanıyor?
Jean Paul Sartre üzerine yazmak her zaman zordur. Farklı zihinsel alanlarda aynı yoğunlukla dolaşması, yanlış anlaşılmasında önemli pay sahibidir çünkü. Örneğin, Sartre’ın filozof sayılamayacağı, Heidegger’i anlamamış olduğu -klişe eleştiri budur- yönündeki savlar biraz da romancılıktaki başarısından geliyor. Türk aydını, solun hızlı yükselişine sahne olan, varoluşçulukla tanıştığı dönemde tanımıştı Sartre’ı. Fakat bu tanışıklığın düzeyi hâlâ soru işaretleri içeriyor.
Nasıl içermesin ki, Sartre’ın başyapıtı “Varlık ve Hiçlik” bile henüz Türkçeye çevrilmedi. Sartre, Marksistlerin çözümleyici yöntemlerini kullanıyordu; ama liberal bir sosyal demokrattan ötesi değildi. Tanrıtanımazlık gibi çok ciddi bir çıkmazı vardı. Bu konuya getirdiği açıklamalar oldukça su götürür. Hatta, Sartre’ın ‘özgürlük’ten ne anladığını bugün yeniden tartışmaya açmak kaçınılmaz görünüyor.
Sartre, devlet ile kilisenin bağlarının iyice gevşediği bir dönemde doğdu, iki dünya savaşına tanık oldu. Fakat, küçük yaşta kazandığı, acıları ürüne çevirebilme yeteneği sayesinde imrenilecek bir üretkenliğe erişti. Onun yüzyılı kasvetli bir yüzyıldı ve henüz bitmedi.
Şimdi Sartre’ın çağının sonuna yaklaşırken, Malraux ile fikir birliğine varıp, 21. yüzyılın manevi bir yüzyıl olacağı öngörüsü tutacak gibi görünüyor.
Jean Paul Sartre’a bir kahraman değil, figür olarak bakmak hem onu hem de çağını anlamayı kolaylaştıracaktır. Ama Monteil’in kitabı “Özgürlük Âşıkları”nın bize öğrettiği daha köklü bir gerçek var: Bugün Sartre’ı, bir yerde Beauvoir’dan ayrı düşünemiyoruz. Söz konusu bir filozof bile olsa, aşk bazen işte bu kadar tamamlayıcı olabiliyor.
Haber: Can Bahadır Yüce
Kaynak: