Sapla saman karışmaya görsün.
Ne sap ne de samandan hayır gelir.
Öyle bir hal alır ki, ata versen at yemez, ite versen it
yemez!
Sonrası malum;
Tıpkı içine düşürüldüğümüz ortam gibi ayıkla ayıklayabilirsen
pirincin taşını…
***
Hükümet eden siyasal parti liderleri devletin mutlak hâkimi gibi
davranmaya başlamışsa aklınıza gelen tüm değer yargılarınızı unutun
gitsin.
Çünkü bundan “yaşam sebebi olarak gördüğünüz ve hatta ölümü göze
alabileceğiniz değerlerin tasarrufu artık sizde değildir” sonucu
çıkar.
Dolayısıyla yaşayan ölüden farkınız kalmaz.
Boş yere sitem de etmeyin.
Sitem ettiğiniz hali hazırı yaratan da siz değil misiniz?
Geriye ne kaldı?
Her miskinliğin toplumu taşıdığı olumsuzluklara karşı
sığınacağınız şükür makamı mı?
Hala şükredecek bir şeyler bulabiliyorsanız durumunuz
tahminlerin de ötesinde vahim demektir.
Zira şükür edilgenlere değil; gayret içinde olmasına rağmen
sonuç alamayanlara haktır ve maneviyatı güçlendirir, dayanma gücü
ve sabır verir!
Daha iyiye ve daha hakça olana dair gayreti bırakıp şükretmenin
kime faydası ne?
Devlet birilerinin pervasızca at koşturduğu çiftlik gibi özel
mülkiyete dönüşmüşse; haktan, hukuktan, demokrasiden, özgürlükten
yola çıkarak tartışmanın âlemi var mı?
Eğri oturup düz konuşalım ve kendimize şu soruları soralım:
Biz değil miyiz ki; bir takım üstünlere imtiyaz sağlanarak
etrafımızda yükselen dikey tabutlara (gökdelenlere) bakarak
gelişme, büyüme diye algıladık?
Biz değil miyiz ki; bir takım üstünlerin deniz taşımacılığına
soyunmaları ile birlikte kullanacakları yakıtta ayrıcalıklı vergi
uygulanmasına ses çıkarmadık? Oysa köylü çiftçi hasat vakti
geldiğinde harcadığı yakıtı bile karşılayamıyor!
Biz değil miyiz ki; cumhuriyet tarihinin rekorunu kıran işsizlik
oranları ile cebelleşirken 18 yaşından büyük işsiz gençlerimizi
Sağlık Sigortası adı altında borçlandıranlara ses çıkarmadık?
Biz değil miyiz ki; Alevi Sünni diye ayrıştırılırken dayatılan
saflarda dirsek temas aralığı hizaya girdik?
Biz değil miyiz ki; milyonlarca vatandaşımız bütün bu
garabetlere dur demek için meydanları, sokakları doldururken
Başbakanın iftiralarını içimize sindirerek itiraz etmedik.
Devlet terörü ile gençlerimizin gözleri çıkarılıp sokak
ortasında dövülerek öldürülmelerine Hülooooğ diye tezahürat ederken
şükretmenin bir anlamı olabilir mi?
Kendisinde neye, nasıl ve ne şekilde inanacağımızı ve hatta
hayat tarzımızı dahi belirleme yetkisi görenlerin destekçisi olarak
mı şükür ile Allah’a teslim olacağız?
Kız ve erkek yurtları zaten ayrı olmasına rağmen “kız ve erkek
yurtlarını ayıracağız” diyebilen bir zihniyet ile hangi demokrasi
ve özgürlüğün hayalini kurabileceğiz?
Her dayatmaya eyvallah diyen, her yönlendirmeye koşulsuz uygun
adım ayak uyduran bir toplumda “iyi şeyler olacak” beklentisi zihin
bulanıklığı değilse nedir?
Geçmişte olduğu gibi bugün de sürekli baskı altında tutulan
kesim o kadar mı yabancı bu ülkenin geneline?
Toplumun Alevi kesimi ile düşünen eğitimli genç beyinleri,
sanatçıları neden devlete karşı tehlike gibi gösterilmeye
çalışılıyor?
Tek mezhebi ve tek yaşam tarzını dayatmaktaki ısrar niçin?
İmkânı yok ama farz edelim ki Alevi toplumu asimile edildi ve
sindirildi. Hatta biraz daha ileri gidelim ve farz edelim ki tüm
Aleviler bu ülkeden sökülüp atıldı…
Sizce Türkiye’den geriye ne kalır?
Bu sorunun cevabı açık;
Sizce de geriye Afganistan, Pakistan, Filistin benzeri bir
üçüncü dünya ülkesi kalmaz mı?
Belki sesli dile getirmek doğru değil ama birbirimize bakıp
içimizden;
“Yaşam tarzını benimsemiyorum ama bana dayatmadığın
sürece saygı duyabilirim” diyemez miyiz?
Çok mu zor?