Kendinizi hiç bu dünyaya ait hissetmediğiniz oldu mu? Ya da
sürekli bir şeylere geç kaldığınızı?
Başarısız ya da yetersiz olduğunuzu? Peki ya hiç neden böyle
hissettiğinizi düşündüğünüz oldu mu?
Sosyal medyada geçirilen süreye, takip ettiğiniz kişilere ve
keşfetinizde önünüze düşenlere hiç detaylıca dikkat ettiniz mi?
Hiç mutsuz olan, başarısız olan, gelecek kaygısı taşıyan birini
gördüğünüz oldu mu? Hiç yok, öyle değil mi?
Mutlu olmanın, başarılı olmanın, üretkenliğin durmaksızın
pompalandığı yerdir sosyal medya. Asla durmanıza izin vermez,
geride kalamazsınız, sürekli aktif olmak durumundasınız ve tabi ki
mutlu.
Çünkü hayata bir kere geliyorsunuz ve en iyi olduğunuzu herkese
göstermek durumundasınız. Bakıldığında ilk etapta bunda hiç bir
problem yoktur.
Ancak başarılı olmak kadar başarısızlıklar da sizindir, mutluluk
kadar mutsuzluk da sizin, üretken olduğunuz kadar durağanlık da
sizindir.
Olumlu olan kavramlara bu denli kucak açıp, olumsuz olanların
hiç yokmuşçasına yaşantılandığı her an sanal körlük içerisine
hapsolmuşuz demektir.
Sanal körlük bizleri adeta gerçeklikten kopartır ve toz pembe
bir yanılsamanın içine sokar. Tatilde eğlenirken story atan
insanlara bakıp bu yaz tatile gidemediğimiz için iç çekerken
ekonomik zorluklar sebebiyle o tatile kredi ile çıkıldığını hiç
düşünmeyiz.
Yeni bir terfi alan arkadaşımızı gördüğümüzde henüz iş dahi
bulamamış olmamızdan yakınır o kişinin bugün için senelerce nasıl
çalışmış olduğunu göz ardı ederiz.
Cildi çok güzel, beli incecik olan kişilerin profile bakıp iç
çekerken geçirilen acılı ve son derece ağrılı estetik ameliyatlar
hiç aklımıza gelmez ya da gördüğümüz şeyi direk doğru kabul
ederiz.
Sanki böylesi bir teknolojinin içinde her şeyin üzerinde oynama
yapmak hiç de mümkün değilmiş gibi. Sanal körlük bir nevi sosyal
medyada her gördüğümüze sorgusuz sualsiz inanmaktır.
Üstelik akış o kadar hızlıdır ki duygularımızı tanımlama,
anlama, kontrolünü sağlama biz yetişkinler için bile çoğu zaman
mümkün olamamaktadır.
Bir yerde acıklı bir hayvan videosuna denk gelip onu izlerken
videonun sonunda bir anda karşımıza doğum günü partisi kutlayan
eğlenceli bir arkadaş grubu çıkar videodan çıkıp keşfette gezerken
savaş ve terör içerikli paylaşımlara denk geliriz. Bir taraftan
deprem videolarını görüp ağıt yakarken hemen arkasından da
karşımıza çıkan düğün videosuyla halay çekeriz.
Bir duyguyu daha yaşayamadan bir diğerine sonra bir diğerine
geçeriz. Bu yoğun bomba ardıman bir çeşit istila değil de nedir?
Telefonun, tabletin, bilgisayarın başında sosyal medya karşısında
sabit bir şekilde saatlerimizi geçirirken duygularımızı,
düşüncelerimizi aynı sabitlik ve stabillikle sürdüremeyiz.
Oradan almakta olduğumuz uyaranların fazlalığı bizleri güncel
hayatta bir çeşit yoksunluk içerisine sokar, uyaran eksikliği ile
sabitlik ve süreklilik gerektiren işlerde dikkatimizi toparlamakta
güçlük çekeriz.
Öncelerde uzun uzun kitaplar okur, hayallere dalar, okuduğumuz
kitapların filmleri çıktığında hayal kırıklıkları ile sinema
salonlarını terk edip zihnimizde canlandırdığımızın daha iyi
olduğunu tartışırken bir taraftan da hayal gücümüzün aslında ne
denli kuvvetli, yaratıcı bir güç olduğunu fark ederdik.
Şimdilerde ise film izler gibi başkalarının hayatlarını izler,
imrenir, merak eder konuma gelmiş durumdayız. Üstelik yaşadığımız
hayatı orada sergileme konusunda hiç bir çekincemiz de yoktur ancak
hayatımıza dair yöneltilen özel bir soru karşısında da bundan
rahatsızlık duyarız.
Sosyal medya söz konusu olduğunda kendimizce doğru düşünmemize
ve yine kendimizce doğru hissetmemize izin dahi verilmez.
Orada var olan şeyler ve süreleri kadardır tüm aktarımlarımız.
Tamamiyle hipnotize olmuş bir şekilde. Daha sonrasında oradan biraz
uzaklaşıp geriye çekildiğimizdeyse sorgulamalar başlar. Ben neden
böyleyim?
Ya da ben neden öyle değilim? Bu defa da kendi içimizde
başlattığımız bir challange(!) içinde kendimizi buluruz.
Daha önceki videolarda bahsettiğim sahte kendilik olgusu ile bu
alanda da bir kez daha karşı karşıya kalırız.
Olduğumuz ben ve olmak istediğimiz ben… “Olmak istediğimiz ben”e
ulaşmaya çalışmak yerine “olmak istediğimiz ben” gibi görünmemizi
mümkün kılan bu yerde mutluluk peşinde koşarken mutsuzluk
kapılarını aralarız.
Ne kadar kaliteli vakit geçirdiğimizi yanımızda olamayan
arkadaşlarımıza ve hatta daha kötüsü hiç tanımadığımız insanlara
gösterme telaşı içinde o andan keyif alamaz, o anı sadece video
karelerinde yakarız.
Aklımızda kalan tek şeyse ne kadar iyi fotoğraflar ve videolar
çektiğimiz kaç beğeni ya da yorum aldığımızdır.