Samyeli aldattığı eşinden para istemiş!
Abone olEren Talu, Hürriyet'ten Ayşe Arman'a dert yandı: Hem beni aldattı hem de para istedi. Böyle bir şey hiçbir yerde yok...
Eren Talu, Hürriyet Gazetesi'nden Ayşe Arman'a dert yandı: Hem
başkasına aşık ol üstüne para iste. Dünyanın hiçbir yerinde yok
böyle bir şey.
"Karım benimle sevgilisin banyosundan konuştu" diyen Talu, Ayşe
Arman'a içini döktü.
Şimdi söz Ayşe Arman'da:
14 yıllık evlilik çöküyordu.
Eren Talu boşanmak istemiyor, Defne ise “Boşanacağım” diye ısrar
ediyordu.
Defne şiddetli geçimsizlikten, Eren de sadakatsizlikten dava
açmıştı. Eren’in Galatasaray Stadı’nda bütün parasını kaybetmesi de
her şeyin üzerine tüy dikmişti.
Defne anlattı, ben de yazdım.
İsimsiz olarak. Evliliğin başından beri kocasının onu aldattığını
söyledi. Ben Defne’nin olaya bakışını aktardım.
Hemen arkasından Eren aradı, o da anlattı. Ama onun anlattıklarını,
hiçbir zaman yayınlamadım.
Çocuklar var diye, suçlamalar kötü diye, belki barışırlar diye, bir
şekilde ortalığın yatışmasını bekledim, elim gitmedi yayınlamaya.
Oysa ben gazeteceyim, taraf değilim, benim elimde bir teyp var, o
teybe kim ne anlatıyorsa onu yazıyorum. Elimde teyp varken ben
gazeteciyim, arkadaş- markadaş değilim. Onlarsa anlatıyorlar,
anlatıyorlar, fakat şöyle bir şey oluyor, saatlerce uğraşıyorum o
metinleri bir yazı haline getiriyorum, sonra “Yok vazgeçtim o
kırılacak, bu üzülecek. Vicdanına sığınıyorum, yayınlama”
diyorlar.
Eren beni, “Artık hazırım, röportaj vermek istiyorum” diye
aradığında, ne yalan söyleyeyim tereddüt ettim. “Kim bilir ne
anlatacak” dedim.
Anlattıktan sonra, “Onu yazma, bunu yazma diyecek.”
Fakat öyle olmadı. Röportajı yolladım. “Bunlar tam da sana
anlattıklarımdı” dedi, arkasında durdu.
Ve biten evlilikleri hakkında ilk defa bu kadar detaylı konuştu.
Ben vazifemi yaptım, çocuklar konusunda onu uyardım, “Rahatsız
olabilirler” dedim, ama o ısrar etti, “Onlar zaten her şeyi
biliyor. Artık herkes her şeyi öğrensin...” Unutmadan, tabii ki bu
sayfa her zaman Defne’ye de açık...
Soru- moru hazırlamadım Eren. Çünkü ne anlatmak istediğini
bilmiyorum. Neden röportaj vermek istediğini de...
-
Bugüne kadar ben hariç herkes konuştu. Defne, üç röportaj verdi. 14
yıldır onu aldatıyormuşum, yapmadığım şey kalmamış. Benim hakkımda
demediğini bırakmadı, TOKİ de söylemek istediği her şeyi
söyledi...
Sen neden sustun?
- Beni engellediler. “Konuşursan paranı alamazsın
kardeşim” dediler, daha da fazla mağdur olmamak için bekledim. Ama
anladım ki, susunca iyice mağdur oluyorsun. Artık yeter! Ben de
kendi açımı anlatmak istiyorum. Çünkü sana bir imaj biçmeye
başlıyorlar, seni olmadığın bir adam haline sokuyorlar. Tamam kabul
bütün paramı kaybettim ama işimdeki beceriksizliğime ek olarak,
karısını aldatan rezil, iğrenç bir herif oldum. Gel gör ki, işin
gerçeği bu değil. Bir kere boşanmak isteyen ben değilim. Karım, bir
başkasına aşık oldu, “Ruh ikimizi buldum, bırak gideyim” dedi;
evliliğimizi bitirmek istedi. Onu kaybetmekten ölesiye korktum.
“Beni istemeyeni ben de istemem. Zaten beni aldattın. Yolun açık
olsun” demedim, diyemedim. “Benim de kaçamaklarım oldu, yurtdışında
paralı ilişkiler kurdum ama jimnastik gibiydi, bir şey ifade
etmedi. Gel bunu, onlara sayalım, unutalım” dedim. Onu vazgeçirmek
için elimden geleni yaptım ama olmadı; o adamdan vazgeçmedi. Aylar
içinde geldiğimiz nokta şu: “Ruh ikizim” dediği adamla birlikte
olmak istiyor; ‘ruh özgürlüğüne’ kavuşmak için de benden para!
Sen bana daha önce de bir takım şeyler anlattın. Tabii bu
kadar detaylı değil...
- Evet, sen de yayınlamadın. Ama sekiz ay önce her
şey daha farklıydı, Defne o üç röportajı vermemişti, benim hâlâ bir
araya gelme umudum vardı ve işler bu kadar vahşileşmemişti. Şimdi
artık o noktada değiliz, onu geri kazanamayacağımı biliyorum. Ben
de boşanmak istiyorum. Ama parasız... Ve onun sütten çıkmış ak
kaşıkmış gibi konuşması hoşuma gitmiyor. Bu röportajı vermek
istememin nedeni, “Bir de beni dinleyin...” demek. Madem rezil
olduk, o zaman bari tamamı ortaya dökülsün...
Şimdi bu öyle bir mesele ki, işin içinde çocuklar
var...
- Ayşecim, onlar zaten bütün detaylarıyla biliyorlar.
Her şeyi okudular, mailleri gördüler. Uzayda yaşamıyorlar. Ayrıca
ikimizle de araları çok iyi. Defne benim ailemle, ben onun
ailesiyle görüşüyorum. Çocuklar için bütün o sevgi seli devam
ediyor, sadece anneleriyle babaları küs...
Peki hadi başlayalım o zaman. Sen ne diyorsun yani? “Para
bitti, kadın gitti mi?”
- Bu meşhur laf aslında bizim durumumuzu çok iyi
özetliyor. Evet para bitince, insanlar gider. Ben bunu da
anlıyorum...
Nasıl yani? Ona hak mı veriyorsun...
- Hak vermiyorum, anlıyorum. Ben de kadın olsam
yapabilirim böyle bir şeyi. Çünkü gerçekten çok zor şeyler yaşadık.
Yaşam konforun tehdit ediliyor, kendini bombok hissediyorsun.
Acayip bir travma yaşıyorsun. Hayatına kastediliyor, ötesi mi var?
Her tarafın hacizci dolu, evden teker teker her şey gidiyor,
çocuğunun bilgisayarına kadar, yatağın altına saklıyorsun,
görmesinler de almasınlar diye...
Peki, ‘kötü günde de birlikte olmak’ diye bir şey yok
mu?
- Var, var. Ben sadece sana bizim durumumuzu
anlatmaya çalışıyorum, yargılamadan dinle. Böyle bir durumda insan;
kendini, çocuklarını korumaya çalışıyor, bir ‘b planı’ arıyor.
Defne’nin “Aşık oldum” dediği şey, bir korunma mekanizması
olabilir, duvara çarpacağımız belliydi, o da o arada, bunalımdaydı,
arayıştaydı, artık ne haltsa... Birine aşık oldu. Mesele bu; da...
Bütün bunların hiç olmamış, hiç yaşanmamış gibi davranılması tuhaf.
O zaman çık, “Evet, evliyken birine aşık oldum” de, diyemiyor,
bütün kusurları bana yüklüyor.
Peki sen işinle ilgili o krizleri yaşarken karının senden
uzaklaştığını mı fark etmiyorsun...
- Önceleri etmedim. Ama tabii ilişkimiz, biraz
arkadaş ilişkisi gibi olmuştu, seks pek yoktu, minimum bir ortak
hayat. Yine de konduramıyorum. Benim karım güzel bir kadın. Ben onu
televizyon dünyasında hiç rahatsız olmadan yüz tane herifin
arasında bıraktım. O hep mesafe koymayı bilirdi. Hakikaten geçmişe
dair, en ufak soru işareti bile yok aklımda. Brüksel’e bir medya
konferansına gitmek istedi, “Tabii” dedim. Gitti. İşte ne olduysa o
konferansta oldu. Richard Gizbert denilen o adamla tanışıyor. Adam,
El Cezire televizyonunun Uğur Dündar’ı. Evli. Bilinen, tanınan
biri. Karısı var, hayır işleriyle uğraşıyor, çok saygın bir
kişilik. Londra’da yaşıyorlar. Richard o toplantıda moderatör.
Bizimki de olgun erkeklerden hoşlanıyor...
Ama senin hiçbir şeyden haberin yok...
- Yok hayır. Sadece sabahlara kadar bilgisayar
başında, yatağa 5’te geliyor. Adamla chat’leşiyorlarmış. Bir akşam
çalışma odasına girdim, baktım internette, beni görünce apar topar
bilgisayarı kapattı. Tam o sırada Blackberry’sine mesaj geldi, hem
bilgisayara hem telefona aynı anda geliyor ya... Masadaki cep
telefonunu elime aldım, koştu, elimden kaptı. Adamdan gelen mesajı
görmemi istemiyor. Sildi mesajı. “Kimden?” dedim. O anda bir
senaryo yazıverdi. Amerikan Konsolosu’nun evinde bir davet varmış,
ben yoktum, orada Avusturalya Konsolosluğu’nda çalışan bir adamla
tanışmış, adam buna ilgi duymuş, bizimki de adamın maillerine yanıt
vermiş, küçük tehlikesiz bir flörtmüş ama ben tanık olduğum için de
çok utanmış... Ben de yedim. Belki de yemek istedim. Fakat içime
bir şüphe de düştü...
2 şişe votka içtik, her şeyi itiraf ettik
Madem inandın sonra şüphe nasıl başladı?
- Ya kaybedersem, ya biri varsa gerçekten hayatında
gibi şeyler geçmeye başladı beynimden. Zaten iş açısından batmış
bir vaziyetteyim, bir de evliliğim gümbürtüye gidecek! Ve
kesinlikle onu kaybetmek istemiyorum. Hemen toparlamaya çalıştım.
“Gel seninle kaçamak yapalım” dedim Defne’ye, “Aramızdaki sorunları
konuşalım, ben seni çok ihmal ettim...” Bir butik otele gittik,
ilanı aşklar, güller, onu etkilemek için elimden geleni yapıyorum.
Arada da “Kim bu adam ya” diye soruyorum. Hep şahane hikayeler
yazıyor. İçimden “Avusturalya Konsolosluğu’ndan araştırayım şu
adamı” diyorum, aklınca hedef şaşırtıyor. Sonra, “Benim Doha’ya
konferansa gitmem gerekiyor” dedi. Adam çağırıyor... Tutturdum,
“Ben de geleceğim” diye...
Gittin mi?
- Evet. O hiç istemedi ama sonunda kabul etmek
zorunda kaldı. Bana “Sen modern otel seversin, W’da kalalım” dedi.
“Tamam” dedim ama konferans Sheraton’da. Meğer o esnada karım,
frenleri iptal etmiş, yeni bir aşka yelken açmış. Adamla
buluşacaklar. Ve sakın yanlış anlama. Benim itirazım neden bunu
yaptı diye değil, her boku ben yapmış gibi duruyorum, buna
bozuluyorum. Ben hem çapkın oldum, hem salak. Bir de işler iyice
zıvanadan çıktı, 5 yıl hapsim istendi, ne yapmışım ya...
O adamın Avusturalya Konsolosluğu’nda çalışmadığını Doha’da
mı öğrendin?
- Yok hayır, Doha’da hâlâ kek durumdayım. Sabah
süslenip püslenip konferansa diye çıkıyor, meğer adamın
Sheraton’daki odasına gidiyormuş. Aşıklar orada buluşurken, benim
içim içimi yiyor, bir şey var ama anlayamıyorum. Artık üzerimde
nasıl bir baskı kurmuşsa işim gücüm yok ama Sherton’a gidemiyorum.
İki de bir arıyorum, telefonu çalıyor, açan yok, sonra açılıyor
Defne “Ne oldu, neden arıyorsun?” diyor. Nedense Defne’nin sesi hep
ekolu, meğer adamın odasındaki banyodan konuşuyormuş...
E konferans?
- Bir iki kere belki katılmıştır. İşin içinde mesleki
hırslar da var, adam başarılı bir televizyoncu, mutlaka “CNN’de
çalışmana yardımcı olabilirim” filan demiştir. Defne çok hırslıdır.
Ben de ona hep destek oldum. Bu, bir ekip işi. Ben kendi açımdan
kabul ediyorum bu evlilikle nereden nereye geldiğimi ama benzer
şeyler Defne için de geçerli. Ben o arada hala Avusturalya
Konsolosluğu’nda çalıştığını zannettiğim rakibimle psikolojik savaş
halindeyim. Aslına bakarsan o Richard kim neyin nesi hala
bilmiyordum. Adam benim zannettiğim biri gibi de çıkmadı, bambaşka
bir yerden girmiş: Yok efendim ikisi “ruh ikiz”i çıkmışlar, geçmiş
hayatlarında birliktelermiş. Yani ne yaparsan yap, boşa kürek çekme
durumu var. Bu arada Defne, Galll Sassoun’la olan biteni
paylaşıyor.
Kiminle?
- Los Angeles’lı astrolog. Bizimki sürekli onunla
telefonda. Madonna’nın da üye olduğu bir şey. Ben de gittim adama.
Owo’ya geliyordu Defne orada tanıştı, ahbap oldu.
Ne soruyor ona?
- Hayatını soruyor. “Eren’in sana altı ay izin
vermesi lazım ama vermeyecek biliyorum” diyor. Çünkü alaturka bir
herifmişim. O zamana kadar olan sevişmelerini affedebilirdim ama
altı ay daha izin veremedim!
Peki sen Doha’da Defne’nin onunla buluştuğunu, onun odasına
gittiğini, o adamın Richard Gizbert olduğunu nereden
biliyorsun?
- Defne kendisi anlattı. Ben Doha’dan Dubai’ye
geçtim, o da geldi. Ağlayarak ayrılmışlar. Zaten havaalanından bir
saatte çıkamadı, herkes çıktı Defne yok. Adamla tuvalette telefonda
konuşuyormuş.
Peki nasıl her şeyi itiraf etti?
- Votkanın gözünü seveyim! İki şişe votka içtik,
birbirimize her şeyi anlattık. Seviştik de. Ama daha önce dedi ki,
“Benden şüpheleniyorsun, al bak telefonumu hiçbir şey yok.” Verdi
telefonu. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama sildiğini zannetmiş fakat
her şey içinde. Bütün mailler, SMS’ler. Karımın çeşitli
fotoğraflarını görüyorum, kendi kendine çekmiş, hiç tanımadığım bir
adama göndermiş. Beynimden vurulmuşa döndüm. “Bu ne ya?” dedim.
Gerisi, çorap söküğü gibi geldi. Artık inkar edecek hali kalmadı.
Zaten ben anlamalıydım, daha güzel olmaya çalışıyordu, memelerine
falan bir şeyler yaptırıyordu, “Zaten güzelsin, kimin için daha
güzel olmaya çalışıyorsun?” diyorum.
HEM BAŞKASINA AŞIK OL HEM ÜSTE PARA AL BÖYLE BİR ŞEY
DÜNYANIN HİÇBİR YERİNDE YOK
Talu'nun Ayşe Arman'a anlattıklarının ikinci bölümünü
okumak için diğer sayfaya geçin
Ne yaptın peki öğrenince?
- Bir kere 50 derece sıcak ve iki şişe votka içmişiz, yürüyecek
halimiz kalmamış. Ne kadar detay varsa ilişkilerinde hepsini
anlattı. Meğer adamın dedesi Büyükadalıymış, gelmeye kalkmış,
bizimki otel ayarlamış, benden korkusundan gelmemiş...
O arada sen neler itiraf ettin?
- Ben de karıştırdığım haltları anlattım. “Ama
duygusal bir şeyim olmadı” dedim. Benim itiraflarımda aşk yoktu.
“Gel” dedim, “Tüm bunları doğuran sebepleri konuşalım, ailemizi
yıkmayalım...”
Sen karının GYM’e gitmesini bile kıskanan adamsın, bu kadar
sakin reaksiyon vermiş olamazsın...
- Valla öyle bir saplantım var. Evlenirken tek ricam,
spor salonlarından ve özel hocalardan uzak durmasıydı. Biz de biraz
bu işleri biliyoruz, temas memas derken başka şey işin içine.
Karıma güvenmediğimden değil, karşı tarafın böyle bir heyecan
duymasını istemem. Ama iş yemeği, gecelere kadar çalışmalar,
kurslar, seminerler hiç itirazım olmadı.
Peki öğrendin de ne oldu?
- “Vayyy demek bunu da yaptın ha!” filan moduna hiç
giremedim. Onu kaybetmek istemediğimi anladım.
O yüzden mi boşanmak istemedin...
- Evet. “Sen benim yediğim haltları unut, ben
seninkini, devam edelim” dedim.
Peki telefon dinletme filan...
- Yok ya, ben Türkiye’ye döndükten sonra neler olup
bittiğini anlayabilmek için böyle bir şey söyledim. “Yine mi
konuştun adamla, bak seni dinletiyorum” dedim. O da darmadağın
olduğu için yedi. Telefon dinlemek iki şekilde oluyor: Ya Turkcell
vasıtasıyla, o hemen anlaşılan bir şey. Ya da içine bir şey
yerleştiriyorsun, Defne de öyle zannettiği için telefonu mahkemeye
delil olarak sundu.
İçine bir şey konmadı mı yani?
- Hayır canım.
O niye öyle söylüyor?
- Çünkü benim söylediğime inandı. Ben de mahkemeye,
“Sevgilisiyle bu telefonda mailleşiyor, kayıtlar bunun içinde”
dedim.
Senin bu arada, bu adamla bir diyaloğun oldu mu?
- Utanç verici ama oldu. Adamı arıyordum. Defne
“Aramayacaksın!” dedikçe daha da sinirleniyordum. “Onu arama, senin
o adamla bir meselen yok. Bu, bizim aramızdaki bir sorun” diyordu.
Deliriyorum. Hızıma alamadım, adamın Defne’ye gönderdiği mailleri,
karısına da yolladım. “Niye onların mutluluğun bozuyorsun?” gibi
saçma sapan şeyler söyledi. Ulan, biz evimize yangın düşmüş, anamız
ağlıyor, adam boş vakitlerinde karımla buluşuyor, adamı anlayışla
karşılayacağım öyle mi?
Evet de, fena bir şey karısına filan mail atmak...
- Daha da fenası yaptım, bir arkadaşıma kadını
arattım. Arkadaşımın İngilizcesi daha iyi, “Ben Eren. Eşinizin
karımla ilişkisi var, bilginiz olsun. Benimle görüşmek isterseniz
numaram bu” dedirttim. Aramadı kadın. Bunlardan gurur duymuyorum,
hatta mahcubum ama ben de bu acıyı böyle yaşadım...
Defne ne diyor bütün bunlara...
- Mahkemede, “Richard benim aile dostum. Eren
kıskançlık yapıyor. Benim özel maillerime girdi, o yüzden suçlu”
dedi. Hapis kararı filan çıkartmaya çalıştı...
Bütün bunları intikam olsun diye mi anlatıyorsun?
- Hayır.
Ne peki? Para vermemek için mi?
- Param yok zaten. Beş kuruşum yok. Hem aşık ol, hem
bırak, hem üste para al... Böyle bir şey dünyanın hiçbir yerinde
yok...
Ama senin vukuatların da sadece o paralı kadınlarla sınırlı
değil, burada da bir kadınla görüntülendin...
- İyi hatırlattın onu da anlatayım. Bir akşam
Defne’yi aradım, “Ben kızlarla eğleneceğim, gece gelir miyim onu da
bilmiyorum” dedim. Hayatımda ilk defa küfrettim. Telefonu kapattım.
Madem o kendini evli gibi hissetmiyor, ben de soluğu Lucca’da
aldım, içim içimi yiyor, adam burada mı, buluşacaklar mı... Saat
üçten sonra “Ben Scotch’a gideceğim, gelmek isteyen var mı?” dedim.
Bu kız “Ben gelirim” dedi. Scotch’un önünde gazeteciler vardı, Pera
Palas’ın karşısındaki Heaven’a gittik. Niyetim bozuk olsa otele
giderim. Flaşlar patladı. Bu arada Defne neredeymiş? Avukatının
evinde yemekte. Her şey beni kışkırtmak için tezgahlanmış, beni
gaza getirecekler, sonra sokağa çıkacağım...
Kolay dolduruşa geliyormuşsun...
- Sinirlerim laçka olmuştu...
Hala geri istiyor musun karını?
- Yok hayır.
Artık onu da kendini rahat bırakacak mısın?
- Bıraktım. Uğraşmıyorum. Hiçbir şey yapmıyorum. Son
üç aydır huzur veriyorum ona. O da mutlu, işinde başarılı olsun.
Çocuklarımız var ama o benim eski karım artık. Karşılaşmamaya da
özen gösteriyorum.
Ya antidepresan alacaktım ya alkole başlayacaktım. İkincisini
tercih ettim. Yarın devam edecek...