Köşe başındaki çiçekçiden
aldığım ve ileride göz alıcı beyaz bir laleye dönüşecek olan
soğanı, uygun toprakla birlikte kara bir saksıya
yerleştirdim.
Tarif edildiği gibi,
gerektiği zamanlarda, kuru havalarda, suladım…
Kıpırtı yok…
Soğan toprağa gömülü
halinden mutlu, kafasını aydınlığa çıkarmaya niyetli değil
sandım…
Günlerce, gittim-geldim
saksıya baktım…
Bir derdi var soğanın,
uzatamıyor başını dışarıya…
Soğandan beyaz bir lale
yaratmaya çalışan ben, üzgün üzgün saksıyla konuştum
saatlerce…
“Haydi saksı kardeş, sana
emanet ettiğim o minicik, her şeyden habersiz soğanı aydınlığa
kavuştur diye…
Günler geçti…
Kapkara
saksıdaki, beyaz lalenin tabiatına tamamen uygun
toprağı suladım usanmadan…
Beyaz laleye olan
inancımla, toprağına duyduğunu düşündüğüm sevgiyle…
Günler birbirini
kovaladı…
Bıkmadım,
yılmadım…
Konuştum, saksıyı okşayıp
ağladım…
“Haydi”
dedim başında umutla beklerken,
yapabilirsin…
“O güzel
beyaz lale için gerekli bütün ortamı hazırladım,
sana emanet ettim onu…”
Kıpırtı yok soğanda ve
zaten saksıda…
Saksı beni dinlemiyor veya anlamıyor olabilir miydi
acaba?
Sonra vazgeçtim saksıyla
konuşmaktan, o kadar karaydı ki içi de dışı da, anlamaz beni diye
soğana yönelttim bütün enerjimi…
Biliyordum çünkü bembeyaz
bir umut olduğunu…
Başını kumdan
çıkarabileceğini, aydınlığa bakabileceğini, herkesin hayranlıkla
bakacağı ve kimsenin onu koparmaya gücünün yetmeyeceğini anlattım
ona…
Toprağına sımsıkı bağlı
kalması gerektiğini söyledim, saksıya
rağmen…
“İyi geceler”
diledim beyaz bir laleye dönüşecek olan soğana,
yattım sonra…
Sabah uyandığımda minicik
bir yeşil vardı kapkara saksının
içinde…
Bana gülümsüyordu o yeşil,
“günaydın, lale olmaya hazırım” diye…
Yüzümde
haklı çıkmanın mutluluğuyla dedim ki kendi
kendime:
“Lale olmaya hazır bir
soğanla konuşmalıydın en
başından”…
Tabii ya…
Saksı nereden bilsin senin yüreğin nasıl bir bekleyişte…
Altı üstü saksı
işte!