Şair Attila İlhan MİT ajanı mıydı?
Abone olİddia çok eskilere gidiyor: Solcu şair Attila İlhan aslında MİT ajanıydı... İddia sahibi ise bir başka şair Arif Damar...
İNTERNETHABER.COM - Geçen hafta kaybettiğimiz şair Arif
Damar'ın, bir başka usta şair Attila İlhan hakkında 'MİT'in adamı'
diye konuşması eski tartışmayı yeniden
alevlendirdi...
Sabah yazarı Engin Ardıç, geçen hafta aynı gazeteden Hasan Bülent
Kahraman'ın başlıklı yazısının satır aralarında yaptığı bir
alıntıyı genişleterek sordu: Attila İlhan polis miydi?
Ardıç, okurlarına zaman tünelinden bir yolculukla başladı:
- Yazmıştık ama Arif Damar'ın ölümü vesilesiyle Hasan Bülent
Kahraman yeniden gündeme getirince bir daha yazmak gerekti. Geçen
gün yitirdiğimiz Arif Damar, bizim "Kaptan"ın
"MİT'in adamı" olduğunu iddia edermiş...
Bilmiyorum, bilsem de açıklayamam, suçtur.
Lakin kafamda birçok soru işareti de yok değildir.
Attila İlhan'a "polis" suçlamasının yöneltildiğini
birçok "eski tüfekten" duymuştum, yeni bir iddia
değildir.
Eski kuşak komünistler bu "polis" tanımını
"genel anlamda" kullanırlar, muhbir, MİT ajanı ya
da düpedüz "Birinci Şube görevlisi" yani sivil
polis arasında bir ayırım yapmazlardı...
Ve de hemen herkes birbirini polislikle suçlardı.
Biz de onların bu saplantısıyla, Fransız argosundan bozma bir
deyimle "flicomanie" diye dalga geçerdik.
Bunların kimileri polis tarafından izlenmeye değmeyecek kadar
önemsiz kişilerdi, kendilerine "hava vermeye"
çalışırlardı. Kimileri de düpedüz paranoyak, yani akıl
hastasıydı.
Fakat, 12 Mart'ın bazı sivri tipleri arasından düpedüz devlet
görevlilerinin çıktığını görünce, bütün bütüne de haksız
olmadıklarını anladım...
Altmışlı yılların ünlü içişleri bakanı, "Zehir
Hafiye" namıyla maruf Faruk Sükan, "solcuların
nefes alışlarını bile dinlediklerini" söylerdi, meğerse
dinlerlermiş...
Benim aklım daha eskilere, kırklı yılların sonlarına, ellili
yılların başlarına takılıyor. Yani ABD ile SSCB arasında
"barış içinde birlikte yaşama" (coexistence
pacifique) dönemine değil de, soğuk savaşın en sıcak, en civcivli
günlerine.
AJİT PROP DERSLERİ ALMIŞ MIYDI? |
Attila İlhan'ın ajanlığıyla ilgili iddiaları çok önceleri köşesinde işleyen Hilmi Yavuz, 18 Şubat 2009'da ilginç bir yazı kaleme almıştı. Yavuz'un yazısını okumak için bu tıklayınız |
Ardıç sözü esas meseleye; yani Attila İlhan'a getirerek yazısına
şöyle devam etti:
- Lise yıllarında komünistlikten tutuklanan (1941), kurtulabilmek
için "deli numarasına" yatıp İzmir'de akıl
hastanesinde "müşahede altında'" tutulan, İzmir
Atatürk Lisesi'nden kovulan, daha sonra babasının hukukçu olması
sayesinde Danıştay'da dava açıp kazanan ve İstanbul'a gelip Işık
Lisesi'ne girebilen (1944) Attila İlhan, 1949 gibi bir yılda nasıl
olup da pasaport alabilmiş ve Fransa'ya gidebilmişti?
(Seksenli yıllarda bir gün Kaptan'la klasik Maçka-Taksim
yürüyüşlerinden birini yapıyoruz, dönüp bana diyor ki, "tam
şurada Altınbakkal Tramvay Durağı vardı, bilir misin?"...
Sonra oradan bu durağa mı gelecektik Kaptan?)
Davayı kazanmış, aklanmıştı ya, diyeceksiniz...
Attila İlhan diyet mi ödemişti? Yanıtını Engin Ardıç'tan
dinliyoruz:
- Bilen bilir, isterse kırk dava kazansın, o dönemde
"poliste fişi olan" bir adamın pasaport
alabilmesi, deveye hendek atlatmaktan daha zordu.
Sonra, Sevim Belli Marsilya'dan gelişinde Galata rıhtımında,
çantasında "örgütsel dokümanlarla" yakalanıyor...
(Bu Türkçe özürlü deyim henüz icat edilmemişti.)
1951-52 "tevkifatı" ve illegal solun
çözülüşü...
Arada bir bağlantı var mı?
1955 yılında Tepebaşı Tiyatrosu'nda yapılacak bir gösteriye Attila
İlhan'ın "Baylan Pastanesi'nde çevresinde toplanan bütün
gençleri" gönderip kendisinin "alibi"
niyetine Atlas Sineması'na bilet alması falan...
Elli küsur yıldır atılan çamurlar, çamurlar ve çamurlar...
Bilenler (özellikle Hilmi Yavuz) açıklasınlar diyecektim,
vazgeçtim.
Size "eski Türkiye'nin" artık hiçkimseyi
ilgilendirmeyen ve şimdi dönülüp bakıldığında çok gülünç gelen
meselelerini anlattım.
Onlar koca bebeklerdi ve oynadıkları bu oyunu çok ciddiye
alıyorlardı oysa...
Attila İlhan, hayatının son yıllarında, dönüp hayatı boyunca onca
kızdığı Cumhuriyet Gazetesi'ne girdi ve "Kemalist
ulusalcıların" fikir babalarından biri oldu.
Nice faşistin başını yiyen şu ünlü "NATO'dan ayrılıp Rusya,
Hindistan ve Çin'le ittifak kurma" önerisini ortaya atan
da kendisi olmuştur.
Şeytan aklıma takıyor: Acaba, "1949 gibi bir yılda pasaport
alabilmiş olmasının" diyetini mi ödüyordu?