Said Nursi'ye bakan doktor ne yazdı?
Abone olDoğuya üniversite isteyen Said Nursi'yi Saray, tımarhaneye attı. Nursi'yi muayene eden doktor, raporuna şu çarpıcı cümleyi yazdı. İşte Sabah'ın ilginç yazı dizisi.
Said Nursi'nin hayali, bir "Büyük Doğu Üniversitesi"
kurulmasıydı. Saray bu fikri 'delilik' diye karşıladı. Said Nursi,
İkinci Abdülhamid'e "Doğu'da okullar açılmalı, dini bilgilerin yanı
sıra fen bilimleri de öğretilmeli" diye başvurdu. Saray bu talebi
hoş karşılamadı. "Kim bu adam, deli mi, divane mi?" deyip Toptaşı
Tımarhanesi'ne sevk etti. 'Eğer Said deliyse bu alemde akıllı adam
yok' Said Nursi 1907'de İstanbul'a gelip "Doğu'da büyük bir
üniversite kurulsun" talebinde bulundu. Saray ise onu akıl
hastanesine gönderdi. Hakkındaki rapor övgülerle doluydu!. Çıkan
kısmın özeti Said Nursi, yedi çocuklu bir Kürt ailenin dördüncü
çocuğu olarak 1876 yılında Bitlis'in Nurs köyünde doğdu. Kısa bir
süre içinde zekâsının ve hafızasının çok güçlü olduğu ortaya çıktı.
Dönemin 'medrese' adı verilen yerel eğitim kuruluşlarına devam
etti. Medreselerde esas olarak dini bilgiler veriliyordu. Genç Said
'fotografik' hafızası sayesinde yıllar sürecek bir eğitim dönemini
çok kısa bir sürede tamamladı. Deyim yerindeyse didişmekten
hoşlanan, ateşli ve atılgan bir kişiliği vardı. En çok sevdiği
şeylerden biri diğer mollalarla tartışmaktı. Delikanlı Said kendini
dine ve bilime vermişti; kadınlarla hiç ilgilenmiyordu. Dizinin
dünkü bölümünde genç Said'i, Van Valisi Ömer Paşa'- nın konağında
bırakmıştık. Daha sonra onu İşkodralı Tahir Paşa'nın konağında
görüyoruz... Said zekasını ve üstün hafıza gücünü sadece dini
kitaplara yöneltmiyordu. Ne bulursa okuyordu: Tarih, matematik,
fizik, astronomi... Tartışmalarda kendi fikrinin doğru olduğunu
göstermek için gerektiğinde bir coğrafya kitabını 24 saat içinde
ezberine alıyordu! Artık 'Bediüzzaman' kelimesi, sadece eski
hocasının taktığı bir isim olmaktan çıkmıştı. Çevreye yayılıyordu.
Bu arada Said'in ilgisi siyasi konulara doğru kayıyordu. Mesela
Van'dayken bir gazetede İngiliz Sömürgeler Bakanı William Ewart
Gladstone'un şöyle dediğini okumuştu: "Kuran ellerinde olduğu
sürece Müslümanlar'a hakim olamayız. Ya Kuran'ı ortadan
kaldırmalıyız ya da Müslümanlar'ı ondan soğutmalıyız." Bu ve
benzeri haberler genç Said'i sinir ediyordu. Dinin inançla sınırlı
kalmadığını, siyasi ve ekonomik bağlantılarının da olduğunu
düşünmeye başlamıştı. BATI'DAN FARKIMIZ NE? Şimdi Said Nursi'nin
hikayesine biraz ara verelim ve dönemin şartlarına kısaca bir göz
atalım. 19'uncu yüzyıl başta İngiltere olmak üzere Batılı ülkelerin
dünyaya yayıldığı, Afrika'dan Asya'ya sömürgeler oluşturduğu bir
çağdı. Osmanlı İmparatorluğu girdiği savaşların çoğunu yitiriyor,
sürekli geriliyordu. Devlette yapılan reformlar bu gerileyişi
durduramıyordu. Birçok düşünen kişi şöyle bir mantık yürütmeye
başlamıştı: Bizim Batı'dan farkımız ne? Esas nokta din farkı
olamaz, çünkü o hep vardı. Batılılar bizi üstün silah gücü ve
teçhizatla yeniyor. Peki bu silahlar bizde niye yok? Onlardaki
fabrikalar bizde niye yok? Ve hepsinden önemlisi Batı'nın bilimi
bizde niye yok? Uyanık zihinler gerileyişin ardındaki bilimsel,
teknolojik, ekonomik nedenleri görebiliyordu. MEDRESEDE FEN DERSİ
Yukarıda sözünü ettiğimiz bakış açısı Said'de de uyanmaya
başlamıştı: "İmanımızı koruyalım, daha da güçlendirelim ama pozitif
bilimleri de öğrenip uygulayalım." Peki bu nasıl yapılacaktı? Hele
hele İmparatorluğun Doğu bölgeleri nasıl kalkınacaktı? Said,
İstanbul'a gitmeye karar vermişti: Padişahın huzuruna çıkacak ve
ona okullarda din dersi, medreselerde ise fen dersi okutulmasını
teklif edecektir. Dediğini de yaptı. 1907'de, yani Meşrutiyet'in
ilanından bir yıl önce İstanbul'a geldi. Bu seyahati destekleyen
Bitlis Valisi Tahir Paşa, İkinci Abdülhamid'e bir mektup yazarak
Said'in ülkesine, dinine bağlı, üstün meziyetleri olan bir kişi
olduğunu bildirmişti. Delifişek Said, İstanbul sokaklarında yerel
kıyafetiyle dolaşmakta, şivesiyle, belindeki hançeriyle ilgi
çekmekteydi. Dönemin din alimlerini tartışmaya davet ederek... Ve
bu tartışmalarda rakiplerini zor durumda bırakarak İstanbullular'ı
şaşırtmıştı. DOĞU'YA ÜNİVERSİTE O vakitler insanların soyadı
olmadığı için ona 'Said-i Kürdi' deniyordu. Yani: Kürt Said. Diğer
bir lakabı da 'Said-i Meşhur'du. Said kafasına koyduğunu yaptı ve
padişaha bir dilekçeyle başvurdu. Talepleri özetle şöyleydi: "Doğu
geri kalmıştır... Anadolu'nun bu geri bölgesinde okullar açılmalı,
buralarda dini bilgilerin yanı sıra fen bilimleri de
öğretilmelidir." Bu dilekçede Said Nursi'nin büyük hayali olan bir
'Büyük Doğu Üniversitesi' fikrini görmekteyiz. Ancak Saray bu
talebi ve davranışı hoş karşılamadı: "Kim bu adam, deli mi, divane
mi?" Gözaltına alınan Said Nursi, Üsküdar'daki Toptaşı
Tımarhanesi'ne sevk edildi! Ruh doktorunun sorularına Said kapsamlı
bir cevap verdi. Niye öyle giyindiğini, niye böyle davrandığını,
amacının ne olduğunu gayet net ve mantıklı bir biçimde açıkladı.
Doktor Said Nursi'de hiçbir bozukluk bulamadı ve raporuna şöyle
yazdı: "Eğer bu adam akıl hastasıysa, dünyada akıllı insan yoktur.
MEŞRUTİYET'E DESTEK Bu arada aylar geçmişti. Dönemin aydınları,
özellikle de modern okullarda yetişen subaylar, İkinci Abdülhamit'i
Meşrutiyet'i ilan etmeye zorlamaktaydı. Nihayet 23 Temmuz 1908'de
İkinci Meşrutiyet ilan edilmişti. Said Nursi de Meşrutiyet'ten
yanaydı. Selanik'e giden Said, ünlü 'Hürriyet Meydanı'nda
Meşrutiyet'i destekleyen bir nutuk atmıştı. Meşrutiyet'i İslam'a
uygun buluyordu. Bu etkili nutuk 1910 yılında İstanbul'daki İkbal-i
Millet Matbaası'nda basılmıştı. Said, İstanbul'da kaldığı sürede
hem dini tartışmalara devam etti, hem de siyasetle yakından
ilgilendi. Siyasetle dinin kesiştiği, sınırlarının belirsizleştiği
en önemli olay '31 Mart Vakası'ydı. 'Tarih hızlanıyordu'! 31
Mart'ı, Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı, İstanbul'un işgali ve
Kurtuluş Savaşı gibi çağ değiştiren olaylar takip edecekti. Emre
AKÖZ- Nevzat ATAL