Sağlam, Ömer abisini kaybetti
Abone olEski basın-yayın enformasyon müdürlerinden gazetci yazar Ömer Tarkan, ayarımızdan ayrıldı. Tarkan'ın yasını tutan Erdal Sağlam, onun tüm özelliklerini anlattı.
Erdal Sağlam, "Ömer Tarkan’ı kaybettik" isimli yazısında Ömer Tarkan'la yaşadıklarını ve onun bazı yönlerini kaleme aldı...
Yazı: Erdal Sağlam
Kaynak: www.hurriyetim.com.tr
ÖMER Abi, uzun dönemdir düşündüğü Dışişleri Bakanlığı’na dönme kararını, nihayet netleştirmişti. Dün itibariyle gazete yazarlığını bırakıp, memuriyete geri dönüyordu. Yani yazarlığı bitirdiği gün, yani bizi terk edeceği gün, hayatı da terk etti...
Uzun zamandır yazarlığı bırakacağı, Referans Gazetesi’nde yayımlanacak son yazısı için hazırlanıyordu. Yaklaşık iki haftadır ‘sana siyasal vasiyetimi yazacağım, ben memuriyete başlamadan yayınlarsınız’ diyordu. Her ‘siyasal vasiyet’ dediğinde de ‘vasiyet demeyelim başka bir şey desek..’ diye itiraz ediyordum..
Perşembe gece yarısı Faik (Öztrak) aradığında şaşırmıştım. Faik, Ömer Abi’yi görüp görmediğimi soruyordu. Ankara’ya yeni geldiğimi, kendisini görmediğimi ama yazısını aldığımı söyledim. Okuldan beri en yakın arkadaşlarından olan Faik’in sesi telaşlıydı. Çünkü Ömer Abi’nin kızı Zeynep, akşam eve gitmiş eve girmek istediğinde normal kilidin açık, ama üst kilidin içerden kilitli olduğunu görmüş, içeri girememişti. Faik ‘telefona da yanıt vermiyor, çilingir tutup içeri girecekler, sen bugün konuştun mu, bir yere mi gidecekti?’ diye soruyordu. Görmediğimi ama yine kafasına esip, bir yerlere gitmiş olmasının büyük ihtimal olduğunu söyledim. Bir şey olursa arayın dedim ama Faik aramadı. ‘Kötü bir şey olsa ararlardı ‘diye kendimi rahatlatıp, yattım.
Sabah yine Faik aradı... Şaka gibi gelen, inanılmayacak kadar kötü haberi verdi...
Mete’ye (Belovacıklı) haberi verdiğimde bir süre, ‘Acaba eşek şakası yapılmış olabilir mi?’yi tartıştık ama değildi, gerçekti...
Bu satırları yazarken, Referans Ankara Bürosu’ndaki arkadaşların her zamankinden daha fazla,
açık kapımın önünden geçip, gözucuyla sağlığımı kontrol ettiklerini izliyorum.
Çok uzun bir süre olmadı ama Ömer Abi’nin arkadaşlığı insanı zenginleştiren bir arkadaşlıktı. Boşluğu hissedilecek bu insanın ‘artık olmayacağı’ fikri beni çok yoruyor...
Ömer Abi, kelimenin tam anlamıyla nev-i şahsına münhasır bir kişiydi...
Büyümesine rağmen muzırlığı, aykırı düşünmeyi ihmal etmeyen, kuşkucu, sorgulayıcı, genel
yargılara (en eski ve yaygın olanlarına bile) şüpheyle bakan, biraz huzursuz ve tatminsiz, adrenalin salgısı hazırlayacak ortam, eylem ve fikirlere her zaman açık, yaş ne olursa olsun hayatın kısa olduğunu, yaşamayı ertelememek gerektiğini düşünen ama benimsediği bu ‘gününü yaşama’ fikrini, gençliğinden getirdiği toplumsal sorumluluk ve bilinç kaygısı nedeniyle hayata geçirmekte çok zorlanan bir kişiydi.
Yani ülkesini çok seven ama Türkiye’ye zaman zaman fazla gelen ve işin kötüsü bunun farkında olan bir aydındı....
Kısacası; ne kadar o kökenden gelmese de, iyi bir gazetecinin niteliklerine sahipti. Bizden biriydi...
Belki de bu kişiliği nedeniyle, çok içinde olduğu, etkin rol aldığı siyasi yapılarla ve kişilerle bile uyum sağlayamadı. Diplomasi ve bürokrasinin katı kurallarından da nefret ediyordu ve bu nedenle Dışişlerine geri dönerken, aklı bırakacağı işte kalmıştı...
Kendisine hep, sohbetlerimizde bize aktardığı, çok güldüğümüz, Türkiye’nin siyasi yaşamını çok iyi anlatan anılarını yazması gerektiğini söylerdik. Kendi de muzırlığının ve aykırı bakışının farkındaydı ve hep ‘Ben arada Pazar ilavelerinde gırgır şeyler yazsam iyi olacak’ derdi. Bir kitaba başlamıştı ama ne kadar yol aldı, bilemiyorum...
Çok yönlü bir kişiydi, gerçek bir entelektüeldi.
Kalp hastası olmasına rağmen, doktorların ‘stend takmamız lazım’ demesine rağmen, uzun zamandır sağlığını ihmal ediyordu. Yani bir anlamda hayatına da kafa tuttu.
Ömer Abi daha birlikte yapacak çok işimiz vardı, yazılacak çok yazı vardı. Ülkenin senin birikimine ihtiyacı hálá var ve bunu hayata geçireceğin zamanlar da gelecekti...
Umarım, burada bilerek ve isteyerek bulamadığın huzuru, gittiğin yerde bulursun. Hoşçakal..
Yazı: Erdal Sağlam
Kaynak: www.hurriyetim.com.tr
ÖMER Abi, uzun dönemdir düşündüğü Dışişleri Bakanlığı’na dönme kararını, nihayet netleştirmişti. Dün itibariyle gazete yazarlığını bırakıp, memuriyete geri dönüyordu. Yani yazarlığı bitirdiği gün, yani bizi terk edeceği gün, hayatı da terk etti...
Uzun zamandır yazarlığı bırakacağı, Referans Gazetesi’nde yayımlanacak son yazısı için hazırlanıyordu. Yaklaşık iki haftadır ‘sana siyasal vasiyetimi yazacağım, ben memuriyete başlamadan yayınlarsınız’ diyordu. Her ‘siyasal vasiyet’ dediğinde de ‘vasiyet demeyelim başka bir şey desek..’ diye itiraz ediyordum..
Perşembe gece yarısı Faik (Öztrak) aradığında şaşırmıştım. Faik, Ömer Abi’yi görüp görmediğimi soruyordu. Ankara’ya yeni geldiğimi, kendisini görmediğimi ama yazısını aldığımı söyledim. Okuldan beri en yakın arkadaşlarından olan Faik’in sesi telaşlıydı. Çünkü Ömer Abi’nin kızı Zeynep, akşam eve gitmiş eve girmek istediğinde normal kilidin açık, ama üst kilidin içerden kilitli olduğunu görmüş, içeri girememişti. Faik ‘telefona da yanıt vermiyor, çilingir tutup içeri girecekler, sen bugün konuştun mu, bir yere mi gidecekti?’ diye soruyordu. Görmediğimi ama yine kafasına esip, bir yerlere gitmiş olmasının büyük ihtimal olduğunu söyledim. Bir şey olursa arayın dedim ama Faik aramadı. ‘Kötü bir şey olsa ararlardı ‘diye kendimi rahatlatıp, yattım.
Sabah yine Faik aradı... Şaka gibi gelen, inanılmayacak kadar kötü haberi verdi...
Mete’ye (Belovacıklı) haberi verdiğimde bir süre, ‘Acaba eşek şakası yapılmış olabilir mi?’yi tartıştık ama değildi, gerçekti...
Bu satırları yazarken, Referans Ankara Bürosu’ndaki arkadaşların her zamankinden daha fazla,
açık kapımın önünden geçip, gözucuyla sağlığımı kontrol ettiklerini izliyorum.
Çok uzun bir süre olmadı ama Ömer Abi’nin arkadaşlığı insanı zenginleştiren bir arkadaşlıktı. Boşluğu hissedilecek bu insanın ‘artık olmayacağı’ fikri beni çok yoruyor...
Ömer Abi, kelimenin tam anlamıyla nev-i şahsına münhasır bir kişiydi...
Büyümesine rağmen muzırlığı, aykırı düşünmeyi ihmal etmeyen, kuşkucu, sorgulayıcı, genel
yargılara (en eski ve yaygın olanlarına bile) şüpheyle bakan, biraz huzursuz ve tatminsiz, adrenalin salgısı hazırlayacak ortam, eylem ve fikirlere her zaman açık, yaş ne olursa olsun hayatın kısa olduğunu, yaşamayı ertelememek gerektiğini düşünen ama benimsediği bu ‘gününü yaşama’ fikrini, gençliğinden getirdiği toplumsal sorumluluk ve bilinç kaygısı nedeniyle hayata geçirmekte çok zorlanan bir kişiydi.
Yani ülkesini çok seven ama Türkiye’ye zaman zaman fazla gelen ve işin kötüsü bunun farkında olan bir aydındı....
Kısacası; ne kadar o kökenden gelmese de, iyi bir gazetecinin niteliklerine sahipti. Bizden biriydi...
Belki de bu kişiliği nedeniyle, çok içinde olduğu, etkin rol aldığı siyasi yapılarla ve kişilerle bile uyum sağlayamadı. Diplomasi ve bürokrasinin katı kurallarından da nefret ediyordu ve bu nedenle Dışişlerine geri dönerken, aklı bırakacağı işte kalmıştı...
Kendisine hep, sohbetlerimizde bize aktardığı, çok güldüğümüz, Türkiye’nin siyasi yaşamını çok iyi anlatan anılarını yazması gerektiğini söylerdik. Kendi de muzırlığının ve aykırı bakışının farkındaydı ve hep ‘Ben arada Pazar ilavelerinde gırgır şeyler yazsam iyi olacak’ derdi. Bir kitaba başlamıştı ama ne kadar yol aldı, bilemiyorum...
Çok yönlü bir kişiydi, gerçek bir entelektüeldi.
Kalp hastası olmasına rağmen, doktorların ‘stend takmamız lazım’ demesine rağmen, uzun zamandır sağlığını ihmal ediyordu. Yani bir anlamda hayatına da kafa tuttu.
Ömer Abi daha birlikte yapacak çok işimiz vardı, yazılacak çok yazı vardı. Ülkenin senin birikimine ihtiyacı hálá var ve bunu hayata geçireceğin zamanlar da gelecekti...
Umarım, burada bilerek ve isteyerek bulamadığın huzuru, gittiğin yerde bulursun. Hoşçakal..