Sadeleştirme iyi de nereye kadar?

Abone ol

Yayın dünyasında, ‘ucuz kitap’ tartışmasından sonra şimdi de ‘sadeleştirme’ tartışmaları yaşanıyor. Sadeleştirme tartışması edebiyatçıları karşı karşı

Peyami Safa’nın “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” adlı romanının Alkım Yayınları tarafından “kimi Arapça, Farsça sözcüklerin Türkçe karşılıkları temel alınarak” basılmasıyla gündeme gelen tartışma, edebiyat dergilerinde yayınlanan yazılarla yeni bir boyut kazandı. Son dönemdeki ‘ucuz kitap’ tartışmalarının gölgesinde kalan sadeleştirmede ölçüt sorununu, önce Gösteri dergisinin son sayısında Sezai Coşkun gündeme getirdi. “Kendi Gitti Adı Kaldı Yâdigar” başlıklı yazısında Coşkun, ‘Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nun yeni basımında, sadeleştirmenin kimin tarafından ve hangi ölçütler gözetilerek yapıldığını belirtmeyen Alkım Yayınları’nı eleştiriyordu. Romana yapılan ‘müdahale’nin tartışmaya açılması gerektiğini savunan Sezai Coşkun, yayın piyasasında edebî kaygıların artık söz konusu olmadığı saptamasını yapıyordu. Bu tartışmayı sürdüren yazı ise eleştirmen A. Ömer Türkeş’ten geldi. Virgül dergisinin şubat sayısında yayınlanan “Peyami Safa mı, Server Bedi mi?” başlıklı yazısında Türkeş, Alkım Yayınları tarafından yapılan tercihin “çok talihsiz” olduğunu belirtiyordu. Romanın bu yeni basımını orijinal metin değil, bir ‘çeviri metin’ olarak değerlendiren eleştirmene göre, ‘ucuz fiyat çok satış’ politikasıyla geniş okuyucu kitlesine tanıtılmak istenen kitabın üslubu yok edilmiş. A. Ömer Türkeş ayrıca, bu değiştirme mekanizmalarının bir kez çalışmaya başladıktan sonra, ileride yapılacak sadeleştirmeleri de meşrulaştırma tehlikesi taşıdığına işaret ediyordu. Alkım Yayınları: Yaptığımız iş, sadeleştirme değil Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nun üslubunu bozmakla suçlanan Alkım Yayınları ise eleştirileri kabul etmiyor. “Romanı sadeleştirmedik. Edebiyat dünyamızda kavramların biraz gelişigüzel kullanıldığını görmek de doğrusu bizi şaşırttı. Bir kitabı sadeleştirmek, onun bütün üslubuyla oynamak, onu biçimsel zenginliğinden soyup, daha düz, bir anlatıma yerleştirmek anlamına gelir. Biz, bu kitabın üslubuna, anlatım zenginliğine dokunmadık. Yalnızca bu kitabı okumasını istediğimiz gençlerin anlamlarını asla bilemeyecekleri bazı kelimelerinin yerine anlaşılabilecek, bilinen kelimeler koyduk.” şeklinde konuşan yayınevinin sahibi Başar Arslan’a göre, 250 bin adet basılan bir kitapta bazı kelimelerin anlamını bilen okuyucu sayısının düşük olacağını kabul etmek gerekiyor. Romanın yeni basımında bir sadeleştirme olmadığının altını çizen Arslan, bu sebeple bir ‘sadeleştiren’ ismi belirtmediklerini söylüyor. ‘Aslolan orijinal metindir’ Aslında klasik romanların sadeleştirilmesiyle ilgili tartışma yeni değil. Bazı yayınevleri, daha önce Türk romanının seçkin örneklerini bazı değişikliklerle yayınlamışlardı. Konuyla ilgili görüşünü aldığımız İnkılap Kitabevi editörü Hasan Öztoprak, romanın özüne ve yazarın üslubuna zarar vermeyecek sadeleştirmelerin yapılabileceği kanısında. Bunun, günümüz genç okurları için gerekli olduğunu vurgulayan Hasan Öztoprak, sadeleştirmeleri uzman kişilerin kontrolünde ve yazarların vârislerinden izin alarak yaptıklarının altını çiziyor. Yayınladığı Halide Edip Adıvar, Halit Ziya Uşaklıgil ve Hüseyin Rahmi Gürpınar kitaplarıyla, klasik romanlar basan yayınevleri arasında önemli yere sahip Özgür Yayınları adına yayın sorumlusu Halit Karaoğlu ise Türkiye’de genellikle derme çatma sadeleştirmeler yapıldığını ifade ediyor. Halide Edip kitaplarında dipnot yöntemiyle, Halit Ziya kitaplarında ise köşeli parantezlerle eski sözcüklerin günümüz Türkçesindeki karşılıklarını verdiklerini belirten Karaoğlu, önceliğin orijinal metinde olması gerektiğini söylüyor. Halit Ziya Uşaklıgil’in ‘Aşk-ı Memnû’sunun 100 yılda (şimdilik) tam altı kez sadeleştirilmiş olması bile konunun ne kadar derinlikli biçimde ele alınması gerektiğine işaret ediyor. Tüm bu tartışmaların, ‘ucuz kitap’ kampanyalarıyla birlikte sık sık gündeme gelmesi beklenen klasik romanların yeni basımları öncesi yararlı olup olmayacağını zaman gösterecek. Doç. Dr. Fatih Andı: Sadeleştirme gerekli; ama... “Yalnızca yazıldıkları zamanların aktüalitesini değil, sonraki nesillerin ve dönemlerin ilgilerini de besleyecek, estetik hafızalarını zenginleştirecek güçte eserler demek olan klasiklerin, bugünün edebiyat hafızasına, bugünün estetik beğenisine ve kavrayışına taşınması bir zenginliktir. Fakat zaman içinde toplumun dili değişir, bu kaçınılmazdır. Bu yüzden, bütün toplumun geçmiş yüzyılların diline dönmesi, o tarihsel dönemlerin dilini kavraması ve anlaması kolay olmayacağına göre, geçmiş dönemlerin edebî eserlerinin bugünün okur kitlelerine ulaştırılması için, (uzmanlık alanları hariç) pratikte bugünün diline taşınması gereklidir. Ancak burada bir ehliyet ve hassasiyet kriteri olmalıdır. Edebî eserin özünü korumak, yapısına, muhtevasına, hatta mümkün olduğunca üslûp özelliklerine bağlı kalmak, elden geldiğince bunları korumaya çalışmak... Bu tür eserleri, telif ödemesi olmayan mîrî malı, yağmaya açık eserler olarak görmemek... Aydın namusu, sanata ve emeğe saygı, bunu gerektirir. Bunun tersi ise korsan yayının bir benzeridir, edebiyat yağmasıdır, kapkaççı mantığıdır.” Haber: Cem Kuleli Kaynak: Zaman

Günün Önemli Haberleri