Sabancı'nın gençlik anıları..
Abone olAA muhabirinin Sabancı'nın anılarını derledi. İşte Sabancı'nın renkli geçen gençlik yılları..
Çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği, iş hayatına ilk adımı
attığı Adana'nın, Sakıp Sabancı'nın anılarında oldukça farklı bir
yeri vardı. Tıpkı dayak yemesine, babasının sürekli engellemesine
rağmen gizli gizli kiraladığı motosiklet gibi... Sakıp Sabancı'nın
Adana'daki çocukluk ve gençlik yıllarına ilişkin anıları, ne kadar
renkli, girişken ve inatçı bir kişiliğe sahip olduğunu gözler önüne
seriyor. AA muhabirinin, anılarından yaptığı derlemeye göre,
Sabancı'nın gençlik yıllarında en büyük tutkusu motosiklet sahibi
olmaktı. Gençliğinde motosikletinin olmamasından yakınan Sabancı, o
yıllarda Adana'da saati 5 liradan motosiklet kiralanan
motosikletleri kiralarken, duygularını şöyle aktarıyor: ''Benim
kiralık motosiklet düşkünlüğümü babam duymuş. Kazadan korktuğu için
motosiklete binmememi söyledi. Ama ben, bir yanda babamdan
korkarken, öte yanda motosiklet sevgimi yenemeyip, gizli, gizli
kiralık motosikletle dolaşmayı sürdürdüm. Arkadaşım (Allah'ın oğlu)
lakaplı Mustafa Salihoğlu ile bir gün motosiklet kiraladık.
Adana'da Paktaş Fabrikası'nın önündeki toprak yolda yan yana zevkle
motosiklet yarıştırıyoruz. Karşıdan göçebe çingene kafilesi
geliyor. Merkepleri, köpekleri, cılız atların çektiği arabalarıyla
bize yaklaştıklarında, köpekleri motosikletten ürküp bize doğru
havlayarak saldırdı. Bu arada biz, yarı korkudan, yarı acemilikten
motosiklete hakim olamayıp, merkeplerin arasına girdik. Merkeplerin
biri ile bizim motosikletler devrildi. Bu arada göçebelerin
kadınları, ellerinde sopa bizim üzerimize saldırdılar. Oradan nasıl
kaçıp kurtulduğumuzu anlatmak güçtür. Bu olaydan kimseye söz
etmedik. Ama korkusunu yıllardır içimizde duyduk.'' ATLI KÖŞK'ÜN
BAHÇESİNDE GİZLİ MOTOSİKLET TURU Bu olaya rağmen motosiklet
sevgisinin devam ettiğini anlatan Sabancı, şöyle devam ediyor:
''Bir gün gene kiraladığım motosikletin üzerinde zevkten uçarak
giderken, Bağlar yolunda, pamuk almaktan dönen babama rastladım.
Babam, (Sana harçlığını, bu fuzuli alete yatırma diye kaç kere
söyledim) diyerek beni azarladı. Esas üzüldüğü, harçlığımı bu işe
yatırmam değil, bir kazaya uğramamdı. Bunu biliyordum. Aradan 40
yıl geçti. 1984 yılında İngiltere'de bir mağazada, oyuncak gibi
küçük bir motosiklet gördüm. Japonlar insanlara mal satabilmek için
her şeyi nasıl cicili bicili yapıyorsa, motosikleti de biblo gibi
süslemişlerdi. Dayanamadım satın aldım. 50 yaşından sonra,
Emirgan'da Atlı Köşk'ün bahçesinde kimse görmeden, o küçük
motosikletle dolaşıyordum. Yıllar önce içimde kalmış çocukluk
heyecanım, halen küllenmemiş.'' İŞ DİSİPLİNİ Sakıp Sabancı'nın ilk
iş deneyimleri de işine bağlılığı ve disiplinini gözler önüne
seriyor. Sabancı, ilk kazancını anlatırken, çocuklara ve gençlere
de örnek oluyor. Sakıp Sabancı'nın ilk iş deneyimiyle ilgili anısı
şöyle: ''1948'den itibaren Akbank'da çalıştım. Akbank'ın Adana'da
Şeref Orçun isimli bir müdürü vardı. Babam beni ona (Şeref Bey,
doğru raydan çıkarma, disiplinli yetiştir) diye emanet etmişti.
Şeref Bey çok disiplinli bir yöneticiydi. Ben stajyer memur
statüsündeydim. 25 lira aylığım vardı. Sabahları her memur gibi,
işe vaktinde gelip, imza cetvelini imzalardım. Beş dakika geç
gelsem, Şeref Bey imza cetvelini imzalatmaz ve babama (Hacı Ağa,
oğlun bugün gene 5 dakika geç kaldı) diye durumu bildirirdi. Birkaç
defa olunca, babamdan şiddetli bir azar yedim. O zamandan beri iş
disiplinine, randevuya uyarım. İLK KAZANÇ Bankada yazı makinesi,
hesap makinesi kullanmayı, tahsil fişini, tediye fişini, makbuz
kesmeyi öğrendim. Kulağım doldu. Çalışmaya başladıktan sonra, bana
ödenen ilk ücret, net 20 lira idi. Hemen anneme gittim. (Anne, bu
babamın verdiği para değil, ilk defa kendi kazandığım para. Al sana
veriyorum) deyip, tamamını ona verdim. Annem beni öptü. (Gülnaz'a
ver saklasın) dedi. Okuldan ayrılınca un fabrikasında veznedar
oldum. Maaşım 50 liraydı. Akbank'daki stajyer memurluğumdan
öğrendiklerim işe yarıyordu. Un fabrikasının müdürü Kemal Pekün,
muhasebe müdürü Sadettin Atabey idi. Bazı akşamlar kasa hesabı
tutmaz, ben bankadaki alışkanlıkla 2-3 saat daha çalışır, hesabı
tutturmadan fabrikadan ayrılmazdım. Daha sonra un fabrikasının
muhasebesinde çalıştım. Alım işlerine bakmaya başladım. 1955
yılında ticaret müdürü Ömer Çiftçioğlu ayrılınca onun yerine
geçtim. 1957 yılında Bossa tekstil bölümünde umum müdür muavinliği
görevine başladım. Bossa'da benim umum müdür muavini unvanıyla
çalıştığım dönemde, ortaklarımızdan Sinan Bosna da aynı unvanla
yanımızdaki odada oturuyordu. O dönemde Sinan Bosna ile çok iyi bir
ilişki kurduk. Bu ilişki, derin bir dostluğa dönüştü. Sinan Bosna
insanları hiç küçümsemez, sokaktaki dilenciye, hamala, ciğerciye,
işçiye, ustaya, mühendise, genel müdüre hep aynı şekilde hitap
eder, onlara değer verdiğini hissettirirdi. Ben Sinan Bosna'dan çok
şeyler öğrendim. Fakat insan ilişkilerinde başkalarından daha
farklı bir yaklaşımım varsa, bunu Sinan Bosna'ya borçluyum. Onun
gibi hareket etmeye, karşımdaki kim olursa olsun, değer vermeye
gayret ettim. Bundan çok yarar gördüm.'' CİĞERCİ RECEP Sakıp
Sabancı için Adana'nın ünlü ciğercilerinden ''Ciğerci Recep'' ile
kurduğu dostuluğun da büyük değeri vardı. Ciğerci Recep'i, ''kara
bıyıklı, ayağında şalvarı olan, Adana lehçesiyle konuşan, yüzü
güneşten yanmış, kara yağız bir genç'' olarak tanımlayan Sabancı,
pamuk aldıktan sonra Ciğerci Recep'i ziyaret edip, ciğer
hazırlanırken onunla sohbet etmek ve ciğer sırası bekleyenlerle
konuşmanın, hayatlarına renk kattığını anlatıyor. Ciğerci Recep'in
köyünü, karısını, sevgilisini, çocuklarını, babasıyla problemini,
annesinin hastalığını, ağabeyinin askerde çavuşu ile arasındaki
çekişmeyi günü gününe takip ettiklerini tatlı bir dille aktaran
Sabancı, unutamadığı bu anısını şöyle aktarıyor: ''Diyebilirim ki,
hayatımda 3 yıl süreyle hiçbir kimseyle her gün bu kadar özel
konular konuşmadım. Ciğerci Recep ile pamuk fiyatını, fabrikadaki
meseleleri konuşamayacağımıza göre, bu tip ailevi özel meselelere
inmekten doğal bir şey olamazdı. Ben ve Sinan, hem ciğer işini, hem
de Ciğerci Recep'i çok ciddiye almaya başlamıştık. Şimdi
düşünüyorum da sabah sabah, o çeyrek ekmeği, o çeyrek ekmeğin
içindeki sıcak ciğeri ve bir avuç soğan piyazını midemiz acaba
nasıl kabul eder, nasıl cayır, cayır yanmazdı... Amerika'da okumak
için uzun yıllar kalmış olan ve yapısı itibariyle nazik bir bünyeye
sahip Sinan Bosna, acaba hamburgere alışmış midesine, bu ciğer
kebabını nasıl kabul ettirebildi. Birgün Sinan ile pamuk alım
satımından dönüşte, mutaden ciğer yemek için Ciğerci Recep'in
durduğu köşeye gittiğimizde, onu ve tezgahını göremedik. 3 yıl
boyunca her gün orada olan Ciğerci Recep acaba nerede idi. Biz ona
o kadar alışmıştık ki, ancak yokluğunda fark ettik ki, geçen 3 yıl
boyunca bu adam hiç hastalanmamış, hiç köyüne gitmemiş, hiçbir gün
köşesinden ayrılmamıştı. Hastalanmıştır, ertesi gün gelir diye
düşündük... Ertesi gün, daha ertesi günler gelmedi... Sorduk,
soruşturduk... Hiçbir haber alamadık. Kimi bir kan davasından
kaçtığını söyledi, kimi sevgilisiyle birlikte, karısından kaçmak
için izini kaybettirdiğinden söz etti. Ama biz ciğerci dostumuz
Recep'i kaybetmiştik. O günden bu yana ekmek içi ciğer yemedim.''
''ALLAH VERİNCE VERİYOR, VERMEYİNCE VERMİYOR'' Sakıp Sabancı Adana
Erkek Lisesi'nde arkadaşlarıyla birlikte dayanışmasını, ciddi
anlamdaki iş hayatına ilişkin anılarını ise şöyle aktarıyor:
''Benim çok sevdiğim Cemil Gözüyeşil isimli bir arkadaşım vardı.
Ben, lakabı (Allah'ın Oğlu) olan Mustafa Salihoğlu ile Adana Erkek
Lisesi'nde okurken, Cemil Gözüyeşil de Kemal Özgür ile Adana
Ticaret Lisesi'nde okurlardı. Ama biz dördümüz birlikte olur,
arkadaşlık ederdik. Ben sanayi konusundaki çabalarımı iletirken,
Cemil Gözüyeşil, çiftçilik yapmaya, bu arada ufak tefek alım
satımlara girmeye başlamıştı. Kendisini çok sevdiğimden, onu biraz
kollamak, para kazanmasına sebep olmak isteğine kapıldım. O zaman
Adana'da pamuk ticaretinde koçan alıp satmak, iyi para getiriyordu.
Koçan, bir anlamda pamuğun tapusudur. Pamuk depoda yer
değiştirmeden, koçan, alıp satıldıkça sahip değiştirir. Koçanı ucuz
alıp pahalıya satan kar eder. Pahalı alıp, ucuza satan zarara
uğrar. Ben Cemil Gözüyeşil'in babasından bir miktar sermaye
istedim. Bu sermayeyi, bizim bu işten tahsil ettiğimiz paralara
ekledim. Koçanı alıp satarken, biliyoruz ki, bunun yarısı Cemil
Gözüyeşil için. Karın zararın yarısı onun. Şu Allah'ın işine bakın
ki, sadece kendimiz için koçan alıp sattığımızda kar ediyoruz. Ne
zaman ki Cemil Gözüyeşil ile ortak alım satım teşebbüsümüz olsa,
sonuç zararlı. Sadece koçan işi değil, başka konularda alım satımı
Cemil Gözüyeşil üzerinden geçirip, ona bir menfaat sağlamaya
teşebbüs ettim. Bütün çabalarım boşa çıktı. Anladım ki, Allah,
Cemil Gözüyeşil'in kısmetini bağlamış. Ne kadar zorlasan, para
kazandıramıyorsun. Tersine zorladıkça zarar ediyor. Batıl
denilebilir ama Allah vermeyi ahdetti mi, Allah (veriyorum) dedi
mi, kimse durduramaz. Allah bana verdi çok şükür. Ve o kadar geniş
ki Allah'ın hazinesi, o kadar hudutsuz ki... Babam, (Oğlum
Allah'tan iste) derdi. (Onda hudutsuz var. Ortağınla, aranızdaki
menfaat bölüşmesinde, kantarın topunu kaçıracak ölçüde hesaplara
gittin mi, ortağınla aranda sürtüşmeler başlar. Kavga, dövüşe
gider. İş bozulur. İkiniz el ele verin de hızla yürekten çalışın.
Birbirinizin hakkına göz dikeceğinize Tanrı'dan isteyin. (Yukarıda
hudut yok. Allah'ın hazinesi boldur) derdi.''