Sabancı, ölüme yürüyüşünü yazdı!
Abone olÜnlü işadamı Sakıp Sabancı, ölümünden önce kaleme aldığı son kitabı "Her şeyin başı sağlık"ta ölüme yürüyüşünü ve zamana nasıl yenik düştüğünü anlattı.
Ünlü işadamı Sakıp Sabancı, ölümünden önce kaleme aldığı son
kitabı "Her şeyin başı sağlık"ta kendisini yavaş yavaş ölüme
götüren hastalıkla nasıl mücadele ettiğini, zaman zaman nasıl yenik
düştüğünü anlatıyor... İşte Türk iş dünyasına imzasını kalın
harflerle atan bir işadamının 15'inci ve son kitabından çarpıcı
satırlar... Sağlığıma gerekli önemi vermedim. Halbuki her şeyin
başı sağlık. Vücut ve kafa sağlığı düzgün olmayan insan kendine,
ailesine ve ülkesine karşı sorumluluğunu yerine getiremez. İnsanlar
sağlığın önemini, kıymetini, sağlıklarını kaybedince fark ederler.
Ben de Nasrettin Hoca'nın anlatımıyla 'damdan düşen biri' olarak
sağlık konusunda başımdan geçenleri bu kitapta hikaye ettim.
Alacaksanız alın bir an önce böbreğimi "Bay Sabancı,
böbreklerinizden birini almak zorundayız..." Acaba bana bunun
söylenmesini bekliyor muydum? Çünkü fazla şaşırmadım... Böbreğimin
birinin alınmasından çok, bunun nasıl olabileceğini düşünmeye
başladım. Sonra "Kader bu..." dedim. "Allahın dediği olur... Allah
bize ne kadar ömür biçmişse onu tamamlarız..." Ve o anda
rahatladım. "Bay Sabancı, böbreklerinizden birini almak zorundayız"
diyen Amerikalı hekime gülerek "Madem ki alacaksınız... Bir an önce
alın" dedim... İlk teşhis İstanbul'da konuldu. 2003 yılı haziran
ayında, yıllık kontrollerim için Houston'daki hastaneye gitmeden,
İstanbul'da ön tahlillerimi tamamlattırmak istedim. Ön tetkiklerde
sol böbreğimin çalışmadığı, hemen tedaviye geçilmesi gerektiği
tespit edildi. New York'ta alınan randevuya göre 5 Temmuz'da yola
çıkmamız gerekiyordu. Kızlarım Dilek ve Sevil ile torunum Melissa
da beni yalnız bırakmayacaklarını söyledi. Özel Kalem Müdürüm Ali
Haydar Taşlı nasıl olsa benimle gelecekti. 10 Temmuz Perşembe
sabahı sol böbreğimi almak için ameliyata karar verildi. Kızlarım
ile Ali Haydar Taşlı'nın gözlerinden dökülen yaşlara kendimden daha
çok üzülüyordum. Torunum Melissa bana büyük moral verdi Ameliyat
önlüğü içinde beni götürürlerken torunum Melissa'nın kendi dizdiği
mavi boncuklu bileziği bileğime takması bana büyük moral vermişti.
Sonrasını hatırlamıyorum... Ameliyat başarıyla sonuçlanmış. O
geceyi ağrısız ama yorgun geçirdim. Küçük bir çubuğa bağlı 2-3 cm
uzunluğundaki süngeri buzlu suya batırarak ağzıma sokan Ali
Haydar'ın elinden o bardağı alıp kana kana su içmeyi o kadar
isterdim ki, ama takatim yoktu ve doğru da değildi. İki kişinin
yardımıyla bana saatler gibi gelen zamanda yataktan kalkabilmek,
koltuk şeklindeki tuvalete oturabilmek ne zor işti. Sanki yürümeyi
yeni öğrenen bebek gibiydim Araları bir metre bile olmayan bu
yatakla tuvalet koltuğu arasında, yürümesini yeni öğrenen çocuklar
gibi, kimsenin yardımı olmadan 2-3 adım ileri geri atabilmek sanki
saatlerce yürümüş gibi yoruyordu beni. Ancak birkaç gün sonra
karnımda bir şişlik başladı. Bana sonra anlatıldığına göre bağırsak
düğümlenmesi olmuş. Kalp ritmimde bir bozukluk hissetmişler. Bunlar
yetmiyormuş gibi, ameliyat yerinde de bir iç kanama tespit
etmişler. Kanamanın olduğu gün yeniden MR ve bazı testler için alt
katta birçok makineye soktular, moralim sıfıra inmişti. Bir ara Ali
Haydar'a, "Beni alın, çıkarın buradan, bırakın rahat öleyim"
demişim. Odaya çıktıktan sonra bağırsaklarıma kolonoskopi yapma
lüzumunu hissettiklerini söylediler. Ben "Bir daha aşağı kata o
makinelere inmem" dedim. Anjiyo bölümünde çalışan bir Türk doktor
zaman zaman ziyaretime geliyordu. Kızım ve Ali Haydar, bu doktordan
"ısrar edersek" kolonoskopi ve röntgeni yatağımda yapabileceklerini
öğrenmişler. Sevil, "Babacığım sen merak etme, ben seni aşağıya
göndermeyeceğim" dedi. Sabancı ruhunun ırsi olarak kızıma da
geçtiğini görmekten mutlu oldum, onunla iftihar ettim. Hakikaten
gitti, konuştu ve hem kolonoskopi hem röntgen yatağımda yapıldı.
Hayatım film şeridi gibi gözümün önünde Bir yazı dikte ettirerek,
Holding'in Kurumsal İletişim Dairesi aracılığıyla basına
gönderttim. Özellikle sabah namazının gerek Emirgan gerekse
Beylerbeyi Camii'nden dinlediğim o sessiz saatlerdeki insanın içini
ısıtan ezan sesini çok özlemiştim. Yatakta yatarken hayatım film
şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Resmi geçitlerde
Mehmetçiğimin rap rap yürüyüşleri, şerefli sancak geçerken ayağa
kalkışımı, İstiklal Marşı'nı, Onuncu Yıl Marşı'nı coşku ile
söylediğimi hatırladım. Güçlü olmalıydım. Yaşamalı, daha çok insana
aş ve iş imkânı sağlamalı, daha hayırlı işler yapmalıydım. Eşim
Türkân'ın alnıma soğuk bez koyarken ağlamamak için kendini nasıl
zorladığını görüyordum. Kızımın ağlamaktan kızarmış gözlerle bana
gülmeye, moral vermeye çalıştığını anlıyordum. Ali Haydar'ın
uykusuzluk, yorgunluk dinlemeyen çabasını ve içine akıttığı
gözyaşlarını, velhasıl her şeyi görüyor, hissediyor ve kendi
kendime "Sakıp" diyordum, "Arkanda milyonların duası olduğunu
unutma. Sen bunları yeneceksin, yenmelisin!" Hemşireler altımı
temizlerken utandım Kollarımdaki iğne başları azaldı, sonra burnuma
oksijen veren hortum çıkarıldı, daha rahat hale geldim. Bir gecede
6-7 defa aptes yaptığımı hatırlıyorum. O hemşirelerin bilgilerine,
işlerine bağlılıklarına, sabırlarına hayran kalmamak elde değil.
Her sabah yatağımda ben sırtüstü yatarken, gülümseyen yüzlerle beni
şampuanlı sıcak suyla ıslatılmış bezlerle yıkayışları görülmeye
değer bir beceriydi. Daima altımı temizlemelerinden bir Anadolu
insanı olarak utanarak rahatsız oldum. Bunu fark eden hemşirelerin
bunun iyileşme alameti olduğundan sevindiklerini söylemeleri bile
ayrı bir incelikti. Kaynak: Vatan Gazetesi