Sabancı katilinin eşi sessizliğini bozdu
Abone olÖzdemir Sabancı'nın katili Mustafa Duyar'ın eşi Semra Duyar ilk kez Can Dündar'a konuştu...
Özdemir Sabancı'yı öldüren Mustafa Duyar'ın eşi Semra
Duyar sessizliğini bozdu. Milliyet'ten Can Dündar'a konuşan Duyar,
"Neden öldürdüğünü bilmiyorum" dedi...
İşte Can Dündar'ın aktardıkları:
Semra Duyar, Mustafa Duyar’ın eşi... Ama olağanüstü
koşullarda gerçekleşmiş, kısa sürmüş, kötü bitmiş, pek alışılmadık
bir evlilik onlarınki...
Birbirlerini pek az tanıyorlar.
Hep cezaevinde kalmışlar.
Pek az birlikte olabilmişler.
Tanışmaları 1997 başı...
Evlenmeleri 1997 yazı...
Duyar’ın öldürülmesi 1999 başı...
Yine de çoğu ayrı koğuşlarda geçen bu iki yıl içinde, başlarından
geçenleri konuşmak, yaşadıklarını birbirlerine aktarmak için
yeterli zamanları olmuş.
Mustafa Duyar, yaşadıklarını öldürülmeden önce bana anlatmak
istemişti. Bu röportaj gerçekleşemedi. Eşinden dinlediklerim, tam
olarak onun anlatmak istedikleri miydi; bilmiyorum. O yüzden Semra
Duyar’ın anlattıklarının “ikinci el” bilgiler olduğunu ve 12 yıl
aradan sonra aktarıldığını bilerek okumakta yarar var. Yine de
bunun çok önemli bir tanıklık olduğunu ve bu karanlık olaya bir
nebze olsun ışık tutabileceğini umuyorum.
İşte Semra Duyar’ın eşinden dinledikleriyle “Sabancı
Suikastı...”
MUSTAFA DUYAR, ÖZDEMİR SABANCI’YI
VURDUKTAN SONRA AĞLADI VE DEDİ Kİ:
“Yine katil mi olduk?”
“Mustafa, Sabancı eylemi hakkında konuşmayı sevmiyordu. Sadece iki
kez konuştuk bu konuyu... Bana anlattığı şuydu:
“Mustafa (Duyar) ve İsmail (Akkol) 1995 yılı sonunda Bayrampaşa
Cezaevi’nde Ercan Kartal’la görüşmeye gidiyorlar. O dönem Ümraniye
Cezaevi’nde olaylar var. Ercan, Sabancı eylemi için baskı
yapıyor.
“Eylem günü yönetim katında çaycı olarak çalışan Fehriye Erdal’ın
verdiği kart sayesinde içeri girip yönetim katına çıkıyorlar.
“Fehriye’nin gösterdiği kapıyı açıp içeri giriyorlar. Sözde Fehriye
odaları şaşırıyor, Sakıp Sabancı’nın değil, Özdemir Sabancı’nın
odasını gösteriyor. Bu biraz tuhaf!
“İçeri girdiklerinde Özdemir Sabancı kahve içiyor. Mustafa onu ve
Haluk Görgün’ü vuruyor.
“Sonra çıkışta kimsenin yardımı olmadan, rahatça binadan
kaçıyorlar. Bana bu da saçma gelmişti anlattığında...”
“Bayan vurmayacaksın!”
“Bir ayrıntı vereyim:
“Mustafa eylemden önce İsmail’e ısrarla:
‘Kesinlikle bayan vurmayacaksın. Sekreter bağıracak olursa bir
şekilde susturacaksın, ama vurmayacaksın’ diyor.
“Böyle maço bir tarafı vardı. Sonradan sekreter bağırınca İsmail’in
panikleyip Nilgün Hasefe’yi öldürdüğünü duyunca çok şaşırmış.
“O gece İsmail’le Maslak’ta ormanlık bir yere gidiyorlar. Sarhoş
olana kadar içip ‘Yine katil mi olduk’ diye ağlıyorlar.
Sonra ‘Vatan’a (İstanbul Emniyet Müdürlüğü binasına) yakın bir evde
kalmışlar. Bir süre de bir savcının kızının evinde saklanmışlar.
Ardından da Rodos-Atina üzerinden Almanya’ya gönderilmişler.”
DUYAR PİŞMANDI
“İşte böyle bir askeri vurdum ben!”
“Aslında Maslak’ta vurduğu askerler için daha fazla üzülüyordu.
“Bir keresinde görüş yaptığımız sırada avukat odasının demir
parmaklıklarının arkasından bir asker geçiyordu. Mustafa’dan sigara
istedi. Mustafa askere sigara verdi. Gözleri doldu. Rengi kül gibi
oldu. Sigarasını yaktıktan sonra; ‘İşte benim öldürdüğüm asker de
böyle bir gençti’ dedi. ‘Neden herkes Sabancı’nın üzerinde duruyor
da askerler dile getirilmiyor. Bu memlekette bir tek Sabancı mı
öldürüldü’ diye söyleniyordu.
Özellikle Sakıp Sabancı’ya sinirleniyordu. Bu konuda çok
konuşmasına ve örgütü değil, hep kendisini hedef almasına
kızıyordu.
‘-Senin kardeşin öldürülse ne hissederdin? Sen konuşmaz mıydın’
diye sordum bir seferinde...
“-Evet, haklısın tabii” demişti.
Yaptığı işle övünmüyordu.
Pişmandı.”
İtirafçılar koğuşunda
nikâh
“Cezaevinde iki günde bir akşamları siyasi
mahkûmlar, itirafçılar avukat odasında buluşur görüşürdü.
“Mustafa meşhur bir tutukluydu.
“Bana ısrarla ‘Sen de tanışsana’ diyorlardı. Ama ben selam
vermedim. Onun Sabancı suikastını yaptığı dönemde ben de örgüt
içinde sorgudaydım. Örgütten ayrılmak istediğim için bana işkence
yapıyorlardı. Bir yandan da ‘Bak koskoca Sabancı’yı indirdik, seni
mi öldüremeyeceğiz’ diye tehdit ediyorlardı. Bu yüzden Mustafa’ya
karşı tepkiliydim.
“Sonra tanıştırdılar bizi...
“Baktım, iyi birine benziyordu. Gözlerinde Akdeniz sıcaklığı vardı.
Cezaevi psikolojisiyle aramızda bir dostluk oluştu. Bana
çocukluğunu, yaşadığı zorlukları anlattı.
‘- Sen nasıl adam öldürebildin’ diye sordum.
‘- Hiç katile benzemiyorum değil mi’ cevabını verdi.
‘- Benzemiyorsun’ dedim.
“Öyle birine benzemiyordu gerçekten de...
‘- Sen de mi soruyorsun? Örgütü bilmiyor musun’ dedi.
“Hangi psikolojiyle yaptığını tahmin edebiliyordum; şartlanmış bir
beynin ne olduğunu biliyordum.
“Yine de ben yapamazdım.”
İlk ve son flörtümdü
Semra Duyar'ın çarpıcı açıklamalarının
devamını okumak için ikinci sayfaya geçiniz
“Zamanla aramızda duygusal bir yakınlık doğdu. Daha önce hiç
flörtüm olmamıştı; (cezaevinde ne kadar flört yaşanabilirse) bu,
benim ilk flörtümdü. İster inanın ister inanmayın, sonra da başkası
olmadı.
“Çok iyi bir kader arkadaşıydı. Çok birikimli bir çocuktu. Kendini
geliştirmişti. Kendisine farklı bir yaşam tarzı sunulsa eminim çok
farklı bir insan olurdu.
“Ona karşı bir sıcaklık hissettim. Önyargım yıkıldı.
“Tanıştıktan iki ay sonra, Mart ayında bir gün açık görüş sırasında
bana;
‘- Evlenelim mi?’ diye sordu.
‘- Hadi evlenelim’ deyiverdim.
O gün hemen dilekçe yazmış ikimiz adına, idareye vermiş.
Ertesi gün ben ağabeyime söyledim. Çok kızdı. Ailemde herkes karşı
çıktı. Onun üzerine vazgeçtim.
Mustafa’ya gidip ‘Ben vazgeçtim’ dedim.
‘Asla olmaz. Ben idareye dilekçe verdim’ dedi. Çok ısrar etti.
İşlemler de başlamıştı. Ailemi karşıma almak pahasına evlenmeye
karar verdim.
Temmuz ayında avukat odasında nikâhlandık.
Ailelerimiz karşı çıktığından akrabalar gelmedi. Öbür koğuşlardan
gelen temsilciler oldu. Memurlar, gardiyanlar geldi.
Günlük kıyafetlerleydik. Eğlence yapılmadı.
Benim şahidim Cezaevi Müdürü idi. Mustafa’nın şahidi, vefat eden
arkadaşı Ergül oldu.
İmzaları attık. Cezaevi koşullarında ne kadar olabilirse ikram
yaptık. Ben kendi koğuşuma döndüm; Mustafa kendi koğuşuna
gitti.”
ALMANYA’DA MUHASEBE
“Öldürdüm ama niye öldürdüğümü bile
bilmiyorum”
“Almanya’da iken kendisiyle aynı
evde saklanan bir adam varmış. Bir gün adamın fotoğrafını TV’de
görmüş. Abdi İpekçi cinayetinin azmettiricisi ülkücü Yalçın Özbey
olarak bahsediliyormuş ondan...
“Özbey’le aynı evde kaldığını söylemişti bana... İpekçi ve Sabancı
cinayetlerine karışanların aynı evde saklanıyor olmasından rahatsız
olmuştu.bir gün örgüt liderlerinden biriyle evde TV izlerken Alman
polisiyle dört DHKP-C militanının çatışmaya girdiği ve öldürüldüğü
haberini duymuşlar. Örgüt sorumlusu, haberi duyunca elinde şarap
kadehi olduğu halde ‘Hay Allah, silahları da yakalattılar’ demiş.
Mustafa bozulmuş. Cezaevlerinde ölüm oruçları sürerken örgüt
yöneticisinin orada sefa sürmesi ve ölenlerden çok yakalanan
silahlara üzülmesi karşısında şaşkına dönmüş.
“Kullanıldık”
“Yaptıkları işi orada sorgulamaya, ‘Niye yaptık’ diye düşünmeye
başlamışlar.
“Bana, kullanıldıklarını söylüyordu:
‘Öldürdüm, ama niye öldürdüğümü ben bile bilmiyorum’ demişti.
Sakıp Sabancı’nın o günlerde hazırladığı ‘Güneydoğu Raporu’nda BASK
modeli önermesinin onu hedef haline getirdiğini düşünüyor,
cinayetin bu nedenle örgüte sipariş edilmiş olduğundan
şüpheleniyordu. (*)
‘Ama bir şeyleri bilmek bana da zarar verir’ diye
düşünüyordu.
“Abla teslim olacağım”
“Mustafa o dönem İsmail’e ‘Devletten de örgütten de kaçalım. Ben
dil biliyorum, idare ederiz’ demiş. Bir bocalama dönemi yaşamışlar.
‘Devlete teslim olsak örgüt bizi öldürür mü’ diye düşünmüşler.
Onların kaçış planı yaptığını örgüt fark etmiş. Hemen Mustafa’yı
Suriye’ye göndermiş.
“Mustafa Suriye’de bir süre kaldıktan sonra 1996 sonunda devlete
teslim olmaya karar vermiş. Ablasına ‘Ben teslim olacağım’ diye
mesaj göndermiş. Ablası, ‘Öldürürler seni’ dediyse de fikrinden
caymamış. Evdeki para dolu bavuldan bir miktar para almış. Şam’daki
Türk Büyükelçiliği’ne gitmiş. Muhaberat yakalarsa örgüte teslim
eder korkusu içindeymiş. Elçiliğin kapısındaki görevliler kendisini
göçmen zannedip içeri almamışlar. İsmini, karıştığı eylemi
söylemiş. Kapıda epey bekledikten ve parmak izleri Ankara’ya
gönderildikten sonra içeri alınmış ve Türkiye’ye yollanmış.
“1996 sonunda onu Kırklareli Cezaevi’ne getirdiler.
“Kırklareli, itirafçıların bulunduğu cezaeviydi. Ben de oradaydım.
DHKP-C’ye 1989’da 16 yaşında girmiştim. 1995’te yakalanmıştım. 7
yıl 6 aylık cezam vardı. Yargıtay aşamasındaydı.
“1997’nin Ocak ayında ilk kez orada karşılaştık.”