Sabah'tan Bir 'hoca Efendi' Hikâyesi
Abone olFethullah Gülen, hayatı, okulları, diğer dinlerle ilişkileri... Herşeyi aykırı. Gizli gizli okuduğu kitaplar. Emre Aköz ve Nevzat Atal, Fethullah Gülen'in aykırı yönlerini y
Fethullah Gülen... Hoca Efendi'nin yaşamı, ailesi, okulları,
diğer dinlerle ilişkileri... Kısacası Gülen hareketiyle ilgili
merak edilen her şey... GÜLEN'in fesli bir fotoğrafı olduğunu
biliyor muydunuz? Edirne Üçşerefeli Camii'nin önünde çekilen bu
fotoğrafın öyküsüyle başlıyoruz... Gizli gizli roman okurdu
Fethullah Gülen gençliğinde akranlarından epey farklıydı. Dini
kitapların yanı sıra diğer türleri de yutarcasına okurdu... Küçük
Fethullah'ın yeteneği hocalarının hoşuna gidiyordu. Bu durum diğer
talebelerle arasında gerilime yol açıyordu!. Dizinin son öbeğine
bugün başlıyoruz. Konumuz 'Hocaefendi' lakaplı Fethullah Gülen.
Onunla ilgili birçok sorunun cevabını bulmaya çalışacağız. Mesela
zihinleri kurcalayan şöyle bir soru var: Hocaefendi Nurcu mu?
NeoNurcu mu? Yoksa Nur hareketiyle, Bediüzzaman Said Nursi'nin
görüşleriyle hiçbir alakası yok mu? Bu ve benzeri nice sorunun
cevabını bulmak için Gülen'in hayat hikayesini az çok bilmek
gerekiyor. O halde başlayalım! DUYGULU BİR AİLE Fethullah Gülen 27
Nisan 1941 tarihinde Erzurum'un Hasankale (Pasinler) ilçesinin
Korucuk köyünde doğdu. Babası Ramiz bey, çiftçiyken kendini
yetiştirip imam olmuş bir kişiydi. Annesi Refia hanım ise ev
kadınıydı. Ailenin ikinci çocuğu olan Fethullah Gülen'in, beş
erkek, iki de kız kardeşi vardı. Gülen'i etkileyenlerin başında
dindar dedesi Şamil Ağa ve babaannesi Munise hanım geliyordu. Hisli
bir insandı yaşlı kadın. Mesela birisinin şöyle içten bir 'Allah'
çektiğini işitse hemen ağlamaya başlardı. Onun ağlaması Gülen'i de
etkiliyordu. Ayrıca ailede tek ağlayan babaannesi değildi. Babası
da, Gülen'in tabiriyle, 'sulugöz' bir insandı. Onların niye
ağladığını, niye hislendiğini bir türlü anlamıyordu. Bu göz
yaşlarındaki inanç boyutunu çok daha sonra kavrayacaktı. KURAN
EĞİTİMİ Onu etkileyen bir başka kişi ise elbette annesiydi. Dört
yaşındayken oğluna Kuran okumayı öğretmişti. İsmet İnönü'nün
Cumhurbaşkanı olduğu bu dönemde ezan hâlâ Türkçe okunuyordu. Arapça
okumaya kalkanlar uyarı alıyordu. Dolayısıyla çocuklarına dini
öğretmek isteyen dahi korkuyordu. Refia hanım bazen oğlunu gece
yarısı uyandırıp Kuran okutuyordu. Baba Ramiz beyin Fethullah
üzerindeki etkisi ise başka türlüydü. Ramiz Hoca sürekli kitap
okuyan bir insandı. Bunlar sadece din kitapları değildi. Mesela
Selçuklu ve Osmanlı tarihine meraklıydı. Güncel olayları tarihi bir
perspektiften değerlendirmeye çalışırdı. Titiz bir insandı. Namazı
hiç kaçırmaz, vaktini boşa harcamazdı. Yaşadıkları köyde ilkokul
yoktu. Caminin bitişiğindeki medrese 'okul', daha doğrusu 'sınıf'
haline getirilmişti. Burada gündüzleri çocuklara, akşamları
yetişkinlere ve yaşlılara okuma yazma öğretiliyordu. TRAVMATİK 1954
Küçük Fethullah beş yaşındayken bu okula gitti. Ancak babası başka
bir köye imam olunca okulu bırakmak zorunda kaldı. İlkokulu daha
sonra, Erzurum'da sınavlara dışarıdan girerek bitirecekti. 10
yaşında Kuran'ı ezberleyerek hafız olmuştu. 1954'te babaannesi ve
dedesi vefat etti. Çok etkilendi. Hatta bu yüzden hastalandı. Çünkü
çok dramatik bir olaydı: Munise hanım son nefesini vermişti.
Evdekiler telaş içinde cenazeyle ilgilenmekteydi. Bu sırada gayet
sağlıklı olan Şamil Ağa da ölmüştü. Eşinden ayrı kalmaya yüreği
elvermemişti. Babası onu elinden tutup Erzurum'a götürmüş ve Sadi
Efendi'ye teslim etmişti. Sadi Efendi ünlü 'Alvarlı Efe' lakaplı
din alimi, sevilen sima Muhammed Lütfi'nin torunuydu. Kurşunlu
Camii medresesinde talebe yetiştiriyordu. Aslında 13 yaşındaki
Fethullah'tan sadece 5-6 yaş büyüktü. Burası ahşap tavanlı, küçük
bir yerdi. Beş altı talebe bu dar alanda hem eğitim görüyor, hem de
yaşıyordu. Bir gaz ocağında kendi yemeklerini pişiyor, çay
demliyorlardı. Yemeklerini yatağın üstünde yiyorlardı. Talebeler
yıkanmak için Kırk Çeşme Hamamı'na gidiyordu. Yoksul talebelere fiş
dağıtılırdı. Bu fişlerle hamamda yıkanabiliyordu. Bedelini varlıklı
Erzurumlular ödüyordu. Ancak Sadi Efendi genç ve toydu. Yetenekli
Fethullah'a katacağı çok fazla şey yoktu. Gülen 1955'te Osman
Bektaş Hoca'nın talebesi oldu. Osman Hoca fıkıh alanında uzmandı.
Hatta fetva almak için başvuranları Müftülük, Osman Hoca'ya
gönderiyordu. 14 YAŞINDAKİ VAİZ Fethullah yetenekli bir gençti.
Zekiydi ve hafızası güçlüydü. Çok hızlı öğreniyordu. Arapçası gayet
iyiydi. Güzel konuşuyordu. Henüz 14 yaşındayken köylerde vaaz
vermeye başlamıştı. 1956 da Fethullah'ın hayatında önemli bir yıl
oldu. Muhammed Lütfi Efendi, nam-ı diğer Alvarlı Efe vefat etti.
Hayatta en çok saygı duyduğu insanlardan biri daha göçüp gitmişti.
Bu yılın diğer önemli olayı ise Bediüzzaman'ın Risale-i Nur
külliyatı ile tanışması oldu. 1928 doğumlu Erzurumlu Mehmed
Kırkıncı Hoca'nın anlattığına göre olay şöyle olmuştu... Osman
Bektaş Hoca, İzmir'e gitmişti. "Ben gelinceye dek talebelere sen
ders ver" diyerek Kırkıncı'yı görevlendirmişti. Kırkıncı Hoca ile
Fethullah Gülen bu vesileyle tanışmıştı. Araları iyiydi. Derslerin
dışında da sohbet ediyorlardı. Bir gün Kırkıncı Hoca, sormuştu:
"Fethullah kardeşim sen Bediüzzaman'ı hiç duydun mu?" NURCULARLA
DERS Evet duymuştu ama risaleleri okumamıştı. Bunun üzerine
Kırkıncı Hoca adeta bir itirafta bulundu: "Talebelere anlattığım
hikayeler var ya... Bunların hepsini ben Bediüzzaman'ın
kitaplarından öğrendim." Kırkıncı Hoca diğer Nurcularla birlikte
her Çarşamba günü Murat Paşa medresesinde toplanıp Said Nursi'nin
kitaplarını okuyup tartışıyordu. Fethullah'ı da buraya davet etti.
O günden sonra Fethullah derslere katılmaya başladı. Edirne'ye
gidene dek bu okuma seansları devam etti. 'Okumak' hayatında önemli
bir yere sahipti. İlginç olan nokta şuydu: O sadece dini içerikli
kitaplarla ilgilenmiyordu. Roman da okuyordu! Hem de tutkuyla... Bu
dikkat edilmesi gereken bir özellikti. Çünkü diğer talebelerin
romanlarla bir alakası yoktu. Hatta medrese ortamı içinde roman
okumak ayıp sayılıyordu. Fethullah dersini bitirip ödevlerini
yaptıktan sonra hocalardan ve diğer talebelerden gizlenerek roman
okuyordu. Yöntemi de şuydu: Romanı Arapça kitabının içine koyuyor,
birisi geldiğinde hemen sayfayı çeviriyordu. Emre AKÖZ-Nevzat ATAL
Kaynak: Sabah Gazetesi