Ruşen Çakır'dan muhalefete altın formül
Abone olMuhafazakar mahallenin güçlü isimleri, Erdoğan, Gülen, Gül, Haşim Kılıç gibi aktörler kavga ederken muhalifler ne yapıyor ne yapmalı? Ruşen Çakır'dan 4 maddelik çözüm formülü...
İNTERNETHABER.COM
Son dönem iktidar bloku içinde yer alan muhafazakar güç odaklarının
birbirleriyle kavgaya tutuşması ve muhaliflerde yaşanan kafa
karışıklığını analiz eden Vatan si yazarı
Ruşen Çakır, "onlar kavga ederken biz ne
yapmalıyız" sorusuna yanıt aradı.
MUHALİFLERE 4 MADDELİK ÇÖZÜM FORMÜLÜ
AK Parti ile Cemaat, Erdoğan ile Abdullah Gül ve son olarak hükümet ile Haşim Kılıç arasında yaşanan çatışma ve çelişkilerin "muhafazakar olmayan" odakları tarafından doğru anlaşılmadığını ve yanlış tercihler yapıldığını kaydeden Ruşen Çakır, başta CHP olmak üzere muhalif çevrelere 4 maddelik bir formül önerdi:
1) Bu iktidar savaşlarını anlamaya çalışmak ama parçası
olmamak.
2) Kötüler arasında en iyiyi seçip desteklemek yerine,
kendi gündemine, programına ve stratejilerine sahip çıkmak. Bir
yandan da kötülüklerden uzak durup iyi olmaya
çalışmak.
3) İslami camiadaki iktidar sahipleri yerine sıradan
insanlarla ilişki kurmak, onları kazanmaya çalışmak.
4) Bunu yaparken dine ve dindarlara karşı her türlü ön
kabul ve ön yargılardan uzak, özgürlükçü ve çoğulcu bir perspektife
sahip olmak.
İşte Çakır'ın yazısındaki ilgili bölüm:
İSLAMCILAR KAVGA EDERKEN DİĞERLERİ NE
YAPMALI?
Siyasi hayatımıza damga vuran bu üç olay da muhafazakâr (İslami)
mahallenin içinde yaşanıyor. Ve komşu mahallelerde yaşayanlar
öncelikle olup bitenleri kavramakta, buna bağlı olarak hangi
tutumun daha doğru olacağını kestirmekte zorlanıyorlar.
Şu ana kadar izlenen tutumları kabaca özetleyecek olursak:
1) Bu kavgaları bir tür şike olarak görmek. Bu türden iktidar
mücadelelerinin çok süremeyeceğini düşünmek, tarafların eninde
sonunda aralarında anlaşacaklarına inanmak.
2) Bu tür kavgaların kaçınılmaz olarak kendi işlerine
yarayacağını sanmak. Bu nedenle "yesinler birbirlerini" diyerek
yaşananlara kayıtsız kalmak, hatta bu kavgaları kızıştırmaya
çalışmak.
3) "Düşmanımın düşmanı dostumdur" mantığıyla çatışan taraflar
arasında "en kötü"yü seçip, daha az kötü yani "ehven-i şer"
olduğuna hükmettiği diğer tarafı desteklemek.
ERDOĞAN'IN ARTAN
OTORİTESİ
Biliyoruz ki, normal şartlarda muhafazakâr yaşam tarzı ve
siyasetiyle hiç alakası olmayan bazı kişi ve kurumlar her üç
örnekte de "en kötü" taraf olarak Başbakan Erdoğan'ı görüp diğer
taraflara açık ya da örtülü bir şekilde omuz verdi. Hiçbir şey
yapmasalar bile bu kavgaların her birinin Erdoğan'ı yıpratmasını
temenni ettiler.
Peki arzuları gerçekleşti mi? Her ne kadar bu süreçler devam
etmekte olsa da Erdoğan'ın iktidarının azaldığını söylemek pek
mümkün değil, hatta arttığını söyleyenlere de yalancı
diyemeyiz.
YANLIŞ NEREDE?
O zaman yanlışın nerde olduğunu tartışmamız şart. Hızlı birkaç
tespit yapacak olursak:
* Esas olarak ve hatta sıklıkla Erdoğan'ı hedef almak, doğal olarak
onu daha da güçlendiriyor.
* İslami camia içindeki farklı kavgalara, gerçek mahiyetlerini
anlamadan (hatta anlamaya çalışmadan) dâhil olunduğunda, durduk
yere bu kavgaların en fazla kaybedenleri arasına girme riski söz
konusu olabiliyor.
* Kendi gündem ve stratejilerini sırf bu kavgalardan istifade etme
imkânı azalmasın diye geri plana itmek, yerel seçimlerde CHP'nin,
Gülen cemaatinin yolsuzluk/tapeler kampanyasının peşine takılması
örneğinde yaşadığımız gibi olumlu sonuç vermiyor.
* Esas düşman olarak bellediğinizin (yani Erdoğan'ın)
karşısındakine destek verdiğiniz zaman onun kötü mirasıyla ne
yapacağınızı bilemez hâlde kalabiliyor ve tatsız sorunlar
yaşayabiliyorsunuz. Örnek: CHP'nin Gülen cemaatine "sütten çıkmış
ak kaşık" muamelesi yapması ya da düne kadar "daha hukukçu bile
değil, nasıl AYM başkanı olur?" denilen Haşim Kılıç'ın bir
konuşmayla "hukuk kahramanı" ilan edilmesi.
RUŞEN ÇAKIR YAZILARI