Şehrin işlek caddelerinden birinin kirli kaldırımına serilmiş
soluk çiçekli muşambanın üzerinde dans eden, donuk gözlü naylon
bebekler gibi durmadan gülüyor kadın/adam. Yüzünün kasları acıyor
gülmekten. Aldırmıyor. Erimekte olan bir kardan adamın yüzü gibi
dağılıyor yüzü. Kırmızı tırnaklarını batıra batıra topluyor.
Dudakları kan doluyor. O sıra bir bulut geçiyor pencereden. Bulutu
bahane edip yine gülüyor.
Zamanın aşındırdığı boşluktaki çığlığı andıran gülüşleri
ürkütüyor beni. Ruhumun derinliklerinden gelen bir fısıltı, bu
gülüşte bir şeylerin yanlış olduğunu söylüyor. Eğilip gözlerine
bakıyorum. Kalple göz arasında derin bir çatlak. Ruh acı
sızdırıyor!
Zamanın aşındırdığı boşluktaki çığlığı andıran
gülüşleri ürkütüyor beni.
Yüzüne dokunuyorum. Kurulmuş bir bebeğinkini andıran donuk, mat
yüzüne. Yüzü avuçlarıma dökülüyor. Bir avuç hayal kırıklığı, bir
dünya maskelenmiş acının yüzünü soyuyor.
Avuçlarımı suya batırıyorum. Su yanıyor. Acı büyükse su da
hatırlamak istemiyor.
Gördüğüm şeyden mutsuz, göğe çeviriyorum bakışlarımı. Gökyüzünün
o uzak, mavi dinginliğine. Genişlesin istiyorum mavilik. Bütün
üzüntüleri temize çeksin. Temize çeksin kadının/adamın yaralarını.
Şehrin ışıklı uçurumlarını temize çeksin.
Ve bir yağmur yağsın güneşi ağzında. Ağaçların, kuşların,
çiçeklerin, dağların, hayatın yüzünü yıkasın. Yeni bir sabah
bağışlansın sonra şehre. Yeni bir zaman, acının ve metalin
asitlerinden muaf. Canın cana değdiği yeni bir sabah. Kalple göz
arasındaki çatlak kapansın!