Haber Hürriyet Ege"nin birinci sayfasında yer alıyordu. Sayfanın
en altına üç sütunluk “Romanlar isyanlarda” başlığı yer alıyordu.
Spotunda Romanlara karşı bir negatif vurgu öne çıkıyordu:
“Salihli"ye yerleştirilen Romanlara yapılan yardımlar tepki
yarattı!”
Geçen hafta Manisa"nın Selendi ilçesinde başlayan Roman karşıtı
provokasyon sonunda bu ilçede yaşayan Romanlar –devlet eliyle-
Gördes"e gönderilmişler, oradan da Salihli"ye sevk
edilmişlerdi.
İşte bu Salihli"ye gelen 29 kişilik gruba yapılan yardımlar
“tepkiye” sebep olmuştu.
Peki, kim tepki gösteriyordu, bu insani dayanışmaya?
Onun yanıtı da haberin için yer alıyor:
“Salihli"deki yerleşik Romanlar, göç edenlere yapılan
yardımlardan kendilerine de pay verilmesini istediler.”
Nazlı Kalender ve Reyhan Çıtak, “devletimiz bizi de görsün”
dedikten sonra Selendi"de yaşananlara nasıl baktıklarını da
gösteriyorlardı:
-İnsan gibi şartlarda yaşabilmemiz için illa bizim de onlar
(Selendi Romanları) gibi isyan mı çıkartmamız lazım?
BİLİNÇ İLE YOKSULLUK ARASINDA
Nazlı ile Reyhan daha Selendi"de neler olduğunu bile tam olarak
bilmiyorlar. Oradan kaçıp Salihli"ye gelenlerin kazandıklarıyla
kaybettikleri arasındaki bağlantıyı kurmaktan aciz kadınların bilgi
eksikliği had safhada… Evlerini, işyerlerini kaybeden insanlara iki
paket makarna, yarım kilo zeytin, dört ekmek, altı rulo tuvalet
kağıdı, çocuklarına ucuz plastik oyuncaklar vererek “telafi ettik”
nutukları atanlara, inanan zavallı kadınları böyle konuşturan tek
neden var:
-Yoksulluk!
En altta olmanın değişmeyen kadersizliği… Uzatılan her şeyi
kabul etmek… Başlarına gelen her şeye de razı olmak… İşte
Türkiye"de Romanların 2010 yılındaki hali!
Değerli hukukçu ve ödüllü gazeteci Rıza Türmen Romanlar için
Türkiye"nin yapmaya söz verdiği şeylerin dökümünü, örneklerle
sıralıyor.
Avrupa Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Mücadele Komisyonu 1998
yılında aldığı bir kararla, kent planlamaları yapılırken Romanların
yaşamlarını hiçbir şekilde engellemeyecek şekilde davranılmasını
öngörüyor.
Türkiye"nin taraf olduğu ve uluslararası antlaşmalar ve organlar
tarafından kabul edilen bu kararlar Türkiye"de kimsenin kılını
kıpırdatmıyor.
Hükümet politikalarıyla Roman kültürü, müziği, danslarıyla yaşam
biçimi yüzlerce yıllık geçmişine bakılmaksızın ortadan
kaldırılıyor.
Onların özgür yaşamları işbaşındaki anlayış tarafından
“toplumsal çöküntü” bölgeleri olarak tanımlanıyor.
ÖRGÜT YOKSA DERT ÇOKTUR
Romanların sürekli olarak mağdur edilebilmeleri neden bu kadar
kolay oluyor?
Çünkü onlara karşı yapılacak her şey “normal” olarak kabul
ediliyor.
Romanların hiçbir zaman toplumsal talepleri de olmadı.
Onların kendi aralarında alçak sesle dile getirdikleri
istekleri, hak savunucuları tarafından örgütlenip, kamuoyuna
iletişmeye çalışıldı.
Son yıllarda (2006) dernekleşmeleri önündeki engeller
kaldırıldı, pek çok yerleşimde Roman dernekleri kuruldu. Ama bu
alanda o kadar deneyimsizler ve kendileri için –kalıcı- bir şey
istememeye o kadar alışıklar ki, taleplerini bile doğru dürüst
oluşturamadılar.
Kayıpların çokluğu ile önlerinde uzanan yolun zor ve zahmetli
oluşu belli yılgınlıkları da getirdi.
Mesela uluslararası kurumlarca oluşturulan 2005-2015 arasını
kapsayan “Romanların 10 Yılı” inisiyatifine Türkiye katılmadı.
İçlerinde bunu bilenlerin oranı da yüzde 1"i geçmez.
Yoksulluk ve yoksunluk her şeyi silip süpürüyor.
Tarihi bilgileri göre 9. yüzyılda Hindistan"dan yola çıkan
Romanlar, o kadar asırlık geçmişlerine karşın eşit haklara, çağdaş
yaşam koşullarına henüz ulaşamadılar. Günümüzdeki gelişmelere
bakarak iyimser de olamıyoruz:
-Romanların yolu uzun!